Ben, Avrupa ve Asya kıtalarının buluştuğu, Sümerlerden Perslere, Medlerden Komagennelere kadar bir çok uygarlığın yaşadığı, Mezopotamya ve Anadolu kültürlerinin kaynaşarak var olduğu Türkiye'de yaşamakta olan bir müzisyenim.
Kürt'üm. Adım, Ferhat Tunç. 1964 yılında, Türkiye'nin doğusunda bir Kürt ve Alevi şehri olan Dersim'de, şimdiki adıyla Tunceli'de doğdum. 1979 yılında doğduğum kenti zorunlu olarak terk edip Almanya'ya yerleştim. 1985 yılına kadar Almanya'da yaşadım ve müzik yaşamımı burada, Avrupa'da sürdürdüm.
12 Eylül 1980 yılında ülkemde yapılan faşist askeri darbe, ülkemdeki tüm aydın ve muhalif kişi ve hareketleri dağıttı, kimini idam etti, binlerce kişiyi işkenceden geçirerek cezaevlerine koydu, yüzlerce aydın ve muhalif ise Avrupa'ya sığınmak zorunda kaldı.
1985 yılında ülkeme dönme kararı aldığımda askeri darbenin rüzgarları henüz sert esiyordu. Ve ben oraya gittiğimde, ilginç bir törenle karşılandım. Bu bir gözaltı töreniydi ve sonuçları ağır oldu. O tarihten beri yaşamakta olduğum Türkiye'de, özellikle Kürtler ve Aleviler tarafından yoğun olarak dinlenen, ancak ülkemde yaşayan tüm sınıf ve halklar tarafından dinlenen ve sevilen bir sanatçıyım. Bunu, her konserimi izleyen binlerce kişi ile her albümümü alan yüz binlerce insan kanıtlıyor.
Ben, sanatımla birlikte, antidemokratik uygulamaları olan bir devlet sistemine karşı muhalif duruş sergileyen, Kürt sorununun barışçıl yollarla çözümlenerek Kürt halkının özgür irade ve yaşam özelliklerinin, haklarının verilmesi için mücadele eden bir sanatçıyım.
Bu mücadelem, hayatım boyunca, hem ulusal kimliğimle hem de sanatçı kimliğimle ülkemde ve ülkem dışında yaşadığım her yerde bugüne kadar sürdü. Ve ben, yaşadığım ülkenin, yani Türkiye'nin, içinde barındırdığı tüm sınıf, halk ve dinlerin, farklılık gözetilmeden, yasalar önünde eşit bir şekilde yaşayabilmeleri için gerekli olan tam demokrasi ve özgürlük anlayışını benimsemesi için, devletin demokratik bir cumhuriyet anlayışıyla yönetilmesi için verdiğim mücadele nedeniyle hedef haline geldim.
Beni hedef alan unsurlar, hukuk ve yargı sistemindeki çağdışı yasalar, bu yasaları fırsat sayarak devlet içinde çıkar sağlayan kişi ve gruplar, bununla birlikte temel olarak devlet mekanizmasında etkinliği olan milliyetçi hatta ırkçı yapılanmalardır. Kürt gerillalar ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında yaşanan savaştan rant elde eden ve rantını sürdürmeye çalışan çevreler ise bu unsurların temelini oluşturmaktadır.
Bu nedenle ben, sanat yaşamım boyunca hep saldırılara uğradım, defalarca gözaltına alındım, işkence gördüm, tutuklandım, konserlerim ve doğduğum kente girişim yasaklandı. Daha geçen yıl, bir Kürt şehrindeki bir festivalde verdiğim konserde söylediğim bir cümle polis tarafından çarpıtılarak hakkımda dava açıldı ve ben tutuklanarak cezaevine konuldum. Sonuçta mahkeme heyeti konserin video görüntülerini izledi ve suçsuz olduğum ortaya çıktı. Ancak ne ilginçtir ki yargılamaya devam edildi.
Bu davanın yargı süreci devam ederken bu kez başka bir kentteki başka bir konserimde devletten izin almadan konuştuğum için, evet yanlış duymadınız, devletten izin almadan konuştuğum için, hem de bana ve avukatlarıma bildirilmeden hakkımda dava açıldı ve savunmam alınmadan, evet savunmam alınmadan 3 ay hapis cezasına çarptırıldım.
Bugün ise yeni bir davayla karşı karşıyayım. Şu anda topraklarında bulunduğumuz Avrupa Birliği'ne (AB) katılım yolunda olan bir ülkede, Türkiye'de, Özgür Gündem gazetesinde yazdığım bir yazı nedeniyle hakkımda dava açıldı ve bu davanın ilk duruşması 2 Aralık 2004 tarihinde İstanbul'da yapılacak. Bu davada benim için istenen ceza 1 ile 3 yıl arasında hapis. Suçum ise, yazıyı yazdığım 19 Ocak 2004 tarihinde tutuklu bulunan DEP eski milletvekilleri Leyla Zana ve arkadaşlarının tahliye edilmemelerini eleştirmek. Yazının tamamı içinde suç işleyen cümlem aynen şöyle: "Sayın 'derin' yargımız yapacağını yine yaptı ve yıllardır oynanan pis bir oyunu tüm Avrupa'nın gözleri önünde devam ettirdi. Hem de hukuk 'alet' edilerek." Evet, sırf bu cümle yüzünden ben, AB'ye girmek için ter döken Türkiye'de cezalandırılmak üzere yargılanıyorum. Açıkçası bunun nasıl bir paradoks olduğunu çok merak ediyorum.
Değerli konuklar, değerli basın mensupları...
Şunu belirtmek isterim ki, ülkemin, mücadelesini verdiğim özgür ve demokratik bir ülke olması için, Kürt halkının kendi kültürü, kimliği ve tüm insani haklarıyla yaşaması için gereken şey ödediğimiz bu ve benzer bedellerse, inanın biz bu bedelleri yeniden ve bir daha ödemeye hazırız.
Ancak biz Türkiyeliler, 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesinden bu yana ülkemizdeki iç savaştan ve siyasi cinayetlerden ölen on binlerce insandan, işkencelerde ve savaşta sakat kalan binlerce insandan tek birinin bile ölmesini, sakat kalmasını; cezaevlerinde bulunan on binlerce siyasi tutuklu ve hükümlüden tek birinin bile orada kalmasını istemiyoruz. Son 25 yıldır Türkiye'de yaşadığımız bu tablo çağımızın büyük bir ayıbı, büyük bir üzüntüsüdür. Bizler yıllardır bu ayıbın temizlenmesinin ve bir daha yaşanmamasının, hiç kimsenin üzülmemesinin, en önemlisi annelerin bir daha hiç ağlamamasının mücadelesini veriyoruz.
Benim de eylemdaşı olduğum Cumartesi Anneleri'nin döktüğü gözyaşı tüm Türkiye'de ağlayan annelerin gözyaşları olarak yıllarca akın akın Munzur'a, Fırat'a, Dicle'ye, Kızılırmak'a karıştı. Ve o gözyaşları nehirlere karışmadan önce bizim yüreklerimize damladı. İşte o zaman sorduk kendimize; bizi insan yapan nedir? Gördük ki, bizi insan yapan temel olgu vicdanımız. Ve bizler aydın ve sanatçı kimliğimizle birlikte vicdanı olan insanlar olarak hareket edip büyük bir mücadele verdik ülkemizde. Ve bazı kazanımlara ulaştık. Şimdi huzurunuzda belirmek istiyorum ki, bu gözyaşları son yıllarda azaldı ve daha da azalması, yok olması için elimizden gelen her şeyi yapmaya çalışıyoruz.
Ancak biz bunu yaparken, demokratik yönetim anlayışını, ekonomik ve sosyal niteliğini benimsediğimiz Avrupa başta olmak üzere tüm çağdaş dünya ülkeleri ve halklarının desteğine ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü biz, ülkemizdeki antidemokratik ve antiinsani egemenliğe karşı mücadele verirken, sınırsız ve sürekli bir dünya kardeşliği ütopyasıyla hareket ediyoruz. Ve bu kardeşliğin yirminci yüzyılda temellerinin atıldığı Avrupa'ya seslenmek istiyorum ki, Anadolu ve Mezopotamya, Akdeniz ikliminin özünde barındırdığı insani duygulara sahip topraklardır ve bu topraklarda yaşayan ilk uygarlıkların ve İslam dininin özünde derin bir hümanizma vardır.
Bizler, yirminci yüzyılda yok olan bu hümanizmayı Avrupa demokratik ve insani kültürüyle buluşturmak ve birleştirmek istiyoruz. Bunun için de Avrupa'nın, kapılarını bu buluşmaya açmasını ve mutlak karar kıldığımız bu yolculuğumuza kucak açmasını istiyoruz.
Değerli konuklar, değerli basın mensupları...
Aslında şu anda burada, Avrupa topraklarında olmaktan yeterince mutlu değilim. Çünkü burada olma nedenim, ülkemde gördüğüm antidemokratik baskılarla birlikte, dünyanın pek çok ülkesinde hala benzer antidemokratik uygulamaların yaşanmasıdır. Bu nedenle burada olduğum için üzgünüm.
Ve üzüntümü artıran bir şey daha var ki, sokaklarında patlayan bombaların sesini her gün duyduğum, acılarını ruhumda hissettiğim ülke komşum Irak'ta yaşayan halkların çekmekte olduğu acıdır. Mezopotamya ve Ortadoğu'da bin yıllardan beri birlikte yaşayan kardeş halklar olarak bugün yaşanan acıların da kardeş acılar olduğunu belirtmeliyim. Fakat tahmin edersiniz ki hem kendi halkının hem kardeş halkların acılarına bir yaşam boyu tanıklık etmiş biri olarak çektiğim acı, Ortadoğulu bir aydın olarak benim hak ettiğim bir acı değildir. Ve dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan acılar da sadece ora halklarının veya aydınlarının acıları değildir. Bu acılar, aydınlar olarak ya hepimizindir ya da hiçbirimizin...
Bugün şuna inanıyorum ki, bir gün gelecek, ülkemle ve ülkemin tüm halklarıyla birlikte, özgür, demokratik ve müreffeh bir Türkiye'nin yurttaşı olarak sizlerle amacı daha güzel toplantılarda bir araya geleceğiz. Tüm temennim; inancım ve umudumun tam olduğu bu güzel ütopyanın bir an önce gerçekleşmesidir. Bunun için de, biraz önce belirttiğim gibi Avrupa başta olmak üzere tüm çağdaş ve demokratik ülkelerin halklarının, aydınlarının ve liderlerinin desteğine ihtiyacımız var. Bunun da ötesinde, dünyanın ezilen tüm halk ve aydınlarının, dünyanın neresinde olursa olsun her tür antidemokratik uygulamaya karşı birlikte başkaldırmalarına ihtiyacımız var.
Bu nedenle burada, şu an aramızda olan aydınlar başta olmak üzere tüm dünya aydınlarına ve Avrupa ülkelerinin tüm liderlerine ve halklarına seslenmek istiyorum: Aynı Tanrı'nın çocukları olarak aynı göğün altında ve aynı toprağın üstünde yaşadığımız bu dünyada hepimiz akrabayız, hepimiz kardeşiz. O halde neden aynı özgürlüğü yaşamıyoruz?
Saygılarımla.
* Ferhat Tunç; Türkiyeli Kürt Müzisyen
4