Nuray Mert, 9 Ekim tarihli Radikal’deki köşesinde, “Bilim budalalığı” başlıklı yazısında diyor ki: “Evrim teorisi de, adından da anlaşılacağı gibi bir 'teori'dir, yani varsayımdır. Teoriler bir yere kadar, bilimsel gelişmelere zemin oluşturabilir, nihai sorulara gelince teoriler varsayım sınırında kalır.”
Bilimsel alanda teori herşeydir...
Bu çok sık rastlanan, yaratılışçıların bayıldığı türden bir yanlış. Oysa teorinin varsayım manasına gündelik dildeki kullanımıyla bilimsel tanımı birbirlerinden çok farklı şeylerdir; “evrim teorisi gerçek değildir, sadece bir teoridir” iddiasını ileri sürebilmek için bilimin işleyişinden tamamen bihaber olmak gerekir. Bilimsel alanda “teori”nin, yani kuramın üzerinde bir nokta yoktur, nokta. (Kuramlar yanlışlanamaz mı? Tabii ki: Aşılırlar, terk edilirler, geliştirilirler... Bilimsel yöntemin ayırıcı niteliği de zaten bu.)
Gerçek, hipotez, yasa, kuram gibi bilimsel işleyişe ilişkin temel terimlerin bilerek ya da bilmeyerek yanlış kullanımı, sanki ortaya birtakım kuramlar atılıyormuş da bunlar kabul edilirse gerçeğe veya yasaya dönüşüyorlarmış sanısını yaratabiliyor. Tersine: Evrim teorisi gibi bir teori (kuram), bir dizi bilimsel gerçeği, sınanmış hipotezleri, mantıksal çıkarımları içerir, “sadece teori” deyip geçtiğiniz şey, bilimsel olan her şeydir neredeyse...
Mert’in bu hatasında ısrarcı olduğunu görmek için 18 Ocak’ta yine Radikal’deki köşesinde yayımlanan “Yaratılışçılar Kudurmaz” başlıklı yazısını hatırlayabiliriz: “Evrim teorisine inananların bunu 'tartışmasız bilim' makamına çıkarma çabalarına sonuna kadar karşıyım, ama bir teori olarak istenildiği kadar okutulsun.”
Mesele inanç değil, inancı bilimmiş gibi sunmak
İşte demokrasi… Yaratılışçıların bütün istediği de bu: Evrimin yanı sıra, akıllı tasarım ‘kuramı’ da okullarda okutulsun, isteyen istediğine inansın. Öyleyse liselerde kimya dersinde simya da okutulsun, üniversitelerin astronomi bölümlerine astroloji kürsüleri (Kova burcu anabilim dalı?) konsun, olmaz mı? Şaka bir yana: Bilim dünyasının yaratılışçılara karşı çıkmasının sebebi, bu insanların dünyanın yaradılışına ya da Tanrının varlığına dair inançları değil, bu inancı bir bilimmiş gibi sunmaya, bir sözde-bilim yaratmaya çalışmaları… “Akıllı tasarım” denen şeyin yanlışlanabilir, sınanabilir bilimsel bir kuram olduğunu sanırım –ve umarım– Nuray Mert de iddia etmeyecektir.
“Kesintili denge” kuramıyla Darwinci evrim kuramına yeni bir paradigma getiren (“sadece bir paradigma”) ünlü paleontolog Stephen Jay Gould, din ile bilimi “birbirleriyle örtüşmeyen hükümranlıklar” olarak tanımlamıştı. Birincisi inançlarla, öteki olgularla ilgilenir, dolayısıyla kendi sınırları içinde kaldıkça arada bir çelişki olması gerekmez. Makul bir anlaşma önerisi gibi görünüyor: Ben senin alanına bulaşmayayım, sen de benimkine.
Avrupa Konseyi bir tür bilimsel sahtekarlığa karşı çıkılıyor
Yaratılışçılık, bu anlaşmanın bozulmasıdır işte, inancın bilim kisvesine büründürülmesidir, yoksa birtakım insanların dünyanın 10.000 yıl önce yaratıldığına, türlerin değişmediğine inanıp inanmamaları meselesi değil. Yani Mert’in sandığı gibi, “yaratılışa inanmak, insan haklarına ve demokrasiyle ters düşer” diyen yok, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin kararında, yaratılışa ilişkin inançların bilimmiş gibi yutturulmasına, bir tür bilimsel sahtekârlığa karşı çıkılıyor. Örneğin Adnan Hocacıların sözde müzelerine, köfteci dükkânlarına kadar koymayı başardıkları küçük “evrim yoktur” vitrinlerine, mahkeme kararıyla birtakım sitelere erişimi engellemelerine…
Bu arada, Mert’in sandığı gibi evrim, “üzerinde tüm dünyanın hâlâ tartıştığı”, yarın öbür gün miadı dolacak bir “varsayım” değil; biyolojik dünyayı olanca karmaşıklığıyla açıklama yeteneğine sahip, bırakalım fosil kayıtlarını, her gün laboratuvarlarda, genetik araştırmalarda binlerce kez doğrulanan, dört başı mamur bir kuram.
Bütün dünyanın bu kuram üzerinde tartıştığı söylenebilir yine de; evrimin olup olmadığı değil, mekanizmaları tartışılıyor. Çağdaş fiziğin olduğu gibi, biyolojinin de çözmesi gereken bir dizi “problemi” var.
Dinin de bilimin de işleyişini anlamaya çalışmak...
Mert’in bilimden ne anladığını, bilim felsefesi hakkında ne düşündüğünü tartabilir, bu konuda fikir yürütebiliriz. Söylediklerinin üzerinde durulmaya değer yanı, aslında çok yaygın birtakım yanlış anlamaların ve yarım doğruların bir derlemesi oluşundan ileri geliyor...
Dinden söz edildiği an, konunun kör inançlar ve hurafelerden ibaret olduğunu düşünen pozitivistler vardır. Oysa denir ki, sığlığa düşmeksizin herhangi bir alanı eleştirmek için, biraz olsun onun iç mantığını anlamaya çalışmak, işleyişine nüfuz etmek gerekir.
Din için olduğu kadar, bilim için de doğrudur bu; kulaktan dolma bilgiler ve klişelerle hareket etmek yerine evrim kuramını biraz ‘çalışmak’ daha iyi sonuçlar verebilirdi. Bir de, “pozitivist” deyince akan suların durduğu inancından sıyrılmak hiç fena olmaz doğrusu. (MA/NZ)