Baba (Godfather) filminin kahramanı Don Corleone'nun yüzü ikiye bölünmüş gibidir, bir yanında sabit bir öfke, diğer yanında acımasızlık ifadesi asılıdır.
Fatih Terim'in antrenörlük kariyerine başladıktan sonra yeniden inşa ettiği fiziksel görünümünde Francis Ford Coppola'nın muhteşem filmi Baba'nın Don Corleone imgesinden ilham almadığını, hatta zaman zaman aynaya bakıp da "Ne kadar da sertim, aynı Baba'ya benziyorum" diye düşünmediğini, söylemek zor...
Ama nihayetinde Baba bir film kahramanı olduğundan, Terim'in ona öykünen halleri, hele saha kenarında, hiç doğal görünmüyor...
Fatih Terim mavi blazer'ı, bronz teni, ölçülü miktardaki göbeği, çok aşırı saldırgan hal ve tavırlarıyla saha kenarında maç dışında bir başka "seyirlik" olarak varoluyor ve gerçekten hiç inandırıcı görünmüyor...
Euro 2008 boyunca Terim'le aynı sahada gördüğümüz ve herhalde en az onun kadar kazanmak isteyen teknik direktörler ne kadar kendi hallerinde ve sakindiler...
Fakat Terim'in bu "agresyonu" bir yaka rozeti gibi taşımakta ısrar etmesinin haklı gerekçeleri yok değil.. Baksanıza eski futbolcu yeni yorumcu Sergen Yalçın "Fatih Hoca, hem değişiklikleri, hem de kenardaki agresifliğiyle 75 dakika sahada dolaşan takımını hayata döndürdü, herkesi motive etti" diyor.
Motivasyon?
Ben bile maça bakınca, hiç anlamam ama, ortada bir savrulma hali olduğunu, sonuçların "ilahi" tesadüf(ler) eseri olduğunu gördüm. O zaman "Euro 2008 başlayıncaya kadar bertaraf edilmemiş hazırlıksızlık haline boşver çık sahaya bağır çağır ortalığı kaldır, futbolcular 'motive' olsun ve maçı kazanalım." Böyle mi yani?
Fatih Terim'in çoook meşhur "motivasyonculuğunun" Kadir İnanır'ın bir zamanlar aynı dizide oynadığı oyuncuları motive etmesine, içerik olarak benzemese de, tür olarak benzediğini söyleyebiliriz o halde...
Sırf Terim öfkelenmesin diye...
Terim "yeşil sahaların" kenarında kendinden geçmiş bir biçimde yüzünü korkutucu hallere sokup, tükürüklerini saçarak bağırıp çağırdıkça, şişen egosunun patlamasından bu kadar mı çok korkuyor diye merhamet bile duymaya başlıyorsunuz...
Bu durumda oyuncuların haline daha da çok üzülmemek elde değil... Kimbilir bu agresyonun misliyle fazlasını soyunma odasında yaşamamak için hatta sırf Fatih Terim kendinden geçmesin diye canlarını dişlerine takıyorlar, durumu kurtarıyorlar...
Herhalde, iyi oynayın maçı kazanın yoksa Terim sizi ham yapar diye bir taktik olamaz...
"Çılgın Türk"ten "darağacına"
Öte yandan bugünün gerçek spor analizinden ziyade "milliyetçi" hezeyanlara emanet edilen manşetleri Fatih Terim'e de hak vermeyi mümkün kılıyor.
"İşte Fatih’in Aslanları" (vatan)
Bu, dünya futbol tarihine hediye edeceğimiz bir zafer.. Önümüzden ‘Çek’ilin, Çılgın Türkler geliyor."
"Türk mucizesi" (Hürriyet)
"Türkiye uzatmada vuruyor" (Hürriyet)
"Silahlarıyla vurduk" (Hürriyet)
"Çek'tik Kopardık" (Sabah)
Ayrıca Terim bugün basın açıklamasında "Kaybetseydik muhtemel dar ağaçları kurulabilirdi. Oyuncularım ve ben orada asılabilirdik. Demekki biz dar ağaçlarını da yıkıp geçtik" diyor.
Tencere-kapak...
Başlıklar "vurmaktan" sözediyor, Fatih Terim "darağaçlarından".... Tencere kapağını bulmuş demek de o kadar kolay değil bu durumda...
Çünkü bu tencere de kapak da futbolseverleri, geniş kitleleri "Viyana kapılarında dayanmış Osmanlı" hissiyatına taşımakta hiç bir beis görmüyorlar... Oysa Fatih Terim'in deyimiyle "resultante importante" (önemli olan sonuçtur)... Bakalım bizim için nihai sonuç ne olacak? (NZ/EZÖ)