Birkan Bayındır’la ilk kitabı “Düşkapanından Kaçan Elma” üzerine konuştuk.
Öykücülüğü seçmesinin nedenleri, öykülerinde aktardığı detaylar, “Düşkapanı” ve “elma”nın ifade ettikleri ve İngiltere’de örgütlenen “Gerilla bahçıvan” hareketi…
İlk kitabınız, “Düşkapanından Kaçan Elma” geçtiğimiz aylarda Notabene yayınevinden çıktı. İlk kitabınız bir öykü kitabı. Neden öykü, öyküyle nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?
Belki de yazmayı en çok istediğim edebi tür olmasından dolayı öyküyü tercih ediyorum. Sadece öykü mü yazacağım? Hayır, başka türlerde de yazmayı seviyorum. Aforizmalar kuşağından hızla ve yenice geçtiğimiz bu günlerde öykü aynı zamanda keyifli de bir imkân. Ayrıca iyi bir öykünün gerçekliğe kattıkları beni her zaman çok etkiler.
Roman daha çok sanki bir eşlik etme halidir. Oysa öykü; mesela, şöyle bir örnekle anlatacak olursam, tatlının yanında çay seven biri için tam ağzıma bir lokma atacakken masasının üstüne sıcak, demli bir çay bırakılması gibi bir duygu katar. Öncesinde, sırasında ya da sonrasında fark etmez. Öyküyle ilgili böyle hissedince de cazibesine kapıldığımı ve kalemimi kendisine bağladığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Kitabınızın adı ilginç geldi. “Düşkapanı” mı var etrafımızda, elma kaçmayı başarıyor mu, biraz açar mısınız? Neden elma?
Evet. Evde bir tane var. Kızım hiç olmazsa koridorunda koşturur diye sevinerek taşındığım ama hızla büyüyeceğini o zaman düşünemediğimden pek de koşu parkuru olarak kullanılmamış olan, koridordaki kitaplıkta duruyor. Aslında yeri sürekli değiştiğinden bugünlerde orada olduğunu söyleyebilirim.
Ona bir dostum “kâbus kapanı,” demişti. Uykular da uyanıklığımızın parçası olduğu için düşkapanı için güzel bir tanımdı. Kızılderililerin kültürel öğelerinden biri bana biraz da şamanları çağrıştırıyor. Ferahlatıcı bir imgenin kitabım adında bulunmasının sebebine gelince, kâbusların hepsi düşkapanında toplanıyorsa elmanın var olabilmesi için ondan kaçması gerekmiyor mu?
Kitabımın adının elma olmasını çok istiyordum. Sevgili editörüm içeriği yeterince temsil etmediğini düşündü. Haklıydı. Elma ama nasıl bir elma? Neden elma? İşte sonuç ortada ben kendi adıma rahatlıkla içime sindiğini söyleyebilirim. Umarım içeriğindeki öyküler, okurlarına düşkapanından yani kâbuslardan kaçmanın o rahatlatıcı tadını bırakır.
Elmaya gelince o sadece bir imge. Orada biraz mizah var. Olmazsa olmazımız biliyorsunuz. Havva Ana'mızın Adem Baba'mızı kandırırken kullandığı, Pandora'nın kutusu gibi bir meyve. Peki, sizce o anlatıdaki en masum kim? Bence elma.
Bir yandan da ısırılmış bir elmanın sembolik ifade gücünü düşünün ya da külkedisi masalındaki elmanın etkisini hepsinde elmanın bir temsil değeri var. Kitaptaki öyküler de birer elma aslında ve bir ısırık alıp uykuya da dalabilirsiniz, yeni bir gerçeklikle de karşılaşabilirsiniz, yüzünüze keyifli bir gülümseme yayılabilir ya da sadece yeni bir öykü okumanın tadına varıp elmanızdan bir ısırık daha alabilirsiniz. Mesela "Beyaz Şeytan Tüyleri," öyküsünde Max öyle yapıyor.
Kitabın ilk öyküsü Beyaz Şeytan Tüyleri, çok özel bir öykü. Kitabın kapağıyla da örtüşüp metinleri farklı bir anlama büründürüyor. Bu öyküde anlatılan meseleden çok, yarattığınız atmosfer çok çekici ve akılda kalır nitelikte. Kar, kış, yeni gelen yıl, yalnızlık, yalnızlığa eşlik eden geçmiş… Bir yerde öykü kahramanımız Max, o bembeyaz kış bahçesine çıkıp elma çekirdekleri gömüyor toprağa. “O bir gerilla bahçıvandı” diyorsunuz. “Elma çekirdekleri” neyi anlatıyor burada ve “gerilla” mı olmalıyız doğayı, dünyamızı, kendimizi kurtarmak için?
Aslında zor bir soru; yine de cevaplayayım. İşin aslı daha önce öykü bir imkândır derken kastettiğimin bir örneği tam olarak bu öyküde karşılığını buluyor.
"Gerilla bahçıvanlar İngiltere'de çeşitli eylemlilikler yapan aktivist bir gurup ve onların var olduğunu duyduğumda bu beni çok mutlu etmişti. Çünkü çevreye karşı duyarlı olmanın pratik eylemlilik noktasında bir ipucu sunuyorlardı. Yapılacak ne kadar çok şey olabileceğine dair bir hareket tarzı gösteriyorlardı.
Öykü kişisinin daha iyi anlaşılabilmesi için de, "çünkü o bir gerilla bahçıvandı. Her ne kadar gerilla bahçıvanlar son dönemde Londra'da ayçiçeği tohumu dağıtıyor olsalar da..." (sf.14) yazma ihtiyacı duydum.
Ben şiddet karşıtıyım. Bunu söylemek, orada burada dile getirmek değil sadece mesele. Öykülerim de buradan besleniyor. Zor zamanlarda gelecek için yaşamayı savunuyorum. Dünyanın acılarına karşı cahil ya da duyarsız olmak da istemiyorum, bu acının içinde eriyip yok olmak da ve kendi adıma bir şeyler yapmak noktasında yazıyı seçtim.
Adını bilmediğim bir gerilla bahçıvan ayçiçekleri tohumu dağıtıyor olabilir belki bir yerlerde alternatif eğitim adına yeni bir deneme için bir toplantı vardır başka bir yerde de hayvan haklarından bahsediliyordur. Hepimiz birbirimize bağlı ve birbirimize karşı sorumlu değil miyiz? Bence öyleyiz. Bu nedenle silah sanayini besleyecek tek söz yazmak istemem ve yazdıklarımın tamamının bir şekilde bu yere çıkması hoşuma gider.
Şirketlerin çeşitli yerlerde silah stoklarını tüketmek için satış artırıcı reklamlarla insanları birbirine düşman edebilmesi dünyanın bugünün gerçeği. Umarım ki geleceğin olmaz. Bana böyle olmayacağına dair tüm dünyaya baktığımızda yavaş da olsa bir ilerleme varmış gibi geliyor. Ve tabii ki bütün bunların yansıması öykülerimde görülüyordur diye düşünüyorum. Ne de olsa Max, Klara yokken bile elma ağacı çekirdeğini toprakla buluşturma enerjisini kendinde buluyor.
Öykülerinizde sürekli tekrarlanan bazı şeyler var. “İncelik”, “geç”, “zaman” gibi. Bununla ilgili bir şeyler söylemek ister misin? Sorumu biraz daha detaylandırırsam, kitabı oluşturan öykülerin bütününde gizli bir isyana eşlik eden mizah duygusu ve ironi seziliyor.
Bazı kavramlar hayatımızda da çok geçiyor. Belki biraz bundandır.
Bir yerde şöyle düşündüğümü hatırlıyorum. Dünyada çok fazla acı var. Bu aslında bir isyan cümlesi olarak da okunabilir. Bu cümleden sonrası bir ağırlığı hafifletme çabasıyla şekillenmeye başlamış olmalı. Şimdi bakınca böyle olduğunu görebiliyorum. Bilmiyorum kitabımı okuyanlar için de öyküler bu etkiyi yaratır mı?
Durum öyküleri yazıyorsunuz, diyebilir miyiz? Bu minvalde açmanız için, kitapta yer alan Demlikteki Öykü, Kaçamak gibi kısa ancak yoğun metinler de söz konusu. Öykü neden kısalıyor sizce? Uzun hikayelerin yerini kısa öyküler alıyor gibi.
Durum öyküleri meselesinde bu soruyu ben de kendime defalarca sordum. Dağların, ovaların, denizlerin, göllerin, ırmakların üstünde uçarken işte bu Babadağ, dorukları yine sisli ve karlı demek bir durumu mu anlatır? Bir yandan da sıcaktan bunaldığı için günlerce bankalarda serinlik arayacak hiç kimse olabileceğini düşünemiyorum.
Düsturunu edebiyatın kendisinden öğrendiğim bir yolda yürümeyi tercih ediyorum. Bu da bana öyküdeki sözcük sayısına değil başka bir şeylere bakmamı söylüyor.
Demlikteki Öykü, Kaçamak, kitapta bunlar ve başka kısa öykülerin olması bu kitabı kısa öykü kitabı yapmıyor.
Sadece kahve içilen bir yerde tek çeşit kahve yoktur. Hangi kahveyi söylersem söyleyeyim iyi olacağını bildiğim kahvecileri tercih etmeye çalışırım. Öykülerimin de böyle olmasını istiyorum. Dolayısıyla uzunluğu belirleyen öykünün kendisi oluyor.
O zaman şimdiki sorumuz bu söylediğinden doğru gelsin? Kimdir "Düşkapanından Kaçan Elma"nın yazarının gönlünü alan öykücüler?
Yazarlar diye sorsanız ilk olarak hemen Dostoyevski deyip doğru şıkkı işaretlemiş öğrenci gibi arkama yaslanabilirdim. Tabii ki test çözmüyoruz ama doğru şıkkı işaretledikten sonra şöyle devam edeceğimi de söylemek isterim. Kosinski, Ursula, Palahnuik, Woolf, Kundera, Camus, Robbins... Sadece öyküye gelinceyse Borges, Holst, Palatonov, Çehov, Marquez, Zewing, Henry, Poe ve Gogol diyebilirim.
Buralara geldiğimizde kimleri söylemek istersiniz?
Beni Atılgan doğurdu. Atay büyüttü. İlk kumdan kalemi Özlü’yle yaptık. İlk sıra arkadaşım Abasıyanık’tı. Bener'le de aynı sınıftaydık. Hayallerle anlatmayı bir kenara bırakıp bereketli topraklardaki tüm öykücüleri okumaya çalıştığımı ve yazımı beslediğini düşündüğüm çok sayıda öykü olduğu için kendimi çok şanslı saydığımı söylemek isterim.
“Düşkapanından Kaçan Elma” kitabında öykülerine müzik eşlik ediyor diyebilir miyiz?
Evet kitabın leitmotifi bile diyebiliriz. Müzik o kadar bizimle, hayatımızın içinde ve parçası ki "Düşkapanından Kaçan Elma"nın da içinde geçen bir öğe oldu. Her öyküde bir tutam müzik var. (YK/EKN)