1908'de İkinci Meşrutiyet'in ilanıyla padişahın yetkileri sınırlanıp özgürlüklerin önü açılınca tartışabilmenin, düşündüğünü söyleyebilmenin önü açılmış, bu ihtiyacı karşılamak üzere onlarca gazete, mizah dergisi ortaya çıkmıştı. Bu tarih, sansürün kaldırılışının yıldönümü olarak kutlanıyor, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti bu akşam Dolmabahçe Sarayı'nda bir resepsiyon verecek.
Aradan 101 sene geçmesine rağmen Beyoğlu'nda konuştuğumuz insanlar arasında sansürün kalktığını düşünen pek yok.
"Sansür toplumda içselleştirilmiş"
Arka Opera kitapçısında çalışan İstanbul Üniversitesi öğrencisi Hacer Mete özellikle medyada sansürün çok yaygın olduğunu düşünüyor:
"Her şey putlaştırılıyor, dokunmak yasak. Yöneticiler de her şeye müdahale ediyorlar. Karikatürün bile yasaklandığı bir ülkede yaşıyoruz. Sadece devletin başındakiler sebebiyle de değil, toplumda içselleştirilmiş bir şey sansür. Arkadaşlarla konuşurken bile ortaya çıkan bir şey."
Sansürün tüm dünyada yaygın olduğunu belirten Mete, "Avrupa daha açık bu konuda. Ama Amerika bizden de beter. Aslında sansür dünya düzeniyle bağlantılı, globalleşme dediğimiz şey bunun üzerine kurulmuş" diyor.
Avukat Muzaffer Sönmez de Türkiye'de yasal olarak sansürün fazla olmadığını ama ciddi bir oto-sansür mekanizmasının işlediğini dile getiriyor. Sönmez: "Bu mekanizma çeşitli çıkar ilişkileri ve korkular yoluyla benimsenmiş insanlar tarafından. Milli karakter ve duygularımız itibariyle de oto-sansüre meyyaliz. Ne kadar çok AB yasaları uygulanır ve insanlar yönetime katılırsa o oranda bu durum iyileşebilir."
"101 sene sonra yine sansür olacak"
Müzisyen Hüseyin Delen ise o kadar umutlu değil. "101 sene sonra yine konuşsak yine sansür olacak" diyor. Sorunun Türkiye'deki rejimle ve kültürle ilgili olduğunu dile getiren Delen, "Demokrasi yok. Giderek de azalıyor, çünkü giderek yüzümüzü doğuya, Araplara dönüyoruz. Yöneten de aynı, yönetilen de. Böyle olunca kimse birbirine güvenmiyor."
Seyyar takı satıcısı Seval Hanım da "güvenememek" ten dem vuruyor. "İnsanların birbiriyle konuşmaktan çekindiği bir toplumda konuşma özgürlüğü olmamasına şaşmamalı. Etrafımıza olan güveni kaybettik, herkes yanlış bir şey söylemekten çekiniyor. Ayrıca ne kadar konuşursak konuşalım, bir şey değişmiyor. Burada her gün bir sürü miting oluyor da ne oluyor? Yöneticiler ne isterse o oluyor. Onların bir şeyleri değiştirmeyi istemeleri önemli."
"İnsan hayatına değer verilmiyor"
İkinci el kitap ve plak satıcısı Ergun Hiçyılmaz, Türkiye'deki pek çok problem gibi sansürün de temelinde yatan sebebin "insana değer vermemek" olduğunu söylüyor. 44 yıllık gazeteci ve yazar Hiçyılmaz ekliyor:
"Türkiye'de yaşamanın bir sansürü var. İstiklal caddesi boyunca kazanının altında tüp taşıyan onlarca mısır satan araba var. Bu kadar ölüm ruhsatı verilmez. Kızın yolda yürürken kafasına cam düşüyor. İnsan hayatı beş para etmiyor. Kendilerine fazla fazla değer veren yöneticiler, insana değer vermiyorlar. Sonra bu toplumda yerleşiyor. Asıl sorun insan hayatına konan gizli sansür. "
57 yaşındaki emekli Ahmet Bey ise sansürün eski yıllarda daha az olduğunu dile getiriyor. "15-20 yıl önce TRT'de her şey serbestti. Sinemada her şey apaçık gösteriliyordu. Sansür nadirdi. Kanallar arttıkça rekabet de arttı, sansür de."(EG/SÇ/EÜ)