"... Apollon onuruna düzenlenen törenlerde kazananlara ödül olarak eskiden bronz üçayaklı kazanlar verilirdi; bunu kazanan alıp tapınaktan dışarıya çıkaramaz, tanrıya adak olarak orada bırakırdı. Halikarnassoslu Agasikles adında birisi, bu âdeti umursamamış, kazandığı üçayaklı kazanı evine götürmüş, duvara asmıştı. Bunun üzerine diğer beş kent, Lindos, Ialysos, Kameiros, Kos, Knidos ve altıncısI, Halikarnassos'a tapınağın kapılarını kapatmışlardı. Onlar da onu işte böyle cezalandırmışlardı." Herodotos I. 144.
Olimpiyat oyunlarının geçmişi günümüzden tam 2780 yıl öncesine gitmektedir. İlk olimpiyat oyunları MÖ 776'da düzenlendi. O tarihten MS 393'e kadar, yani Roma İmparatorluğu yönetiminin Doğu ve Batı olarak ikiye ayrıldığı döneme kadar (MS 395) her dört yılda bir tekrar edilerek yaklaşık 1000 yıl sürdürüldü. Olimpiyat oyunlarının sona ermesi Roma imparatoru I. Theodosius'un bu oyunları yasaklaması sonucudur; bir anlamda paganizmin ya da çok tanrılı inancın sona ermesi ve Hıristiyanlığın baskın inancı oluşturması, pagan inancın içinde barındırdığı sosyal ve kültürel etkinliklere de darbe vurmuştu. Pagan tanrılar adına oyunlar düzenlemek, artık olmayacak bir işti. Ayrıca Hırıstiyan ahlaki değerlerle çatışan bir etkinliğin bundan böyle sürdürülmesine ne gerek vardı ne de imkân. Atletizm oyunlarında sergilenen çıplaklık, örtülmek yerine tümden yasaklanmıştı. Ancak, atletizm oyunları (güreş, boks, disk atma, cirit atma, uzun atlama, koşu vb) ve özellikle araba yarışları bu kez Hırıstiyan kisvesi altında hâlâ yapılmaktaydı; Constantinopolis'teki hipodrom, bu tür oyunların sergilendiği yerlerden biriydi.
(...)
Eski Yunanca'daki atlet sözcüğü genellikle bir yarışma anlamında olan eril form (athlos) ya da daha çok yarışma ödülü anlamında olan cinssiz formdan (athlon) türetilmiştir. Bu iki anlamdan kuşkusuz yarışma (athlos) sözcüğü daha eski ve sözcüğün köküdür. Atlet sözcüğü (athleter) ilk önce Homeros tarafından kullanılmıştır. Athlios sıfatında "mücadeleden acı çeken" anlamı vardır. Nitekim Pindaros bir atleti "acı çekmekten hoşlanan kişi" olarak tanımlar.
Atlet bir şey için yarışan kişidir. Fakat eski Yunan toplumunda atleti yarışmaya çeken, kazandığı zaman verilecek ödülün maddi değil, manevi değeridir. Kimi zaman kazanılan ödülün alınıp götürülmesi yerine, tapınağa bağışlanması atlete daha büyük bir onur sağlıyordu. Gerçekten de eski Yunan yaşamında üstün olma ve onur, en büyük erdemlerden sayılıyordu. Yarışma yaşamlarının her alanına girmişti; müzik, dram, şiir, sanat, hatta güzellik yarışmaları bile yapılıyordu.
(...)
Eski Yunanların yarışma sevgisi yaşamlarının pek çok kesimlerini etkilemiştir. Basit bir örnek olarak eski Yunanca "iyi"nin "kalos" anlamına bakalım. Eskiçağda, bir Yunan için "iyi" bir adam, "başarılı" bir adamdı. "İyi" olmak için başarılı olmak zorundaydı. Aynı şekilde "iyi bir koşucu", yarış kazanabilen bir koşucuydu. Hiç bir Yunan, "iyi bir kaybeden" olamazdı: bir kişi, daha kaybediyorken, "iyi" olarak düşünülemezdi.
Homeros Çağı'nda Oyunlar
(...)
Her ne kadar atletizm festivallerinin kökenini dinsel olaylara (özellikle cenaze törenlerine) bağlamak yaygın bir düşünce ise de elimizde kesin kanıtlar yoktur. Homeros'taki atletizm tanımlamaları dinsel olayların sonucudur; ama yalnızca toplanan insanları ağırlamak ve ölünün ruhunun hoşnut edilmesi için yapılan cenaze töreninin bir parçasıdır. Başka bir deyişle, bu gösteri niteliğindeki oyunlarda "bağımsız olarak örgütlenmiş bir atletizm yarışması" düşüncesini bulamayız. Herhangi önemli bir olay yarışma düzenlenmesi için bahaneydi: Savaş için ordunun toplanması, bazı büyük kabile şeflerinin evlenmeleri, cenaze törenleri vb. Toplanan insanları ağırlamak için en doğal yol, yarışma düzenlemekti.
(...)
Eski Yunanlar, insanların onur için dövüştükleri, Homeros'un da dediği gibi "her zaman birinci ve diğerlerine örnek olmak" için mücadele ettikleri bir kahramanlar çağının varlığına inanıyorlardı.
İlyada'da (XXIII. 262-897) kahraman Patroklos'un ölümü nedeniyle düzenlenen oyunları görmekteyiz: Akhilleus askerlerine toplanmalarını emreder ve gemilerden, yapılacak yarışmalarda kazananlara verilecek leğenler, üçayaklı kazanlar, atlar, katırlar, öküzler ve kadın esirler getirtilmesini söyler. İlk olarak beş yarışmacının yer aldığı araba yarışı yapılır ve bunu Diomedes kazanır. Bu cenaze oyunlarındaki araba yarışı ünlü vazo ressamlarından Sophilos'un MÖ 580 yıllarında resmettiği bir dinos parçası üzerinde günümüze değin gelebilmiştir. Patroklos onuruna düzenlenen bu cenaze oyunlarında araba yarışlarından sonra, oyunlara başkanlık eden Akhilleus bir boks karşılaşmasının yapılacağını bildirir. Ünlü boksör Epeios, kendisine rakip gösterilen Euryalos'u çenesine indirdiği bir yumrukla yere serer.
Üçüncü karşılaşma Odysseus ile Aias arasındaki güreştir; beraberlikle sonuçlanır. Güreşten sonra koşu yarışı gelir. Üç yarışmacı vardır: Odysseus, Aias ve Antilokhos. Aias öküz pisliğine basarak kayar. Odysseus da bu fırsattan yararlanarak onu geçer ve ödülü kazanır.
Daha sonra Aias ile Diomedes'in silahlarını kuşanmış bir halde dövüştüklerini görüyoruz. İzleyiciler sonuçtan öylesine korkarlar ki yarışmacıların dövüşü sona erdirerek ödülleri paylaşmalarını isterler. Çünkü dövüş, kahramanlarından birinin ölümü ile sonuçlanacaktır.
Altıncı yarışma disk (külçe) atmadır. Ödül bir külçe ham demir olup dört yarışmacı vardır. Yarışmacılardan ilki olan Epeios diski (külçeyi) o denli kötü atar ki, izyeyiciler güler. Polypoites müthiş bir atışla bütün yarışmacıları geçer ve ödülü alır. Son olarak ok ve cirit atma yarışmalarıyla oyunlar son bulur.
Odysseia'da (VIII. 100-125) ise Odysseus onuruna düzenlenen oyunlarda ki yarışma çoşkusunu ve kazanma gururunu görüyoruz. Troia'dan Ithaka'ya kadar süren uzun yolculuğunda Odysseus, Phaiakların ülkesine varır. Kralın kızı Nausika, onu babasının sarayına götürür. Burada Odysseus çok iyi ağırlanır, onuruna yarışmalar düzenlenir. Phaiak ülkesinin genç prensleri yarışmanın düzenleneceği yere gelirler; koşu, güreş, uzun atlama, disk ve boks yarışmaları yapılır. Bu arada kralın oğlu Laodamas, Odysseus'a meydan okur. Odysseus eline geçirdiği bir diski öylesine uzağa fırlatır ki kimse diyecek söz bulamaz. Odysseus'un üstünlüğü tartışmasız kabul edilir; kralın da araya girmesiyle olay büyümeden kapanır.
Atletizm Festivallerinin Ortaya Çıkışı
(...)
Festivallerin ortaya çıkışı çeşitli nedenlere bağlıdır. Geçmişleri çok eskilere giden birçok festival, tarım ve çiftçi yılı ile diğer bazıları ise tanrı ya da kahraman tapımı ile ilişkiliydiler. Birçok festival de, ülkeleri için savaşırken ölen komutan ya da askerlerin onuruna düzenlenen cenaze oyunlarında ortaya çıktı ve bu şekilde gelişti.
Ulusal atletizm festivallerinin ortaya çıkışı da kent-devleti (polis) sistemi ile doğrudan ilişkilidir. Homeros'ta atletizm festivali göremeyiz; ancak çok daha sonraları kent-devleti düşüncesinin yaşama geçirilmesi, bir arada yaşayan ve çeşitli oyunlar ya da gösteriler düzenleyen insanlara, bu oyunları belli bir düzen ve program dahilinde örgütleme olanağını vermiş olmalıdır. Homeros'taki oyunlar artık örgütlenmiş atletizm festivallerine dönüşmüştü. Kabile yaşamı örgütlenmiş atletizm oyunlarının gelişmesi için gerekli koşulları sağlamıyordu. Ülke, sürekli göçlerle ve savaşlarla rahatsız ediliyordu. Yüzyıllardır kuzeyden gelenlerin bazıları, ulaştıkları yerleri ele geçirerek, bazıları da yerli halkla kaynaşarak barış içinde oralarda yerleşiyorlardı. Fakat ülke onlar için dar geliyordu ve Akha Krallığı'nın çöküşünden sonra bir göç dalgası doğuya doğru geldi. Aioller, Ionlar ve Dorlar denize yöneldiler; Ege adaları ile Batı Anadolu'nun kıyılarını kapladılar. Buralara Yunan dili ve uygarlığının yanı sıra spor tutkularını da getirdiler.
Olimpiyat Oyunları
Oyunların MÖ 9. yüzyılda başladığı söylenir; fakat ilk Olimpiyat MÖ 776'ya tarihlenmektedir. Oyunlar, Peloponnesos'un (Mora Yarımadası) batısındaki Olympia'da yapılmaktaydı. Ozan Pindaros'a göre, Olimpiyat oyunlarının kurucusu Herakles idi. Olimpiyat festivallerinin düzenlenmesinden Elis kenti sorumluydu. Festival boyunca festivale katılacak olan kent-devletleri arasında bir barış anlaşması yapılırdı. Elis'ten yola çıkan haberciler bu kutsal anlaşmayı duyurmak için kentten kente dolaşır, yarışmacıları ve izleyicileri festivale davet ederlerdi. Saldırmazlık anlaşması üç ay kadar sürerdi. Oyunlar baştanrı Zeus onuruna yapıldığından, anlaşma sırasında tüm yarışmacılar ve davetliler Zeus'un koruması altındaydı. Oyunlar sırasında barış içinde olup huzursuzluk yaratacak her türlü davranıştan kaçınacaklardı. Hiçbir ordu kuvvetinin oyunların düzenlendiği kutsal topraklara girmesine izin verilmeyecekti. Bir defasında Spartalılar, bir Olimpiyat festivali sırasında saldırıya geçmişler ve bu yüzden ağır para cezasına çarptırılmışlardı; ödemeyi kabul etmeyince de oyunlardan ihraç edilmişlerdi. Yarışmalar, yalnızca erkeklere açıktı, kadınların katılması yasaklanmıştı. Fakat bazı istisnalar da yok değildi. Sparta kralı Arkhidamos'un kız Kyniska'nın Olympia'daki bir araba yarışında birinci olması, buna güzel bir örnektir. Nitekim arkeolojik kazılarda ele geçen bir heykel kaidesindeki yazıtta aynen şunlar yazıldır:
Sparta kralları babalarımdı,
kardeşlerimdi,
Ama ben Kykiska, arabam ve
fırtına gibi atlarımla
Kazandığım için ödülü, heykelimi
dikiyorum buraya
Ve gururla ilan ediyorum ki
Bütün Yunan kadınlar arasında
Tacı ilk taşıyan ben oldum
Ancak Olympia'da yarışmayan kadınların, kendi festivallerini düzenlemelerine izin verilmişti. Örneğin Hera onuruna düzenlenen Heraia festivali bunlardan biridir.
Olimpiyat festivali düzenleyicileri "hellanodikai" olarak adlandırılıyordu. Önceleri tek kişinin üstlendiği bu düzenleme komitesinin işlerini, daha sonra Olimpiyat festivali'nin büyümesiyle, dokuz ve son olarak da on kişi yürütmeye başladı. Düzenleme Komitesi programı denetliyor ve yarışmacıların durumlarının yarışmaya uygun olup olmadığını kontrol ediyordu. Aynı zamanda festivalin harcamalarını da kontrol edip ödüllerin dağıtımını sağlıyordu.
Olimpiyat festivali yaz ortalarında düzenleniyor ve beş gün sürüyordu. Günün oyunları, Düzenleme Komitesi'nin (Hellanodikai) stadyuma girişi ile başlardı. Mor cüppe ve başlarında çelenk taşıyan bu komite üyelerinin oturacakları yerlerde ayrılmıştı.
Her yarışmanın sonunda kazanan duyurulurdu. Düzenleme Komitesi başkanı ödül olarak yabani zeytinden baş çelengini takdim ederdi. Bu çelenk, Zeus tapınağının hemen arkasında bulunan kutsal zeytin ağacından, anne ve babası sağ olan safkan Yunanlı bir çocuk tarafından altın orak ile kesilirdi.
Atletizm Eğitimi
(...)
Öğrenciler olasılıkla yaşıt olan gençlerdi. Palestraya geldiklerinde soyunuyorlardı; bütün beden eğitimi çalışmaları çıplak yapılırdı ve çıplak yarışmak isteği onları yabancı uluslardan ayıran özelliklerden biriydi. Öğrenciler banyo yapar, yağlanır ve pudralanırlardı. Antrenmanlarda koşu, disk, atlama, cirit ve güreş çalışıyorlardı. Bazı yaşı ileri öğrenciler, deneyimli olduklarından daha ileri gidip boks ve pankreas yapabiliyordu. Pankreas, güreş ve boks karışımı bir spordu; bugün halen Uzak Doğu ülkelerinde gösteri niteliğinde pankreas karşılaşmaları yapılmaktadır.
Antrenmandan sonra öğrenciler soyunma odalarına (apodyterion) dönerlerdi. Strigil denen tunçtan kazıma aletleriyle, vücutlarında biriken kir, yağ ve teri temizlerlerdi. Son olarak da banyolarını alıp günlük eğitimlerini bitirirlerdi. Beden çalışmalarının çoğu, müzik eşliğinde yapılmaktaydı; çünkü Atinalılar, fiziksel uyum kadar zerafet ve ritme de önem veriyorlardı. Bu yüzden palestrada çoğu kez bir flütçü bulunurdu. Öğrenciler çalışmaya başlamadan önce birbirlerine masaj yaparlardı.
Atletizm oyunları
Koşu
Homeros çağında yarışmacılar belli uzaklıktaki bir işarete koşup çevresinde dönüyor ve tekrar başlama noktasına geliyorlardı. Eski Yunanlar bugün olduğu gibi kavisli bir parkurda değil, düz bir koşu yolunda koşuyorlardı. Başlama noktası ile son dönemeç arasındaki mesafe bir stad uzunluğunda olduğundan, koşu yapılan yere de stadium (stadyum) deniyordu. Geç devirlerde koşucular bir ipin ya da bir çubuğun arkasında yer alıyorlardı; onun bırakılması başlama işaretiydi.
Çıkışta koşucuların dizleri hafif bükülmüş ve ayaklar birbirine yakın dururdu. Yunan atletlerin çıkışlarını, bugünkü gibi, ellerini yere dayayarak ya da vücut eğilmiş durumda yaptıkları ileri sürülmekteyse de bunu gösteren bir kanıt yoktur.
Olimpiyat programında dört koşu yarışı vardı:
Stad: Yaklaşık 185 m.
Diaulos: İki stad yarışı
(185 m. x 2 m.)
Dolikhos : Uzun mesafe koşusu
Silahlı koşu: MÖ 6. yüzyılın sonuna doğru programa girmiştir.
Gerçekte bir ordu talimi olan bu yarışmada koşucular silahlarını ve zırhlarını kuşanmış olarak yarışıyorlardı. Bu koşu türü MÖ 450'den sonra bırakılmıştır.
Ayrıca meşaleli koşular da vardı. Meşale sönmeden olabildiğince çabuk sunağa koşulurdu. Takım yarışında, takım oyuncuları aralıklı olarak koşu yoluna dizilirler ve biri diğerine meşaleyi söndürmeden ulaştırırdı, tıpkı bugünkü bayrak yarışında olduğu gibi.
İlk zamanlarda koşu yarışları trompetin çalınması ile başlıyordu. Eğer hatalı bir çıkış olduysa olasılıkla trompet ikinci kez çalınarak, atletler geri çağrılıyordu.
Uzun Atlama
(...)
Uzun atlama için başlama eşiği vardı. Başlama eşiğinin önü kazılıyor, atlayıcının yumuşak bir düşüş yapması ve ayak izinin alınması için içi kum ile dolduruluyordu. Atlayıcı, skamma adı verilen bu kum havuzunun hemen gerisindeki atlama eşiğine değin koşuyor ve atlayışını ellerinde atlama ağırlıkları olduğu halde yapıyordu. Düzgün bir ayak izi vermeyen atlayış, geçerli sayılmıyordu. Bir atlet, atlayışını yaptıktan sonra, bıraktığı izi kendisinden sonraki atletlerin izleri ile karışmasın diye o noktaya çivi saplanırdı. Günümüz bilim adamları önceleri, bu tahta çivilerin yarışmacıyı düzgün bir atlayış yapmadığı takdirde, zaman zaman zor durumda bırakabilecek ve ayrıca izleyenlere zevk ve heyecan verecek bir tür engel olduklarına inanıyorlardı.
Ağırlıklarla atlayacak olan atletin başarısı kısmen ağırlıkların havadaki hareketine, kısmen de atlama öncesi eşiğe değin olan koşuya bağlıydı. Atlayıcı, atlama sırasında ağırlıkları önce öne doğru sallar, böylece ayaklar ve kollar havada paralel olurdu; yere inmeden önce ağırlıkları arkaya doğru savururdu ki bu bacakları öne doğru ittiren ve atlayışı uzatan bir harekettir. Yere inme anında ise, dengeyi korumak ve geriye doğru düşmeyi engellemek için ağırlıklar yine öne doğru savrulurdu.
Atlayış yapılarken flüt ile eşlik ediliyordu. Atlama ağırlıklarının kullanımı ve bunların vücudun havadaki hareketine uyumu, flütçünün önemini açıklamaktadır. Flütten çıkan ses, ritmik probleme yardımcı olmaktaydı.
Disk Atma
(...)
Disk atacak atletin durduğu yere balbis denirdi. Balbis, Philostratos tarafından, Apollon'un attığı disk ile ölen Hyakinthos'u anlatan bölümde, "arkası dışında sınırlandırılmış küçük bir yer" olarak tanımlanmaktadır. Atışı yapacak olan atlet, istediği yere kadar gerilebilsin diye, arkaya sınır konulmamıştı. Atış, balbisten diskin düştüğü yere değin ölçülürdü. Atletler sınırlandırılmış ufak alanın dışına geçmeksizin, disklerini fırlatıyorlardı. Diskin düştüğü yer bir çivi ile işaretleniyordu. Tüm atışlar, balbisin bulunduğu bir stadyumda yapılırdı.
(...)
Cirit Atma
(...)
Ciritler, vazolar üzerine resmedilmiş en yaygın nesneler arasındadır. Yaklaşık bir adam uzunluğuna eşit olan bu düz çubuklar hemen hemen bir parmak kalınlığındadır. Genellikle uçları sivri değildir; bir uç halkası (yüksük) vardır. Özellikle antrenmanlarda uç kısımları yuvarlaklaştırılmış ciritler kullanılıyordu. Böylece, yalnızca olası kazalar için bir önlem değil, fakat aynı zamanda ciritin baş kısmına gerekli olan ağırlığı vererek düzgün bir atış yapılması sağlanıyordu.
(...)
Atletizm yarışmalarında kullanılan cirit, hafif bir silah olup amentum olarak adlandırılan bir atış şeridi mekanizması ile fırlatılıyordu. 35-40 cm. uzunluğunda bu deri şerit, ciritin ortasına sarılıyordu; bağlanma yeri ise ağırlık merkezine yakındı. Amentum, hafif başlıklı atletizm ciritlerinde hemen hemen gövdenin merkezine, daha ağır olan savaş ya da av ciritlerinde ise baş kısma yakındı. Atış şeridi olasılıkla ciridin mesafe ya da hedef atışı için kullanımına göre değişiyordu. Atış şeridini ağırlık merkezinin gerisine yerleştirmekle mesafeyi çoğaltmak olasıydı. Cirit elden çıkarken, amentum üzerindeki gerilim, cirite yarım bir dönüş verirdi. Bu yalnızca ciritin yönünü korumasına yardım etmez, aynı zamanda fırlatılma ve etki etme gücünü yükseltir. Yapılan deneyler, amentumsuz ciritle yalnızca 25 metre atabilen bir atletin, amentum kullanarak atışını 65 metreye çıkartabildiğini göstermiştir.
(...)
Güreş
(...)
Eski Yunan güreşinde iki ayrı stil vardı. Biri "ayakta güreş" (ortepale ya da stadiapale), bundan amaç rakibi yere atmaktı. Diğeri "yer güreşi" (kulisis ya da alindesis), bunda amaç rakibi yere atmaktan çok, rakiplerden birinin yenilgiyi kabul etmesine değin mücadeleyi sürdürmekti. Palestrada güreşin iki stili de güreşin bu tarzı için ayrılan yerlerde yapılıyordu. "Yer güreşi", genellikle kapalı bir yerde yapılıyordu ve yer, çamur kıvamına gelinceye değin sulanıyordu. Çamur, vücudu kayganlaştırıyor, tutmayı zorlaştırıyordu. "Ayakta güreş", zemine sığ olarak kazılmış ve düzleştirilmiş kum dolu bir yerde yapılıyordu ve bu yüzden bu alan, daha önce gördüğümüz, atlama havuzu için kullanılan aynı sözcük skamma ile adlandırılıyordu. "Ayakta güreş"te rakibi açık bir şekilde yere atmak geçerli sayılıyordu. Rakibini üç kez yere atan galip ilan ediliyordu. Bundan dolayı güreşte bir galibiyet almak için teknik terimler, "üç kez" anlamına gelen triassein ve rakibi yere atan da "üç kez yapan" anlamına gelen triakter idi.
Çelme takma serbest miydi? Bunu bilmiyoruz. Çelme, Yunan vazo resimlerinde çok az gösterilmiştir. Bacak yakalama da vazolarda pek görülmez. Rakibinin bacağını yakalamak için yeterli derecede eğilen bir güreşçinin, eğer başarılı olamazsa zor duruma düşmesi kaçınılmazdı.
(...)
Boks
(...)
Eski Yunan boksunu anlamak için onun koşullarını bilmeliyiz. Yunan boksörlerinin geniş bir alanları vardı ve bu yüzden bugünkü gibi rakibi köşeye sıkıştırıp iplerde dövüşmek olanağı yoktu. Yunan boksunda devreler de (raund) bulunmuyordu; boksörler maçı bitirinceye kadar dövüşürlerdi. Belki her iki boksör de yorulduklarında dinlenmek için ara veriliyor olabilir. Fakat dövüş genellikle biri ötekini yeninceye değin sürerdi. Boksörlerin, günümüzde olduğu gibi, kilolarına göre sınıflandırılması (sıklet) diye birşey yoktu; yarışmalar tüm katılanlara açıktı.
Vazolar üzerindeki resimlerde boksörlerin vurdukları yumrukların genellikle baş üzerine olduğu görülmektedir; vücuda vurulan yumruklar pek az görülür. Vazolar üzerindeki resimlerden anlaşılacağı gibi, sol el çoğu kez savunma için, sağ el ise vurmak için kullanılırdı.
Pentatlon
Pentatlon, beş oyun içeren bir yarışmaydı: koşu (halma), uzun atlama (podokeian), disk atma (diskon), cirit atma (akonta) ve güreş (palen). Bu beş oyun eski Yunanların tüm fiziksel eğitimini temsil ediyordu ve pentatlet, bu eğitimin bir ürünüydü.
Homeros'ta pentatlon yoktur. Olimpiyat programına en erken MÖ 708'de girmiştir. Olasıdır ki, pentatlon ayrı bir yarışma olarak değil, bir çeşit atletizm şampiyonluğu olarak başladı ve karşılaşmalardaki galipler arasında en iyiye karar vermek anlamında kendini buldu. Pentatlonda ilk yarışma koşuydu. Sonra sırasıyla uzun atlama, disk, cirit atma ve güreş gelirdi. Bu beş yarışmadan üçünde kazanmak pentatlon yarışını almak için yeterliydi.
Olimpiyat Programı
1. gün : Yemin töreni, dualar, kurbanlar, şenlikler söylevler
2. gün : Büyükler pentatlonu, at ve araba yarışları, şenlikler
3. gün : Hellanodikai'ın ve davetli kentlerin elçilerinin de katıldığı Zeus Tapınağı önündeki sunağa resmî geçit töreni, çocuklar koşu yarışı, Prytaneion'da ziyafet
4. gün : Büyükler koşusu, atlama, güreş, boks, pankreas ve silahlı koşu
5. gün : Ödül dağıtımı, kazananlara ziyafet, kurbanlar ve kutlamalar
* Yazının tamamı Toplumsal Tarih 128. (Ağustos) sayısında... (OT/BA)