bu dostlarımızın kendilerini de solcu ve demokrat addetmeleri işin cabası. anladık, sol deyince chpyi anlamayacağız. ama sapla saman sadece orada mı karışıyor? sap yerine önümüze habire saman dayanmıyor mu? örneğin, chpnin sosyalist enternasyonalden atılması için imza toplayan arkadaşlarımızın orada, mesela tony blairin işçi partisinin de var olduğunu hatırlayıp chpnin adının yanına onun da adını eklemelerini beklemek hakkımız değil mi? hafızamızı biraz zorluyoruz, ırak işgali öncesi tezkere çıkmasın diye yürürken aramızda imza toplayan arkadaşlarımız da yok muydu?
kendimizi solcu olarak nerede tanımlayabiliriz?
öte yandan, chpye oy verenlerin kendilerin hâlâ solda tanımladıklarını, ufuk urasa oy verenlerin bir kısmının onunla chp arasında kararsız kaldıklarını ve şu bayrak mitinglerine katılanlara burun kıvıracağımıza onlara derdimizi anlatmamızın gerektiğini unutmasak daha iyi olmaz mıydı? bu halkı beğenmeyen yöneticiler kendilerine yönetecek başka bir halk bulsun mealinde konuşmuş zamanında bertold brecht. teşbihte hata olmaz, bu memleketin solcusu da bu kadar; milliyetçi, azınlıklara karşı duyarsız, chpyi solcu sanıyor, demokrasi bilinci zayıf falan; bunu beğenmeyen arkadaşlarımız acaba başka bir memleketin solcularını örgütlemeyi deneseler daha mı hayırlı olacak?
peki biz nerede ve nasıl tanımlayabiliriz, kendimiz solcu olarak? tamam, kafamıza bin defa vuruldu; dtp ve dağdaki gerillalardan, kentlerdeki kültür merkezlerine kadar, bu partinin akla getirebileceği her şeye milliyetçi diye burun kıvırma (burnumuz da kıvrıla kıvrıla yani, bilmem farkında mısınız...) hakkımız var. onların son yıllarda ıraktaki abd işgalini kınama konusunda mütereddit davranmaları, birçoğunun umudunu da abdye bağlamış olması da işimizi epeyce kolaylaştırıyor. (ırak süreci öncesindeki eleştirilerimizin de aynı kuvvette olması bu ifadeyi kullanmaya zorluyor beni) ve nedense kendimiz pek anmasak da, onların kapitalizme karşı tavır almasını bekliyoruz. onlar, sömürüden söz etmedikleri için eksik bir programla hareket ediyorlar, bizse sömürüden söz etmediğimiz için geniş bir kesimi kucaklıyoruz. öte yandan, biri dönüp bize sorsa, ya bu kürtler de çok çekti, var mı bir öneriniz bu konuda? diye; ezberimiz cayır cayır; biz her türden milliyetçiliğe karşıyız! ama yine sormak istiyorum, neden sadece milliyetçiliğe karşıyız, bunun yanına iktisadi herhangi bir durumu, süreci koymuyoruz?
ama içimiz rahat, kürtlerin oylarıyla seçilen ortakadayımız için zafer türküleri söylüyoruz. öteki ortakadayımızdan esirgedikleri oylarını kendi adaylarına verdikleri için, biraz da küstük mü ne, kürtlere?
kimin ortakadayı
burada biraz durup düşünmemizi rica ediyorum. ortakadayımız, kimin ortaklaştığı bir adaydır? tek tek adını verdiği azınlıkların bırakın taleplerini tanımayı, aralarından birkaçını bile tanımışlığı var mıdır? siz baskın oranın, aday olmadan önce, örneğin bir travestiyle tanışıp ahbaplık ettiğine inanabiliyor musunuz? peki kadınların adayı olduğunu vehmetmesini sağlayan ne olmuştur, bileniniz var mı? daha ince bir mevzu; feministlerin adayı olduğunu söyleyebilmesi kimsenin adayı olmamasının verdiği fütursuzluktan mı kaynaklanmaktadır?
hele bütün bunları adeta kendi keşfi gibi anlatması, musa anterle ilgili bir anekdotu getiriyor akla. onun da bulunduğu bir toplantıda, biri, biz kürt hareketini sıfırdan bugüne getirdik demiş. musa anter de, yuh! demiş, biz de negatiften sıfıra getirmiştik acaba baskın oran, aslında hiç kimseyi temsil etmediği için mi, her türden kimliki doldurduğu bir çuvalı boşalttı habire önümüze? hiçbirimizin adayı olmadığı için mi, onu hepimizin adayı saymayı demokrasinin gereği saydık, seçkin olduğu için de seçilebileceğini düşündük?
oysa başka bir ortak adaylar listesi de mümkündü. madem ki ortak aday fikri hrant dinkin cenazesinden sonra oluşmaya başlamıştı, onun, müthiş belagatiyle hepimizi etkileyen hayat arkadaşı rakel dink; kabul etmemesi halinde, çocuklarından, ailesinden biri, avukatı ya da bir başka ermeni ilk adayımız olamaz mıydı? onu yalnız bırakmazdık tabii. büyük bir mücadele vermiş olan sultanbeyli cemevinin başkanı sadegül çavuş, yani türkiyenin tek kadın cemevi başkanı, ikinci adayımız olabilirdi. onların yanında, kadınlara yönelik şiddete karşı mücadele eden yüzlerce kadından biri; örneğin filiz kerestecioğlu ya da hülya gülbahar yer alabilirdi.
sendikal mücadele ve emekçiler olmadan bu listenin tamamlanması mümkün değil; bu seçimde bağımsız aday olan, 15-16 hazirandan itibaren birçok işçi direnişinde yer almış ercan atmaca ya da birkaç yıl önce postane işçilerinin örgütlenmesi sürecinde büyük emek sarf eden avukat anıt baba (sdp myk üyesi kimliğini bir kenara bırakarak) adayımız olabilirdi.
türkiyede demokrasi mücadelesinin içinde önemli bir yer tutan cezaevleri mücadelesinden birisi, mesela behiç aşçı; onun kabul etmemesi halinde, halen cezaevinde bulunan 19 aralık mağdurlarından biri de adayımız olabilirdi. bu listede illâ bir aydın olsun diyenlere, haluk gerger, ismail beşikçi gibi isimler önerebilirdik. isimlere takılmayın, geniş bir çalışma içinde bunlardan çok daha iyi öneriler gelebilecekti.
onların yanına, en diptekileri temsil etmek üzere aday olan ve bir grup feministin de desteklediği eski genelev çalışanı ayşe tükrükçü ve saliha ermezi de seve seve eklerdik. e, kürtler kendilerini temsil ediyorlar zaten. bu bir yana, neredeyse hepsi kadın özgürlük mücadelesiyle bağlantılı bir sürü kadını da meclise soktular. (kimseyi kırmak istemem ama onlar varken baskın oranın kadınları temsiline neden ihtiyacımız olsun ki?) bir de şey, eşcinsellerin haklarıyla ilgili en ileri program onlarda... ve bize gerçek başarıyı onlar sundu. hatırlayalım, 1994te dep milletvekilleri meclisten apar topar tutuklanmış, o yıl, sadece partiden 160 kişi faili meçhul cinayetlere kurban gitmişti. bu yıl 23 milletvekili soktular meclise. faili meçhullerin sorumlusu ise istifa etmek zorunda kaldı! ama onlara da payitahtlarında bile neden oylarının bir kısmını akpye kaptırdıklarını sormamız gerekmez mi? hem sonra şu bağımsız adaylar taktiğini de keşke oylarının bunu iki katı olduğu geçen seçimlerde uygulasalardı, değil mi?
behice boran'ı hatırlatma şerefi...
bütün bunları neden şimdi söylüyorsun diyebilirsiniz. bunun onlarca sebebi var; bir ipucu vereyim. biliyorsunuz son zamanlarda fal sitelerinden sözlük sitelerine kadar bütün internet sitelerinde görüşleriniz yazabileceğiniz bir e-mail adresi bulunuyor. ama ortakaday.nette böyle bir e-mail bile yok. ancak destek için imzanızı verebiliyorsunuz.
yukarıda oluşturmaya çalıştığım bu liste, bu öneri, bu her neyse, solun bütün programını kapsayabilir miydi? binlerce kere hayır. solun esas programı kamulaştırmadır ve bunun adı epeyce bir zamandır komünizm. komünistlerin ve (yukarıda andığım sosyalist enternasyonal anlamında değil) onlara çok yakın bir siyasal konum olarak sosyalistlerin, herkesin siyaset konuştuğu şu seçim ortamında, görüşlerinin propagandasını yapmalarından, bunun için de aday göstermelerinden daha akla yakın bir şey yok.
ama kimse, komünist ya da sosyalist bir program için oy istememeliydi. bu seçimde hiçbir sosyalistin, komünistin parlamentoya girmesi ihtimali yoktu her şeyden önce. daha önemlisi, ne sosyalizm, ne de komünizm seçimlerle, parlamento aracılığıyla gerçekleştirilebilir. o yüzden haramilerin saltanatını yıkmak üzere ya da eşitlik, özgürlük ve adalet için yahut sosyalizm için oy istemek gerçekleri gizlemek olduğu gibi bütün bunların meclise girerek gerçekleştirilebileceği yanılsamasını yaratması ve devrim fikrini bulanıklaştırması anlamında düpedüz gerçeği çarpıtmak değil mi?
bütün bu kafa karışıklığının üzerine, aklımızı biraz aydınlatacak bir şeyi hatırlatmak istiyorum. basının hakkında belki de tek bir iyi söz bile yazmadığı sebahat tuncel, üstelik de terör örgütü üyesi olduğu iddiasıyla cezaevindeyken seçildi meclise. rolling stoneun bile röportaj yaptığı baskın oranın üç katından fazla oy aldı sebahat. o oylar, kıvrak işbirlikleriyle, protokol görüşmeleriyle, basın açıklamalarıyla değil, kırık iğnelerle taşlara kazılan kuyulardan, yıllar boyunca mahalle, mahalle, kapı kapı yürütülen örgütlenme çalışmalarıyla çıktı. bunu biz de bilirdik değil mi? eski ezberleri hatırlamanın zamanı gelip de geçmedi mi?
son olarak, yine tarihe başvurmak istiyorum. ismet inönü, bir konuda kafası karıştı mı, mehmet ali aybarı kastederek, bir de koçeroya danışalım, dermiş. aybar, birinci cumhuriyetin kurucusunun güvenini ona muhalefet ederken kazanmıştı. benim de oyumu verdiğim ufuk urasın mehmet ali aybarı ya da behice boranı hatırlatma şerefine, ikinci cumhuriyetin kurucusu addedilenlere destek olarak değil, karşı çıkarak kazanacağını hatırlatmaya bilmem gerek var mı? (AD/EK)