Azerbaycan ve Ermenistan sınır belirleme komisyonlarının 19 Nisan’da yaptığı toplantıdan çıkan sonuca göre dört köyün (Baganis Ayrim, Aşağı Eskipara, Kerimli ve Kızılhacılı) Azerbaycan'a iade edilmesi kararı, Ermenistan’da tepkiye neden oldu.
Tavuş bölgesindeki köylerin Azerbaycan'a iade kararını protesto eden bir grup, başkent Yerevan'a (Erivan) yürümeye başladı.
Tavuş Piskoposluğu lideri, Başepiskopos Bagrat Galstanyan’ın önderliğinde yürüyen grup 9 Mayıs'tan bu yana protesto gösterileri düzenliyor. Bugün ise daha geniş bir kitlede karşılık bulan protesto eylemlerinde 130’dan fazla kişi gözaltına alındı.
Agos Gazetesi yazarı Pakrat Estukyan’la Ermenistan’daki protestoların nasıl başladığını, Başbakan Nikol Paşinyan’a yönelik eleştirileri, Karabağ işgali ile Türkiye-Ermenistan ilişkilerini konuştuk.
Kadife Devrim ve Paşinyan
Paşinyan, halkla beraber yaptığı yürüyüşlerle dönemin mevcut hükümetini protesto etti ve bu yürüyüşler sonunda ‘Kadife Devrim’ olarak adlandırılan bir süreçle iktidara yükseldi. Şimdiyse Paşinyan bu kez bir din insanı önderliğinde, halkın da desteğiyle protesto ediliyor. Kitlesel protestolar mı bunlar?
Kitleselleşmeye çalışıyorlar. Belli bir kitlesellik kazandıklarını da söyleyebiliriz tabii; ama ulusal ölçekte hiçbir zaman iktidarı kazanabilecek bir durumda değiller, seçimlerde böyle bir oran yakalayamıyorlar en azından. Paşinyan yönetimi bir devrimle iktidara geldi ama Paşinyan, iktidarı devralmak gibi bir hedefle yola çıkmış değildi. Toplumsal bir itiraza, oligarşik yapılara duyulan rahatsızlığa öncülük ediyordu. Fakat bu hareket o denli kitleselleşti ki dönemin cumhurbaşkanı istifa etmek zorunda kaldı. Bu istifayla birlikte Paşinyan bir anlamda başbakanlığı kucağında buldu. Üstelik bu bir geçiş süreciydi; Ermenistan başkanlık sisteminden, parlamenter sisteme geçiş kararı almıştı.
Bu hareket Serj Sarkisyan’ın yolculuğunu da kesintiye uğrattı ve dönemin başbakanı Sarkisyan istifa etmek zorunda kaldı. O günkü konjonktürle, bu hareket Paşinyan'ı başbakan yaptı; fakat Paşinyan’ın bir bakanlar kurulu hazırlığı yoktu. Evet, devletin işleyen mekanizmaları vardı ama bunlar 30 yıllık bir süreçte o oligarşik yapıya entegre olmuş kurumlardı. Yargı mekanizması bunların başında geliyordu, keza kilise. Fakat halk hareketinin bu kadar kitleselleşmesi karşısında seslerini çıkaramadılar. Paşinyan başbakan olduktan sonra ülkede iyimser bir hâl hakim olmaya başladı. Rüşvetçi bürokratlardan hesap sorulacağına dair bir umut doğdu.
“Milliyetçi hezeyanlar”
Bu anlamda birkaç önemli operasyon da yapıldı ve tüm bunlar Paşinyan’a duyulan sempatinin artmasını sağladı. Fakat akabinde gelen 2020 yılındaki 44 günlük savaş ve savaşın da Ermenistan adına yenilgiyle sonuçlanması, Paşinyan’dan rahatsız olanların eline Paşinyan'ın istifasını istemek için koz vermiş oldu: “Savaş kaybeden bir lider olarak artık bu koltukta oturamazsın.” Halbuki Paşinyan o dönem yapabileceği en iyi şeyi yaptı ve kısa sürede bir seçim düzenledi. Seçim sonucunda görüldü ki halkın büyük bir kısmı aynı fikirde değil ve Paşinyan'ı desteklemeye devam ediyorlar. 2023'ün Eylülü’nde bu kez Karabağ'ın tasfiyesi operasyonu gerçekleşti. Bir kez daha bu hisler kendine alan buldu. Şimdi ise Tavuş bölgesindeki dört köyün iadesi, söz konusu milliyetçi çevrelerin bir kez daha Paşinyan karşıtı tavır almasına neden oldu. Aslında Karabağ'ın kaybolmasının sebebi de bu milliyetçi hezeyanlardı.
30 sene önce Ermenistan ve Azerbaycan arasında bir savaşa yol açan Karabağ meselesi, o zaman Ermenilerin zaferiyle sonuçlandı. Ermeni birlikleri Azerilere ait olan ve Karabağ'ın dışında kalan yedi bölgeyi işgal etmişlerdi ve savaş bittikten sonra bir müzakere, bir barış anlaşması yapılması için dönemin cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan, yedi köyün iade edilmesi gerektiğini söyledi. O dönem de milliyetçi gruplar “Biz buraları kan dökerek aldık, kimseye geri vermeyiz,” benzeri bir söylem tutturdular ve nihayetinde Petrosyan istifa etmek zorunda kaldı. Sonra gelen iki lider de (Robert Koçaryan ve Serj Sarkisyan) Karabağ meselesindeki uzlaşmaz tutumlarını sürdürdüler. Biz bu uzlaşmaz tutumu Türkiye'den de çok iyi biliyoruz. Kıbrıs meselesinde “Çözümsüzlük çözümdür” ifadesiyle kendine yer edinen bir siyaset bu ve ne yazık ki Ermeniler de uzun yıllar bu siyaseti sürdürdüler.
Türkiye-İsrail-Azerbaycan ittifakı
Rusya bu eylemlerde rol alıyor mu yoksa sadece bir din insanı önderliğindeki sivil bir hareket mi bu?
Rusya, protestolardan önce de Ermenistan siyasetinde önemli rol oynuyordu. Ermenistan, savunmasında hep Ruslara güvendi ve ülke savunmasını bir şekilde onlara emanet etmiş gibi davrandı. Ki bu Sovyetler Birliği’nden beri süren bir strateji. Fakat 44 günlük savaşta büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar, çünkü Rusya bekledikleri anlamda arkalarında olmadı. Buna karşılık Azerbaycan, Türkiye'nin Orta Doğu'dan taşıdığı cihatçıların da ittifakıyla; İsrail'in önemli silah desteğiyle savaşı kazandı.
Yasaklı silahların hemen hemen hepsi İsrail'den geldi, fosfor bombaları İsrail menşeiliydi. Dolayısıyla Türkiye, İsrail, Azerbaycan bir ittifak halinde davrandı ve Rusya da buna hiçbir tepki göstermedi. Nihayetinde Ermeniler açısından savaşın daha da çıkmaza girdiği bir dönemde de “Tamam burada duralım artık” dedi ve bu sayede Karabağ'ı almış oldular.
Şu anki protestolarda oligarklar nerede konumlanıyor?
Oligarklar Moskova yönetimiyle yakın bir ilişki içerisinde. Bizim “5’li Çete” benzeri bir yapılanmadan bahsediyorum. Rusya'da da aynı güçler egemen ve bu güçlerin Azerbaycan'la ilişkileri çok iyi. Ki düne kadar Ermenistan'la da ilişkileri çok iyiydi. Elbette birbirlerini gayet yakından tanıyorlar ve vatanseverlikleri bir etiketten ibaret. Sahnenin arkasında her şeyi satabilirler. Nitekim biraz önce bahsettiğim 1. Karabağ Savaşı'nda Azerbaycan mafyası, Ermenistan mafyasına benzin satıyordu. Şimdi bu milliyetçiliğin bayraktarlığını Ermenistan'da kiliseye devrettiler.
Başepiskopos Bagrat Galstanyan, protestoların başını çekiyor. Tavuş bölgesinden Yerevan'a kadar bir yürüyüş düzenlediler ve bu kitlesel gösterilerde toplumu sivil itaatsizliğe ve gitgide çözümsüzlüğe yönlendirme çabasındalar. Tüm bunlar nereden baktığınıza bağlı olarak, şu an işleyen yapıya karşı bir sabotaja dönüşüyor aslında. İşleyen yapıdan kastım, ekonomik anlamda günbegün aşama kaydeden, buna bağlı olarak hukukta evrensel normları yakalamaya çalışan bir Ermenistan. Bilhassa Azerbaycan'a kıyasla demokrasi aşamasında önemli mesafeler kat etmiş bir ülke. Tam da bu nedenle, bir sabotaj eylemi aslında şu andaki gösteriler.
“Tek yol, bölgenin silahsızlandırılması”
Dört köyün Azerbaycan’a verilmesi, köylerin sınırları içerisinde yer aldığı Tavuş sakinlerini güvenlik açısından tedirgin etti; ancak Paşinyan, anlaşma aracılığıyla bu riskin azaltıldığını söyledi. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bu tedirginliğe birebir tanıklık ettim. 2023 Ekimi’nde fotoğrafçı arkadaşım Berge Arabian ile birlikte Ermenistan'a gittik ve Karabağ kaçkınları ile görüştük. Ortaklaşılan kaygı hükümet onlara yerleşmeleri için yer önerdiğinde, sınıra yakın olma ihtimaliydi. Azerbaycan veya daha genel anlamıyla bir Türk milliyetçiliği tehdidi, Ermenistan’da bir kâbusa dönüşmüş durumda. Karabağ'ı kaybettikten sonraki söylemler de bunu düşündürüyor çünkü, Ermenistan'dan “Batı Azerbaycan” diye bahseden bir Aliyev var karşılarında. Haliyle köylüler de sınırın değişmesiyle Ermenistan'ın özellikle Gürcistan’la da bağının kopabileceği gibi bir kaygı taşıyorlar.
Bu çok makul bir kaygı ve gidermenin tek bir yolu var: Bölgenin silahsızlandırılması. Ama ne yazık ki Azerbaycan, bu anlaşmaya yanaşacak bir yönetime sahip değil. Maksimalist bir tutumla, savaşın kazananıyız ve ne istersek Ermeniler itaat etmek zorunda gibi bir psikozun içindeler. Bütün bunlar Paşinyan’ın hareket alanını daraltıyor. Fakat Paşinyan’a göre bu dört köy, zaten hiçbir zaman Ermeni köyü, dolayısıyla Ermenistan’ın olmamıştır ve eski Sovyet haritalarına göre de bu köyler Azerilerindir.
“Bir saçmalığın ortasındayız”
Azerbaycan’ın aldığı köylerin stratejik bir önemi var mı?
Köyler yoğun nüfusa sahip değil, çoğunlukla küçük nüfusları olan yerleşimler; ama stratejik anlamları var tabii. En ufak bir operasyonda Ermenistan-Gürcistan sınırı yok edilebilir. Ermenistan zaten kendini kuşatma altında hisseden bir ülke ve tek iyi dostluk ve komşuluk ilişkileri kurduğu ülke İran. Bu kaygıları gidermek için yapılacak şey barışta ısrar etmek. Ben ve benim gibi düşünen insanlar, savaştan bir fayda çıkmayacağına ön kabul olarak hazırlıklıyız ve ölen her asker için yüreğimiz aynı şekilde titriyor.
Ölenler 19-20 yaşındaki Azeri ve Ermeni çocuklar. Onlara etnik kimliklerinden ötürü ayrım yapacak insanlar değiliz; ama birçok insan bu hassasiyete sahip değil. Düşmanı öldürelim diyor; fakat düşmanı öldürürken kendi çocuklarını da öldürürsün. Vatan savunması için bu gerekli diyorlar. Aynı vatan savunması öbür tarafın da motivasyonu olunca ne yapacağız? Bir saçmalığın ortasındayız…
Aliyev’in Azerbaycan’ın Karabağ’a saldırdığı dönem Ermenistan’ı da işgal edeceğine yönelik açıklamaları oluyordu. Bu dört köyün ardından Aliyev gercekten duracak mı, yoksa buradan aldığı güçle Ermenistan’da başka bölgeleri de işgal etmeye çalışacak mı?
Bu en önemli soru ve Ermenileri en çok tehdit eden unsur da bu zaten. Aliyev maksimalist tutumunu deklare etmiş oldu ve herkes bu istikameti biliyor. Mevcut iktidarı da bu düşmanlıktan besleniyor ve bu düşmanlıkla kendi saflarını pekiştiriyor. Barış olması Aliyev’in işine gelmiyor, çünkü bu kez Aliyev ailesinin zenginliğinin nereden geldiği halk tarafından sorgulanmaya başlanacak. Elindeki düşmanlıkla toplumu motive etmeye çalışıyor.
Ermeni nefreti tabanda çok büyük bir karşılık bulmuş durumda evet ama bunun Azerbaycan toplumunun özünü oluşturduğunu düşünmüyorum. Egemen akıl bu. Sonuçta orada da Ekrem Eylisli diye biri çıktı ve “Ermenilere düşman olmamız gerekmiyor” temalı yazılar yazdı ve başı vatana ihanetten derde girdi.
Türkiye’nin Ermenistan’a uyguladığı ambargo
Köylerin verilmesiyle ilgili Türkiye Dışişleri Bakanlığı da açıklama yaparak gelişmelerden “son derece memnun olduklarını” söyledi. Bu bağlamda, Türkiye ve Ermenistan arasındaki normalleşme sürecini de sormak istiyorum. Siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öyle bir süreç olduğunu düşünmüyorum. Koca bir aldatmaca bu. Eğer böyle bir süreçten bahsedeceksek, Karabağ Savaşı'nda Ermenistan'ın yenilgisiyle sonuçlanmasından sonra Erdoğan'ın gündeme getirdiği mevzudan bahsetmemiz gerekiyor. Dedi ki, Ermenistan'la ilişkilerimizi dondurmamızın sebebi buydu. İki temsilci belirlendi: Türkiye'den Büyükelçi Serdar Kılıç, Ermenistan’dan ise Millî Meclis Başkan Yardımcısı Ruben Rubinyan. Bugüne dek dört toplantı yaptılar ve dördü de Ermenistan veya Türkiye'nin dışında yapıldı. Sonuçta bir arpa boyu yol gidilemedi.
Nihayetinde bir anlaşmaya vardılar: İki ülke arasındaki sınır kapısının üçüncü ülkelerin vatandaşlarına açılması. Bu saçmalığın daniskası. Sınırı açacağız ama o iki ülkenin vatandaşları buradan geçemeyecekler. Kim geçecek? Üçüncü ülkenin vatandaşları. Bu akla mantığa aykırı bir tutum. Duyurdukları gelişmeler de samimi değil üstelik. Çünkü hududun kapalı olmasının dışında Türkiye Ermenistan'a karşı hâlâ ticari ambargo da uyguluyor.
Son olarak “Paşinyan Ermenistan’ı oligarklardan kurtardı; ama Karabağ’ı verdi” okuması doğru bir okuma mı sizce?
Hayır, bu doğru bir okuma değil. Çünkü Karabağ bu siyasetle eninde sonunda Azerilerin eline geçecekti. Aliyev 30 yıldan beri gayet sarih bir şekilde dedi ki “Karabağ’ı savaşarak geri alacağız”. Bu, 30 yıldan beri Aliyev'in hayaliydi. Paşinyan'ın gelmesi, Kadife Devrim'in var olan sistemi allak bullak edebilme ihtimali Rusya'da bir kaygı yarattı ve Ermenistan tüm bu güç dengelerinin arasında, en çok da milliyetçi saiklerle yalnızlaştırıldı. Fakat milliyetçilik milletin düşmanıdır, milleti kemiren bir şeydir. Milletini sevene milliyetçi derler, lafı büyük bir yalan. Tam tersine, milletini ateşe atana milliyetçi derler. (TY)