“Bizim memlekette ‘milliyetçi söylem’in özel bir tınısı vardır: her zaman bağırtılı ve abartılıdır; saldırgan ve iddiacıdır.”
Bu sözler 1 Eylül 2008 pazartesi günkü Taraf Gazetesi’nden…
Taraf Pazartesi’de (Kültür Eki) Murat Belge’nin “Milli Edebiyat” başlıklı yazısının girişinden alıntı… Ancak bir bilge bu kadar kısa ve öz bir biçimde “milliyetçiliğin doğasını” anlatabilirdi.
Bugün, www.ozurdiliyoruz.com’a alternatif olarak açılan www.ozurbekliyoruz.com’u tıklayınca aklıma “ilk olarak” bu cümle geldi.
Çünkü, Türkiye’nin en büyük tabularından biri olan “Ermeniler” konusunda “milliyetçi olmamaya çalışanların” (insanın kanına işleyen bu pislikten kurtulması için yaşam boyu bir mücadele gereklidir, hiç kimse kolay kolay ben milliyetçiyim diyemez!) “empati yaratma amaçlı” attığı her orijinal adıma karşın “milliyetçi kesim” saldırgan ve iddiacı bir tepki vermeyi alışkanlık haline getirdi.
“Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeni’yiz” sloganını hatırlayın. Hiçbirimiz (Ermeni kültürüne, diline dair en ufak bir şey bilmediğimizden) Ermeni olamayacağımızı bile bile neden Ermeni’yiz diye “bağırmış” olabilirdik? Ermeni milliyetçiliği yapmak için mi? Dilini kültürünü bilmediğimiz insanların milliyetçiliğini nasıl yapabilirdik?
Bizim Ermenilerle duygudaşlık kurma girişimimize karşın, yavan söylemlerle, bunu çarpıtan milliyetçi kesim ne yaptı?
Bu konuyla biçimsel açıdan benzer, içerik açısından uzaktan yakından alakası olmayan “Hepimiz Türk’üz, Hepimiz Atatürk’üz” sloganını piyasaya sürdü “vatan hainlerinin” bu davranışına karşılık olarak!
Anlamak yerine saldırmayı seçti, bu milliyetçiliğin doğası gereğiydi.
Hrant’ın alternatifi olarak Atatürk’ü yarattı.
Sormak gerek “alakası neydi”?
Empatinin alternatifi, milliyetçilik olabilir miydi?
Bu nasıl bir mantıktı.
Birbirinden bağımsız bu iki “olguyu” bu iki “kişiyi”, mantıksızca davranarak nasıl birbirlerinin alternatifi olarak görebildiler?
Ermenileri anlamaya çalışmak nasıl oldu da Türklere karşı olmak olarak algılattırıldı?
Hrant Dink’in katlinde milliyetçiler kendi tepkilerini meşrulaştırmaya giderken, olaydan tamamen bağımsız ama milliyetçi güruhun “hassas” olduğu birkaç terimle bezenmiş “Bir Papaz öldü herkes Hıristiyan oldu. bir Hrant öldü herkes ermeni oldu. 4 günde 35 şehit verdik hangisi Türk oldu?” cümlelerini kullandılar. Birbiriyle karşılaştırılamayacak derecede birbirinden kopuk olan bu olaylar (Hırant’ın katline tepki vermekle, Mehmetçik için sokağa çıkma arasında hiçbir bağlantı yok!) “vatan hainleri” sıfatıyla birleştirilince Ermenilerle empati kurma girişimi “milliyetçi ruhun” kurbanı oluveriyor.
"Vatan haini" etiketinin Japon yapıştırıcısı etkisi
“Vatan haini” etiketinin “Japon yapıştırıcısı etkisi” bu kurban etmede büyük bir paya sahip… Her “milliyetçi eylemsellikte” işlem neredeyse aynıdır.
Olaylar arasında “basit/görülebilir/kolayca ayırt edilebilir farklar” olmasına rağmen milliyetçiler tepkisel davranıp birbirinden bağımsız olayları, milliyetçiliklerinin neden olduğu “kötü olaylar/felaketler” öne sürüldüğünde, harmanlayıp servis ederler. Bu olaylar yeterli tepkiyi oluşturmaya yeterse ne ala, ama yetmezse, ortada “tehlike” olduğuna inandırılmalı milliyetçilerimiz. Bir inandırma aracı olarak grup içi birlikteliği artıran “vatan haini” etiketini kullanılır. “Davalarına” bağlanmalarında “Japon Yapıştırıcı” işlevi görür bu etiket.
Nasıl ki Japon yapıştırıcı ele sürülüp belli bir süre bekletildiğinde, onu çıkarmak için kişi “derisinin” bir kısmını da yapıştırıcıya feda etmek zorundaysa, “milliyetçi doğrulan çağımız insanının” da “vatan haini” sıfatını “bu tür” olaylar karşısında kullanmaktan vazgeçmesi, “haklının yanında yer alması” da işte böyle bir “güç/özveri” ister.
“Milli konularda” hiçbir milliyetçi o özveriyi/gücü kendinde bulamaz, dolayısıyla değişme ihtiyacı hissetmeden, anlama ihtiyacı hissetmeden abartılı bir biçimde saldırmayı seçer.
Hrant olmayı anlamadılar o gün. Ermeni olmayı da…
O gün yaptıklarını yine yapıyorlar. Yine konu Ermeniler… Yine bir duygudaşlık yaratma girişimi var “milliyetçi olmamaya çalışanlar” tarafından ve yine buna karşı “tepkisel ve taklitsel” bir şekilde konuyu çarpıtmaya çalışan bir girişim var.
“Özür Diliyorum”a karşı, milliyetçiliğin doğası gereği anlamak yerine saldırmayı seçen milliyetçiler; şekil olarak benzer, muhteviyat ve karakter olarak karşılaştırılamaz derecede farklı (milliyetçilere ermeni halkına çektirilenleri, hangi mantıkla “çete ve örgütlerin” ettikleriyle meşrulaştırmaya çalıştıklarını sormak gerek…) “Özür Bekliyoruz” kampanyasını başlattılar.
Ulusalcılar, amacı “empati” duygusu yaratmak olan “özür diliyorum” kampanyasını art niyetlilerin bir adımı olarak algılatıp, olayla ilişkilendirilemeyecek “ermeni çetelerinin” vahşetlerini bir araya getirip, hali hazırda “ermeni dostumdur” diyenleri hainlikle suçlayan bir güruha sunuyorlar. Bizim “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeni’yiz de, nasıl ki ermeni olamıyorsak, burada özür dilerken de biz yaptık demiyor ‘felakettin’ mağdurlarının ve yakınlarının acısını anlamaya çalışıyoruz” sözlerimizi (böyle giderse) asla anlamayacak bir güruha ermeni çetelerini ermeni halkı, “milliyetçi olmamaya çalışanları” ise vatan haini olarak sunuyorlar.
Böylece Osmanlı döneminde gerçekleştirilen o vahşetin üstünü örtmeye dünden razı bir halkı “özür beklemeye” davet ediyorlar.
“Özür Diliyorum” kampanyasında, konunun kanıtlanamaz olduğunu öne sürüp, özür dilemeye yanaşmayan milliyetçi güruh, “özür beklemek” için herhangi bir dayanağa ihtiyaç duymayarak ikiyüzlü ya da “milletimin yararına olsun, isterse yalandan/taştan/zırvadan olsun, kabulüm” gibi milliyetçi (ki milliyetçilik iki yüzlülüktür!) bir tavır sergilemekte; özür dilemeyi beklerken en ufak bir “kararsızlık/çekingenlik/şüphecilik” hissetmeyi aklının ucundan bile geçirmeyi düşünmemektedir.
İşte iki grup arasındaki önemli ve hayati fark bu noktada ortaya çıkmaktadır: “Özür Dileyenler” milliyetçi olmamaya çalışanlardır – ermeni olmayanlardır - , “özür bekleyenler” milliyetçilerdir! – milliyetçi Türkler -
Milliyetçilik tahammül sistemini zayıflatır
Nasıl bir benzetmedir ki bu?
Açıklamaya çalışayım…
AIDS’li hastalar AIDS’ten ölmezler, bağışıklık sistemleri çöktüğünden basit bakteriyel enfeksiyonlardan dolayı ölürler. İnsanın içindeki “insanlık” (bağışıklık/tahammül sistemi) duygusu da milliyetçiliğin “milleti” pohpohlayan, mitleştiren, kusursuzlaştıran virüsü etkisinde kalarak git gide zayıflar, en ufak bir olayda “insanlık” duygusu tamamen ortadan kalkar, çöker, şiddete linçe dönüşür. Bu insanı bitirir, insanın insan tarafını bitirir. Milliyetçiler kendi bağışıklık sistemleri çöktüğünden “milliyetçi olmayanların” hocalı katliamı gibi bir vahşeti “kabul edebilecekleri” yanılgısına düşecek kadar görmez hale gelir.
Ruhlarının insan tarafını kemiren milliyetçilik “duygusundan” haz alır, onun insanlıklarını öldürmesine göz yumarlar.
Yoksa başka hangi körelmiş mantık, Ermenilerden yaşadıkları acılar için özür dileyen bir kampanyaya “alternatif” olarak “özür bekliyorum” kampanyasını başlatacak kadar insanlıktan uzaklaşabilir, meşrulaştırmayı/inkarı/reddetmeyi başka ölümler üzerinden gerçekleştirmeye kalkacak kadar acizleşebilir? (İÖ/BÇ)
* İskender Özatlı, Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Psikoloji 4. sınıf öğrencisi