Sırtınızı Taksim Meydanı’na verin, Tünel’e yürüyün. Solunuzda Hıdivyal Palas’ı göreceksiniz. Merdivenleri inince de karşınızda 20. yaşını kutlayan Aras Yayıncılık.
Eylül 1993’te kurulan Aras bugüne kadar Ermeni edebiyatının farklı türlerinde 40’ı Ermenice, 100’ü Türkçe 140 kitap yayımladı.
Peki 20 yıl nasıl geçti? Kitaplığımızda, ders kitaplarımızda Ermeni edebiyatı nerede duruyor, kaçımız tereddütsüz beş yazar sayabiliriz? Ermeni edebiyatına nereden başlayalım?
Yayınevinin kurucularından Yetvart Tomasyan, nam-ı diğer Tomo Bey ve editörlerden Ararat Şekeryan Aras Yayıncılık’ı ve Ermeni edebiyatını anlattı.
Aras Yayıncılık nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?
T: İstanbul’da 50 sene önce Ermenice kitap basan yayınevi vardı. Ama kurulduğumuz dönemde yoktu. Jamanag ve Marmara gazeteleri çıkıyordu. Marmara gazetesi sınırlı personeliyle ihtiyaç oldukça kitap yayınlıyordu. Ben ve arkadaşlarım gönüllü çalışıyorduk.
Ragıp’ı (Zarakolu) da analım. Belge Yayınları “Marenostrum Dizisi” çerçevesinde Ermeniceden Fransızcaya, İngilizceye çevrilmiş kitapların Türkçe çevirilerini basıyordu. Öte yandan Mıgırdiç Margosyan 1992’de Gavur Mahallesi’ni Türkçe yeniden yazıp Bebekus Yayınları’ndan yayımladı ve çok ilgi gördü.
Ortam böyleyken pratikte Ermeni yazarların eserlerinin yayımlanması ihtiyaçtı. 1993’te biz de ilk Gavur Mahallesi’ni bastık.
Yayınevi nasıl bir ortamda kuruldu?
T: Geçenlerde Kardeş Türküler ve Kalan Müzik de 20. yılını kutladı. Demek ki o yıllar önemli. Devletin katında Ermeni kelimesi hakaret gibi kullanılıyordu. Sıradan insanlar da Ermenileri tanımıyordu.
Nüfus memurluğunda bir hanım bana “Yabancı mısınız?” diye sormuştu. Belki iyi niyetiydi, Ermeni olmak kötüydü ya, nezaket gösterip “Ermeni misiniz?” diyememişti. Bu şartlarda sanat ve edebiyatla kendinizi anlatmak için yola çıktık.
Ş: Yayınevi 1993’te, o karışık yıllarda kuruldu ama 1990’ların sonunda sesini duyurdu. Hatta 2000’lerle birlikte Avrupalılaşma, görece demokratikleşme süreciyle daha faal oldu.
Bugüne kadar en çok hangi yazar/kitap ilgi gördü?
Ş: Margosyan Doğu ve Güneydoğu’da inanılmaz okunuyor. Diyarbakır Kitap Fuarı’nda en popüler yayıneviyiz. Gavur Mahallesi 15. baskısını yaptı. Korsana bile düştü.
Bu kadar sevilmesini neye bağlıyorsunuz?
T: Biraz son yılların konjonktürüne bağlı. Kürt meselesi artık konuşuluyor, tartışılıyor. Margosyan da Diyarbakırlı. Öykülerinde muhakkak Kürtler, Süryaniler, Ermeniler, Yezidiler, Türkler ve Yahudiler var. Hikayelerde herkes kendini görüyor.
20 yılda ne gibi sıkıntılar ve güzellikler biriktirdiniz?
T: Bugüne kadar baskı görmedik, kitaplarımız toplatılmadı, hakkımızda dava açılmadı. Ama niçin bilemem. Burada eşim Payline ve kız kardeşim Takuhi idari işleri ve dizgiyi hallediyor. Fakat editörlükle, çeviriyle, yayıncılıkla uğraşmak isteyen özellikle de nitelikli genç insan sıkıntımız var.
Ş: Bugün piyasada Batı dillerinde yetkin çevirmenler var. Ama Ermenicede yok. Bu da editoryal kadromuzun genişleyememesinin temel sebeplerinden; yayın yönetmenimiz Ardaşes Margosyan’la birlikte çalışan iki-üç editör ve yedi-sekiz gönüllüden ibaret bir kadromuz var.
T: Düşünün bu toplum bin yıldır beraber yaşıyor, iki bine yakın Ermenice harfli Türkçe külliyat var. Ermeniler 1600 yıldır bu coğrafyada kendi alfabesiyle yazılı bir kültür üretmiş. Buna rağmen Türkiye’deki üniversitelerde Ermeni Dili ve Edebiyatı kürsüsü yok. En azından 50-60 sene önce bu bölümler açılsaydı bu sıkıntı olmazdı.
“Gözünü çıkarırsam beni göremezsin”
Davalardan kaçınmak için otosansür uyguluyor musunuz?
T: Otosansür değil ama otokontrolden söz edebiliriz. Derdim sana kendimi anlatmak ama gözünü çıkarırsam beni göremezsin. Başımıza dert olacak kitabı basmayız. Fakat bastığımız kitabı makaslamayız. Çeviride zor paragraflar üzerinde tartışırız. Bazen bir cümleyi devrik hale getirirsiniz ve problem kalmaz.
Ş: Otosansür mevzusunda ilk mesele başımıza iş açmamaksa, ikinci mesele de kuru propagandaya düşmeden derdimizi edebiyatla anlatmaya çalışmak. “Nasıl” yaptığımıza, yani üsluba önem veriyoruz. Estetik değeri olmayan, insandan çok küçük politik hesaplara önem veren kitaplarla ilgilenmiyoruz.
Örneğin geçenlerde bastığımız referans eser “1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermeniler”in 1992’de Fransa’daki orijinal baskısının adı “Soykırım Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler”di. Buna dikkat ettik mesela.
Sonuçta kitap gazete-dergi gibi hızlıca ve ucuza ulaşılabilen, hızla tüketilen bir şey değil. Toplumdaki genel önyargıları, entelektüel gelişmişlik seviyesini de hesaba katmak gerekiyor. Hele ki bir de Ermenilerle ilgili işler üretiyorsanız. Kitap yayınlamak ve satmak bizim durumumuzda daha çok ikna etmek demek oluyor aslında.
Rober Koptaş Hrant Dink’in bu kitabı basmak için yaşadığı sıkıntıları anlatmıştı.
T: Yayınevini 20 sene evvel Hrant Dink ile kurduk. Hrant üç sene sonra haftalık gazete çıkarmayı önerdi. Ben de “Acele etmeyelim” dedim. Çok heyecanlı bir dosttu, müsaade istedi ve Agos’u kurdu.
Agos’ta bu kitaptan özet bölümler yayımladı. O bölümler ilgi görünce kitabı basmaya niyetlendi. Ama üzerinde çok baskı vardı. O dönemde bizim yayımlamamızı istedi ve bu vesileyle kitap buraya geçti. Hrant katledilince üç-dört yıl elimiz varmadı. Sonra bir gün kutuyu açtık ve çalışmaya başladık.
Aras Yayıncılık’ın nasıl bir yayın politikası var?
T: Kâr amacıyla kurulmadık. Çeşitliliğe önem veriyoruz. İran’daki Ermeni bir kadın yazarın romanını da, ABD’deki postmodern yazarı da çeviriyoruz. Mizah kitapları da basıyoruz, yemek kitapları da.
Merzifon’da 1913’te Ermenice basılmış yemek kitabımız var. Acaba 100 yıl sonra bugün, Merzifon’da kaç matbaada, kaç kitap basılıyor? Yemek kitapları sadece tarif vermiyor; sözü, belli çerçevesi ve mesajı olan kitaplar. Yemeğe ilgi duyan okurun eline bu kitap geçtiğinde, Ermenilerin de kendi gibi insan olduğunu ve yüz yıl önce Merzifon’da yaşadıklarını anlasın istiyoruz.
Ş: Aras Yayıncılık’ın mottosu “Ermenice edebiyata açılan pencere”. İlk on yılda yayınevi daha çok öykü, roman, şiir kitapları basmış. 2004-2005’ten sonra ise 1915 tartışmalarının hararetlenmesiyle, 100 yıl öncesine odaklanan tarih kitapları ortaya çıktı. Bugün artık edebiyat ve inceleme-tarih türlerinin arasında bir denge tutturmaya çalışıyoruz.
Şiir kitabına bile dizin
Editoryal açıdan nelere dikkat ediyorsunuz?
Ş: Editoryal çalışmamız kitabı zenginleştirme yönünde. Kitaba ne katabileceğimize, hangi makaleleri koyabileceğimize, kimin sunuş yazabileceğine bakıyoruz. Buradaki aktif öğrenme süreci. Çeviriler yoluyla buradayız aslında ve işimiz ölülerle. Mesela o yazarı duymadıysak yayına hazırlarken belki ekstra üç kitap okuyoruz.
T: Okurun ansiklopedilere bakmasına, google’da aramasına gerek kalmasın. Zaten bulamazlar da. Bir köy adına denk gelince Türkçesini araştırıyoruz veya yazarın zürriyetini bulmak için aylarca uğraşıyoruz. Bazen bir kelime için bir ay bekliyoruz.
Agos’un genel yayın yönetmeni Rober Koptaş Aras Yayıncılık’ta 15 sene çalıştı. Burası okul gibi. Tarih, sosyoloji, karşılaştırmalı edebiyat öğrencileri çalışıyor. Yayınevi böyle ayakta duruyor, burada her kitap birini yetiştiriyor.
Galiba çok titizsiniz.
T: Şiir kitabına bile dizin koyuyoruz. Geçenlerde TV programında bundan bahsedince, Karin Karakaşlı dizin istemediğini söyledi. Halbuki önceki şiir kitabına koymuştuk.
Virgül dergisinde konuyla ilgili eleştiri yazısı bile çıktı. O arkadaşa mektup yazdım. Edebiyat tarihi araştırmacısı Ermeni şiirinde Prens Adaları üzerine çalışıyorsa, bütün şiir kitabını okuyacağına dizine bakar ve işi kolaylaşır. Bunda rahatsız olacak bir şey yok ki.
Ş: Yılda on kitap basabiliyoruz. Belli bir kalite standardımız var ve bundan taviz verip kitap sayımızı çoğaltmak derdinde değiliz. Ortaya çıkan iş nitelikli olsun, okuyanlar zevk alsın, kütüphanelerinde saklayabilsin istiyoruz. Geçtiğimiz yirmi yıla bakılınca yayınevi bu anlamda başarılı olmuş denebilir. Sahaflarda Aras Yayıncılık kitabı pek bulamazsınız.
Açık Radyo’da (94.9) Ermeni Edebiyatı Numuneleri’ni nasıl hazırlıyorsunuz?
T: Payline ile Kasım 2012’den beri çok rahat yapıyoruz o programları. Çünkü kitaplarımızın editoryal hazırlık süreçlerinde oluşturulan önü ve arkası, o 20 dakikayı fazlasıyla dolduruyor.15 günde bir perşembe günleri saat 19.30’da yayındayız.
İki hafta önce Vahram Mavyan’ın “Her Yerde Ermeni Var” kitabıyla ilgili program yaptık. O kitabı yayına Rober hazırlamıştı. Eminim fazladan üç, dört Ermenice kitap okuması gerekmiştir o süreçte.
Okur profiliniz nasıl?
T: Yazarlara ve türlere göre değişiyor. Mesela Karekin Deveciyan’ın “Balık ve Balıkçılık” kitabını balık meraklıları okuyor. O kitaptan sonra artık bir başbakan Ermeni kelimesini küfür gibi kullansa bile o kitabı okuyana bir şey ifade etmez.
Ş: Kemik okurumuz var. Ermenice ve Türkçe öykü, roman ve araştırma kitaplarını daha çok Ermeni cemaati okuyor. Bunun dışında kitaplara ve yazarına göre değişiyor. Mesela Foto Galatasaray’ı bir sürü fotoğrafçı, sanatçı aldı. Ermenilerle ilgili tarih kitapları belli entelektüel birikime sahip Ermeni olmayan araştırmacı, akademisyene de ulaşıyor.
“Ermenice rüya görmüyorsanız, edebiyat yapamazsınız”
Ermeni taşra edebiyatıyla yeni nesil Ermeni edebiyatı farklı mı?
Ş: Şu anda taşra da, Ermeni taşra edebiyatı da kalmadı. Son temsilcisi Margosyan, birkaç yıldır üretmiyor. Ermenice diaspora edebiyatı da azalıyor. Çünkü yazarlar yaşadıkları ülkenin dilinde yazıyor.
Aslında yayınevinde en sık karşılaştığımız sorulardan biri bu ve bugünlerde bu soruya cevap olabilecek nitelikte 700 sayfalık bir “Ermeni Edebiyatı Tarihi” kitabı hazırlıyoruz.
Michigan Üniversitesi profesörlerinden Kevork Bardakjian’ın bu kitapta 1915 sonrasında temaların nasıl değiştiğini, diaspora yazarlarının ya da Ermenistan’dakilerin ne tür bir edebiyat üretiminde bulunduklarını veya bulunamadıklarını ayrıntılı biçimde anlatıyor. Kitapta ayrıca 1500-1920 döneminde doğmuş Ermeni yazarların son derece kapsamlı bir dökümü yer alıyor.
T: Ermeni taşra edebiyatının gelişmesinde 1915’in de tesiri vardı. Yüzyıl başında diasporaya düşenler hatırlarıyla yaşadılar. O yüzden taşra edebiyatı diasporada ve Ermenistan’da çok tuttu. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Ermeni edebiyatında farklı temalar öne çıkmaya başladı.
Ermenicede Batı ve Doğu lehçeleri var. Doğu Ermenicesini Ermenistan, Batı Ermenicesini İstanbul ve diaspora Ermenileri kullanıyor. UNESCO’ya göre Batı Ermenicesi artık kaybolma riskiyle karşı karşıya.
Egemenin dilinde yazma konusunda neler söyleyebilirsiniz?
T: Bugün bir iki isim dışında Türkiye’de Ermenice yazan yok. Ermenice küfretmiyorsanız, rüya görmüyorsanız Ermenice edebiyat yapamazsınız. Ermeni okullarında Ermenice artık yabancı dil gibi öğretiliyor. Çocuk okula başladığında İngilizce gibi algılıyor çünkü anadili değil, evde konuşulmuyor. Boyalı, cici kitapların da hepsi Türkçe. Bu şartlarda nasıl üretsinler ki?
Fransa’da, İngiltere’dekiler için de durum aynı. Global dünyada azınlıklara yer yok. Ama yılmamak lazım. Yarına ne aktarırız, onun çabasındayız.
20 yılda nasıl tepkiler aldınız?
T: Hep iyi tepki aldık. Ara sıra fuarlarda ufak sürtüşmeler oldu ama işin tadını kaçırmadı. Bizim kitaplarımızı bilenler veya merak edenler alıyor.
Ş: Burası aşırı uç çevrelerin ilgisini çekmeyen bir yer. Mesela Agos haftalık gazete ve kötü niyetli gazeteciler tarafından daha kolay öne atıldı, yazılardan münakaşalar çıkarıldı. Ama işin içinde kitap varsa, Türkiyeli, entelektüel, Ermenilerle ilgili okuyup yazmak isteyenler ilgileniyor.
Türkiye’de Ermeni yazarlara ilgi nasıl?
T: Türkçe kitaplarda 1000-1500 basıyoruz ve çoğu ikinci baskı yapıyor. Baskısı tükeneni muhakkak tekrar basıyoruz. Türkiye’de aynı vapurda yolcuyuz. Mesela Yaşar Kemal’in İnce Memed’i Türkiye’de kaç yılda ne kadar sattı ki? O kitap Sovyetler zamanında Ermenistan’da yaklaşık 20 bin basıldı. Köylüler rakı masasında saatlerce kahramanların ruh halini tahlil ediyordu.
Ş: Aras Yayıncılık Türkiye’nin kültürel iklimden bağımsız değil. Bugün Türkiye’de yazarlar bin-iki bin adet satınca başarılı sayılıyor. Böyle düşünürsek Ermeni yazarlar, tanınıyor ve okunuyor.
Kitabevleri ilgi gösteriyor mu veya bakanlıklar kütüphaneler için sizden toplu eser alıyor mu?
Ş: İstanbul’daki kitabevlerinde politik çekince yok. Sektöre bağlı sıkıntılar var. Butik yayınevlerinin kitapları ön raflarda en fazla ne kadar durur ki? Aras Yayıncılık’ın kitapları "bestseller" değil.
T: Kültür Bakanlığı belli prosedürlere uygun, belli dönemde basılmış kitapları alıp kütüphanelere dağıtıyorlar. Bizden de iki yıldır kitap alıyorlar.
"Birbirimize yabancı bırakıldık"
Kültürlerin etkileşiminde edebiyat nerede durur?
T: “Ermeni Edebiyatı Numuneleri –1913”ü yayımladık. O tarihte Ermeni entelektüel, Sarkis Srents Ermeni edebiyatını Osmanlıcaya çevirmiş ve kitaptaki övgü yazılarına bakılırsa kitap Türk entelektüellerinden büyük ilgi görmüş. Böyle sürseydi bugün birbirimizi daha kolay anlardık. Yüz yıllık cumhuriyet döneminde dışa göç olmazdı. Nüfus memuru bana “Yabancı mısınız?” demezdi. Askerde kimse Ermeni arkadaşına silahını doğrultmazdı. Hrant’ı orada kaldırımın üstünde aşağı indirmezlerdi.
Ş: İnsanların kütüphanesinde Dostoyevski, Tolstoy, Baudelaire yan yanayken, Türkçeye çevrilmiş Ermenice şiir kitabı da bulunsaydı bugün sadece Ermeni-Türk toplumlarının ilişkisi değil, genelde Türkiye çok farklı bir yerde olurdu. Bu yüzden de olanca zorluğa rağmen burada üretebilmek derdindeyiz.
Burası 20 yıl daha yaşarsa belki Dostoyevski’nin yanında Margosyan’ın kitapları, Zaven Biberyan’ın “Babam Aşkale’ye Gitmedi”si de olur. Bu birçok şeyi değiştirecektir.
Biraz kişisel ama Ermeni, Rum, Kürt edebiyatında eksiğimi fark ettim. Bu eksiğimi neye bağlamalıyım?
T: Ders kitaplarında Türk yazarların sansürlendiği ortamda günahınız yok. O Milli Eğitim’in günahı. Ermeni, Rum, Kürt edebiyatı örnekleri zaten ders kitaplarında yer almıyor. Aksine Ermenileri horlayan ifadeler var. Sadece kin ve nefret muslukları açık bırakıldığı için birbirimize yabancı bırakıldık.
Aslında insanlar inanılmaz susuz. Mesela Diyarbakır Kitap Fuarı’nda Margosyan kitabını imzalarken, okurlardan biri “Gerçek mi?” dedi ve yazara dokunmak istedi. Margosyan’ı okuyup sevdinizse dokunmak istiyorsunuz. Çok normal bir durum anormal oluyor. Bu da ayrı bir travma.
Ş: Söylediğiniz genel duruma uygun. Ermeni edebiyatını bilmediğini fark eden ve bundan yakınan pek çok insan var. Tarih kitaplarında da Ermeniler, Rumlar arkadan hançerleyen veya en iyi ihtimalle hoşgörülen toplumdur. Durum böyleyken kim hazırladığı ders kitabına Ermeni yazarlardan örnekler alabilir, hangi hoca derste okutabilir?
Nereden başlamalıyım?
T: İlle pencere açacaksak “Ermeni Edebiyatı Numunleri –1913”ten başlayabilirsiniz. “Babam Aşkale’ye Gitmedi”yi, “Gavur Mahallesi’ni okuyabilirsiniz. Siyasi mizah seviyorsanız Yervant Odyan’ın Yoldaş Pançuni’sini, sanatla ilgileniyorsanız Arshile Gorky’yi okuyabilirsiniz. 1915’teki faşizm nedeniyle Adıyaman’da ailesini yitiren bir yetimin sığındığı Fransa’da 1940’larda Nazizm’e karşı nasıl mücadele ettiğini merak ediyorsanız Misak Manuşyan’ı ya da edebiyatın çeşitli türlerini denemiş ünlü Amerikalı Ermeni yazar William Saroyan’ı önerebilirim.
Ders kitaplarında Ermeni yazarlar yer alsaydı ne olurdu?
T: Bu ülke güleryüzlü, mutlu bir ülke olurdu. Yalnız Ermeni yazarlar değil, Yaşar Kemal de ders kitaplarında olsaydı, insanlar o coğrafyadaki onlarca çiçeğin adını veya bir çiçeği tarif etmeyi öğrenirdi.
Onları okuyan çocuklar büyüdüğünde sevgililerine o çiçeklerden bahsetseydi kime ne zararı olurdu? Belki kadın-erkek ilişkilerindeki hoyratlık da bu bilgisizlikten besleniyor.
"Öteki" için topyekûn iyileşme
Şu anda gazeteciler, avukatlar, öğrenciler, siyasiler cezaevinde. Mevcut durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
T: İnsanlar düşündüklerinden, yazdıklarından ötürü dört duvar arasında olsun, olacak şey mi? Böyle birbirimizi nasıl anlayacağız? Kanunlar egemenlerden yana. Aslında kanun ezilenden yana olmalı. Zaten egemensin ve tepemdesin. Bir de kanunla tepeme çıkarsan bana yaşama şansı kalmaz.
İsmail Beşikçi’yi yıllarca hapiste çürüttük. Kim kazandı? Yine onun dediği yere doğru gidiyoruz.
İktidarı anlamak da zor. Bir sene önce bombalar, gencecik çocukların üzerine yağdırıldı. Üç ay evvel Abdullah Öcalan’ı asmaktan bahsediliyordu. Öcalan şimdi çözüm ortağı. Biz neye inanalım? Ama yine de dilimizi barıştan ayırmamalıyız.
Gündemdeki barış sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ş: Barıştan çok Türklerle-Kürtler arasında yaşanan bir kaos süreci gibi geliyor bana. İki taraf da insanların kafasını karıştırmak için elinden geleni yapıyor. Bir yandan barış konuşuluyor, diğer yandan bombalar yağmaya devam ediyor. Öte yandan İmralı tutanaklarının iki gün içinde basına sızması meselesi... Basında günlerce “Kim, niye sızdırdı?” diye konuşuldu. Halbuki barışın kilidi olarak görülen Abdullah Öcalan’ın Yahudi, Rum ve Ermenilerle ilgili söylediği sarsıcı şeyler var.
Otuz yıllık savaşın sonunda gelinen bu “barış süreci”nde Türk resmi görüşlerinin yüz yıllık ezberlerinin Kürt versiyonlarının üretildiğini görüyoruz. Bir iki cılız ses dışında Kürt siyaseti de dahil kimse de çıkıp bunlar yanlıştır, çarpıtılmıştır demedi…
T: Tüm bunların yanı sıra en görünür mesele Kürt meselesi. Bu yayınevinde kitap basabiliyorsak, Agos çıkabiliyorsa, bunun yüzü suyu hürmetinedir.
30 sene evvel bir Ermeni okulunun tuvaletinde sifon bozulduğunda bile tamiri için sağa sola dilekçeler yazılırdı. Aksi halde teftiş görürdü. Ne yapacaktık? O idareciler çocukları bokun üzerine mi oturtacaktı?
Şu anda iyileşme var. Ama ezilen, öteki, yabancı sayılanlar için topyekûn iyileşme lazım. Türkiye’de Kürtlerin problemleri çözülürse, Ermenilerin, transseksüellerin, şiddet gören kadınların da problemi çözülür. Zaten böyle olmazsa o yara yine kanar.
Sokakta horlanan transseksüelin derdi, benim derdim. Ermeniliğinden ötürü rahatsızlık yaşayan, Cumartesi Anneleri’ni görmezlikten gelemez. Hiçbir şey bana kadar olmamalı. Dünyaya böyle bakarsak iyi günler yakındır. (EG/YY)
Dizinin diğer röportajları: