Erken Cumhuriyet döneminin köpekbalıklarına yönelik tepkileri doğuran temel gelişme, ’'canavar" olarak nitelenen büyük köpekbalıklarının orkinos ya da torik sürülerini takiben Marmara'ya girmesiydi. Kuşkusuz bu nokta, o günlerde Marmara’daki balık çeşitliliği hakkında bir izlenim edinmeyi kolaylaştıracak niteliktedir.
Bu olaylar etrafında yaşananlar, basın haberleri ve halkın tepkileri dolaylı ya da doğrudan devrin anlayışını sergilemekte, günümüzün doğal yaşamı koruma anlayışı/bilinci ve çevre hassasiyetine yönelik o dönemde bir eğilim/bilgi olup olmadığı ya da var ise derecesi hakkında ipuçları vermektedir.
Erken Cumhuriyet dönemi Türkiye'si Türk devriminin çizgisinde başta siyasal olmak üzere birçok farklı alan ya da yönden köklü değişimlere sahne olmuştur. Aynı dönemde İstanbul ve çevresinde de yaşamsal açıdan renkli bir tabloyla karşılaşılmaktır. Özellikle 1920'lerin ortalarında, şehirdeki bu tablonun belirgin bazı çizgileri, Turşucu Cemal'in kabadayılık maceralarıyla [1] Haliç'teki korsanlık olaylarından [2], Vali Raşit Bey'in (Bigat) -görevinden alınmasına kadar gidecek- meşhur tatbikatına [3] ya da işçilerin sergilediği çeşitli hareketliliklere [4] kadar uzanmaktaydı. İlginçtir, şehrin bu geniş olaylar yelpazesi içinde hayvanlar da yerlerini alacaktı. Üstelik Marmara Denizi'nde ortaya çıkan oldukça büyük kabul edilebilecek köpekbalığı görüntüleri, bu yelpaze içinde farklı ve sansasyonel renkler ortaya çıkarmıştı. Dolayısıyla esprili bir bakış açısıyla İstanbul'un hayvanlar âleminde de devrimsel açıdan değerlendirilebilecek gelişmelerin yaşandığı ya da başka bir ifadeyle bu âlemde de sarsıcı görüntülerle karşılaşıldığı ileri sürülebilir.
2014 yılında Radikal gazetesi "Marmara'daki köpekbalıkları 100 yıldır biliniyor” başlığını atmıştı [5]. Bu başlık daha çok Marmara Denizi'nin türleri için geçerli görünmekle [6] birlikte bu coğrafyada görülen köpekbalıklarının, özellikle büyük olanlarının hikâyesi çok daha gerilere gitmektedir. Marmara Denizi'nde antik çağlarda yunus ve fok dışında yırtıcı balıklara pek rastlanmamakla birlikte Petrus Gyllius aracılığıyla İS 16. yüzyılın ilk yarısında İstanbul surlarına yakın bir yerde tutulmuş ve hiçbir balıkçının tanımadığı son derece büyük bir harharias cinsi köpekbalığmın (büyük beyaz köpekbalığının) görüldüğü kayıtlara geçmiştir. Böyle balıklara seyrek rastlandığından kıyıya çekilerek bir canavar gibi sergilenmeleri zamanla gelenekselleşmişti [7]. Benzer görüntülerle ilerleyen tarihlerde de karşılaşılmaktadır. Bu çizgide önemli bir kayıt, 19. yüzyıl sonlarıyla tarihlendirilmektedir. 1881 yılının Şubat ayında Beylerbeyi kıyısında yaklaşık 4 metre uzunluğunda bir köpekbalığı karaya vurmuştu. Kasım ayında ise uzunluğu 4 metre 70 santim olan 1500 kilo ağırlığında bir büyük köpekbalığı Boğaziçi’nde yakalanmıştı [8].
19. yüzyılın son çeyreği içinde yaşanan bu gelişmelerden sonra 1910’lu ve 1920'li yıllarda Marmara’da büyük köpekbalıklarıyla karşılaşmalar sürmüştü. 20. yüzyıl başlarında İstanbul Balıkhanesi'nin müdürlüğünü yapmış olan Karakin Deveciyan Efendi, 1331 (1915-1916) tarihli Balık ve Balıkçılık isimli, Türkiye'de alanında bir ilk olarak kabul edilen kitabında, "Dersaadet Balıkhanesi’ne gönderilen dört metre tul ve yüzotuzbeş santimetre arzında bir harharyasın karnından sekiz aded torik balığının” çıkarıldığını belirtmektedir. Deveciyan Efendi, 1910 Kasım'ında Balıkhane’deki görevine başladığından bu köpekbalığı 1910-1915 aralığında yakalanmış olmalıdır [9]. 1916 yılında Salistra Dalyanı’na yaklaşık 7-8 metrelik bir köpekbalığı girmişti [10]. Kafasından üç kurşunla öldürülen ve büyüklüğü nedeniyle mavnaya yüklenemeyen bu köpekbalığının sadece kafası 200 kilo gelmişti."
Marmara Denizinde köpekbalıkları, 1920’lerin hemen başlarında yeniden varlıklarını hissettirmişlerdi. Nitekim Deveciyan'ın tarihlendirmesiyle “1920 senesi Mayıs ayının on yedinci pazar günü”, Sedef Adası civarında kılıçbalığı avı sırasında 4 metre 65 santimlik bir köpekbalığı yakalanmıştı. Deveciyan'ın bu hayvanı bizzat kendisinin incelediği ve notlarını sakladığı anlaşılmaktadır. Onun kayıtlarına göre köpekbalığının "yan kanatları seksen santim boyunda olup sırt kanadı altmış santim yüksek idi. Pek geniş olan başının alt tarafında açılan ağzının alt ve üst çenelerinde ikişer sıra ve her sırada yirmi bir tane hançere müşabih müselles dişleri vardı". Öte yandan Balıkhane'de 500 kiloyu aşan tartı olmadığından balık tartılamamış fakat ağırlığı 1200- 1500 kilo olarak tahmin edilmişti [12]. Deveciyan tarafından harharias cinsi olduğu aktarılan köpekbalığı, ücret karşılığında haftalarca İstanbul Balıkhanesi’nde teşhir edilmişti [13].
Marmara'da lodos mu köpekbalığı fırtınası mı?
1920'li yılların ortalarında Marmara Denizi, 1881 yılında olduğu gibi ama bu kez daha yoğun hatta belki de önceki dönemlerle karşılaştırıldığında adeta bir köpekbalığı akınına sahne olmuş, 1926'nın Ocak ve Şubat aylarında yine azımsanmayacak büyüklükteki köpekbalıkları [14] Marmara Denizi'nde görünmüştü. Yılın ilk günlerinde muhtemelen 21 Ocak’ta Büyükada’da iskeleye yakın bir mevkide balıkçılar beş metreden fazla uzunluğa sahip bir tonu aşkın (1000 okka olarak kaydedilmişti) ve bir metre genişliğinde Cumhuriyet'teki ifadeyle bir "deniz canavarı" yakalanmıştı [15]. İkdam'ın bu balıktan bahsedilen Şubat başlarındaki haberine göre "bin kilo sıkletinde olduğu görülen" ve o döneme "kadar denizlerimizde ve bilhassa İstanbul limanında canavar balığına tesadüf edildiği görülmemişti". [16]
Balık, Büyükada’da Maden tarafından Münif Paşazade Faik Bey’in dalyanına düşmüştü. İlk ağı parçaladıktan ve ikinci ağa çarptıktan sonra üçüncü ağa takılmıştı. Balıkçılar ağı sudan çıkarmayarak iskeleye kadar sürüklemişler, orada balığı zıpkın ve baltalarla öldürmüşlerdi. Büyüklüğünden dolayı sahile Cumhuriyet’teki ifadeyle "ancak kısm-ı ulyası çıkarılabilmiş”ti (yani üst kısmı, gövdenin baş tarafı). Balığın baş kısmının 200 okka ağırlığında olduğu tahminlerine yer verilen haberde, hayvanın akşama kadar deniz kenarında kaldığı ve ancak akşamüstü bir motora bağlanarak balıkhaneye götürüldüğü anlatılmıştı [17]. İlerleyen günlerde gazetelerde çıkan haberlerden, bu büyük köpekbalığının 36 lira karşılığında satılarak Yunanistan'a gönderildiği izlenebilmektedir [18]. Öte yandan balıkçılar, o tarihe kadar Marmara ve Karadeniz'de bu derece büyük bir balığa rastlamadıklarını dile getirirken yakın zamanda yaşanan fırtınalar nedeniyle Marmara'ya sürüklendiği yorumlarıyla yaşananları açıklamaya çalışmışlardı. Cumhuriyet'teki nihai çıkarım, "[o] günlerde eğlencesiz kalan ada sakinlerine iyi bir temaşa mevzuı" olduğu yönündeydi. [19]
Cumhuriyet ve İkdam gibi günlük gazetelerin birinci sayfa haberlerine göre 1 Şubat 1926 tarihinde bu kez daha da büyük bir köpekbalığı yakalanmıştı. 2 Şubat tarihli İkdam'da 40 balıkçı tarafından sahile çıkarılabilen balığın büyüklüğü, "şehrimizde misli görülmemiş bir köpek balığı" manşetiyle tanımlanmaya çalışılmış ve bir öncekinin "iki misli sıkletinde" olduğu belirtilmişti. Gazetede köpekbalığının Adalar civarında yakalandığı kaydedilmişti. Ayrıca Adalar'daki balıkçıların civar sularda köpekbalıklarının dolaştığını hissettiklerinden bu durumu gözeterek geceden ağlarını attıkları, sabah saatlerinde ağlarda bir karışıklık gördükleri ve köpekbalığının ağlara takıldığını anladıkları yazılmıştı. Köpekbalığı, ada ığrıpçılarından Hocazade Yakup Efendi'nin ığrıp alamanacıları ağına düşmüş ve ağları parçalamıştı. Gazetedeki anlatımla balıkçılar tabanca, zıpkın ve baltayla hayvanı yaralamışlar, parçalanmış ağlarla sahile çekmişlerdi. Balıkhaneye nakil işlemi, gelen motora yüklenemediğinden sorun olmuş, balık ancak çekilerek götürülebilmişti. "Adeta bir kuyu ağzının açıklığı kadar geniş olan karnı kısmen açılmış” ve içinden yaklaşık 350 kiloluk bir orkinos, bir yunus iskeleti ile birçok torik çıkmıştı. [20]
Resim: Rıdvan Tezel, "Karekin Deveciyan Efendi ile Bir Mülakat- Karekin Deveciyan Efendiyi Evinde Ziyaret", Balık ve Balıkçılık 2/10 (Ekim 1954): 18. Deveciyan, 1945 baharında yayımlanan bir makalesinde, Türkiye sularında avlanan köpekbalıklarının midesinden insanlara ait organ ya da parçanın hiçbir zaman çıkmadığını yazmıştı. Karakin Devecioğlu "Köpek Balığı", Balıkçı 9-10 (Şubat-Mart 1945):16. |
Cumhuriyet'teki biraz daha farklı aktarıma göre köpekbalığı Beykoz'da balık ağlarının içine düşmüş, kurtulmak için çabalarken ağları yırtmış ve yaralanarak ölmüştü. Ölü köpekbalığının su yüzeyine çıkması üzerine polis ve Balıkhane telefonla durumdan haberdar edilmiş, ardından balık, Beykoz’a gönderilen bir motorla balıkhaneye taşınmıştı. Gazetedeki haberde balığın büyüklüğünden dolayı onu tartabilecek kantar bulunamadığının altı çizilmişti. Balıkçılarla hayvanı görmeye gelenlerin ilk tahminleri, köpekbalığının 4 ton civarında olduğu doğrultusundaydı [21]. Cumhuriyet'in 4 Şubat tarihli sayısında balık hakkındaki yazıya "Ada açıklarında tutulan balığın" ifadeleriyle giriş yapılarak Beykoz'da yakalandığı bilgisi Adalar olarak düzeltilecekti [22].
İkdam, 2 Şubat 1926, no. 10349, s.1. |
Köpekbalığını yakalayan Yakup Kaptan ile Kalkavanzade İbrahim Kaptan, İkdam muhabirine açıklama yapmıştı. Balıkçılar, Emval-i Metruke'nin volilerini kiraladıklarını, ağlarına giren torikleri köpekbalıklarından korumak için yedek ağlar kurduklarını, birkaç gün önce ("geçen gün" diye ifade edilmişti) büyükçe bir köpekbalığının bu ağlara takıldığını gazetenin muhabirine anlatmışlardı. Sabaha kadar boğuştuğu ağları parçalayan köpekbalığı sonunda boğularak su yüzeyine vurmuştu. "Fakat biz canavarı bu kadar büyük tahmin edemiyorduk” diyen Yakup Efendi, getirttikleri motorla hayvanı yüzdürerek Galata Köprüsü'nün gözünden geçirdikten sonra Balıkhaneye ulaştırdıklarını belirtmişti. Ayrıca "Şimdiye kadar içimizde Karadeniz’de, Marmara'da, Rusya sahillerinde büyük balıkçılıklar yapmış adamlar vardır, bu derece müthiş ve kuvvetli bir köpek balığı görülmemiştir. Balığın tutulması bizim bin beş yüz liralık ihtiyat ağlarımızın parçalanmasına mal olmuştur” cümleleriyle hayvanın büyüklüğünü karşılaştırırken yakalanmasının bedeline de değinmişti.
Cumhuriyet, 2 Şubat 1926, no.625, s.1. |
Gazetenin manşetinde kırk balıkçının balığı sudan çıkardığından bahsedilirken, haberin içinde bu işi kırkı aşan sayıda balıkçının yaptığı, önce hayvanı güçlükle iskeleye sonra da Balıkhane’nin alt katına taşıdıkları yazılmıştı. Bu arada büyük bir köpekbalığının yakalandığı haberi yayılınca görmek isteyen binlerce kişi adeta Balıkhane'ye hücum etmişti. Böyle bir atmosfer içinde balığın karnında insan iskeleti, üç çift çizme ve fes bulunduğu gibi asılsız söylentiler etrafa yayılmıştı [23].
İkdam'da balığın camgöz türüne girdiği ve tahminen 5 metre uzunluğunda, 1,5 metre genişliğinde olduğu aktarılmıştı. Yüzgeçleri, gazetedeki anlatımla, "yanaklarındaki kanatları bir metre uzunluğunda" idi ve alt dişleri çift sıra, üst dişleri ise tek sıraydı. Dişlerin uzunluğu bir parmak kadardı. Ağız açıklığı bir arşından fazla idi yani 68 santimi aşmaktaydı. Gazetenin haberine göre kaç kilo çektiği bilinmemekle birlikte ilk aşamada yaklaşık 2000 kilo olarak tahmin edilmişti [24]. 3 Şubat baskısında yine tahmin yürütülerek 3000 kilo olduğu yazılmış [25], 14 Şubat tarihli sayıda ise balığın ağırlığı yaklaşık 5000 kilo olarak verilmişti [26]. Cumhuriyet’in 3 Şubat baskısında yani henüz köpekbalığının yakalandığı ilk günlerde 5000 kilo kadar olduğu ve o güne kadar emsalinin İstanbul'da görülmediği ileri sürülmüştü [27].
İstanbul’da köpekbalığı temaşası
Yakup Efendi, ağlarına düşen balığı Tayyare Cemiyeti’ne hediye etmişti [28]. Cumhuriyet'teki ifadelerle "alelacaib deniz canavarı[nın]" ufak bir ücret karşılığında "Tayyare Cemiyeti tarafından Taksim Stadyumu'nda halka teşhir" edilmesine karar verilmişti. Nitekim cemiyetin İstanbul Merkez Şubesi'nden Sadi Bey, balığın "asker ve çocuk beş guruş, başıbozuk on guruş mukabilinde" sergileneceğini basına açıklamıştı [29]. Bunun üzerine 2 Şubat'ta yirmiyi aşkın hamalın büyük çabasına bağlı olarak köpekbalığı bir arabaya yüklenerek üstü örtülmüştü. Gayet büyük ve dört mandanın çektiği bu araba aracılığıyla hayvan ağır ağır Şişhane, Tepebaşı ve Beyoğlu üzerinden stadyuma taşınmıştı [30]. Bu taşınma sırasında balığı görmek isteyenler yüzünden "köprü üzeri adeta geçilmez bir hale gelmiş idi". Hayvan İstanbul halkının izdiham yaratmasına yol açacak derecede ilgi çekmiş, ayrıca halk üzerinde şaşırtıcı bir etki bırakmıştı.[31]
Tayyare Cemiyeti, hediye edilen köpekbalığını 3 Şubat'tan itibaren meraklılarına sergilemeye başlamıştı. Bir günlük hasılatın yaklaşık 200 lirayı bulduğu gazetelere haber olmuştu. Öte yandan balık üç günlük sürede çürümeye başlayınca stadyumda balığın büyüklüğü oranında bir havuz açılmış ve baytar gibi çeşitli uzmanlardan oluşan ekipler ilaçlama yaparak balık üstünde mumyalama çalışması yürütmüştü. Cumhuriyet'te yer verilen bazı uzmanların açıklamalarına göre, balık mumyalama aracılığıyla Tutankamon'un mumyası gibi asırlarca korunabilecekti. Bununla birlikte gazete cephesince, seyirciler gelmeyince "balığın icabına bakılaca[ğı]" görüşü savunulmuştu.[32]
Akşam gazetesinde de 7 Şubat'ta "mahud deniz canavarının teşhirine” başlandığı, 2 Şubat tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmış olan resimle birlikte ilan edilmişti. 7 ve 8 Şubat tarihlerinde balığın teşhirinin süreceği, Mahir ve Kenan Beylerin hayvanın tahniti için çalıştıkları, başarılı olmaları halinde balığın sergisinin 15 gün daha uzayacağı yazılmıştı [33]. Büyük köpekbalığının teşhiri, Şubat ortalarına kadar Tayyare Cemiyeti yararına 1750 liralık bir gelirin toplanmasını sağlamıştı [34].
Bu büyük köpekbalığının -muhtemelen büyük beyaz köpekbalığının— halk üzerindeki etkisinin uzun süre hissedildiği görülmektedir. Nitekim Eser Tutel, "Özlemin Tadı Başkadır" adını taşıyan kendisine ayrılmış sütunlardaki "Taksim'de Kışladan Bozma Bir Top Sahası Vardı" başlıklı yazısında dönemin basınında çıkan köpekbalığı hakkındaki haberleri de doğrulayacak şekilde şu anlatıya yer vermişti: "Son olarak, dev bir köpekbalığı bile burada görücüye çıkartılmış! Köpekbalığı nasıl olur da görücüye çıkartılırmış, demeyin! Basbayağı çıkartılmış, işte! Hiç unutmam, babam, nasılsa 6-7 m. uzunluğunda koskoca bir köpekbalığı yakalayan balıkçıların bu deniz canavarını getirip günlerce bu stadın ortasında halka teşhir ettiklerini anlatırdı. Sonunda bu korkunç balık azmanı, açıkta durmaktan kokmaya başlamış da, balıkçılar çaresiz onu apar topar alıp götürmek zorunda kalmışlar.”[35]
Ancak ikinci ve bu çok büyük köpekbalığından sonra görülen o ki, Marmara'ya köpekbalığı akını durmamıştı. İkdam'daki açıklamaya göre Adalar civarı bölgenin en derin mevkiini oluşturmaktaydı ve burası 1926 başları itibariyle köpekbalıklarının çok sık görüldükleri bir alan olmuştu. Gazetenin 14 Şubat tarihli sayısında evvelki gece olarak ifade edilen [36], Cumhuriyet’’teki tarihlendirmeye göre ise 11 Şubat 1926'da 1500 kilo olduğu tahmin edilen, 4 metre uzunluğunda üçüncü bir köpekbalığı Kiryako adlı adalı bir balıkçı tarafından yakalanmıştı. Yine Cumhuriyef’in tasviriyle yalnız bir kanadı 1 metre olan ve başında 5 kat nefeslik bulunan köpekbalığı, 13 Şubat sabahı balıkhaneye getirilmişti. Balık -bir önceki daha büyük olmasına rağmen 40 kişilik taşıyıcı gruptan bahsedilirken- ancak 50-60 kişinin çabasıyla karaya çıkarılabilmişti. Ocak sonlarında yakalanan ilk köpekbalığıyla karşılaştırıldığında bu üçüncü balık daha büyüktü. Gazete haberlerine göre meraklılarının izdihamı nedeniyle Balıkhane Müdürü, balığı saklı bir yere koymak zorunda kalmıştı [37].
Kıyıda teşhir edilen köpekbalığı fotoğrafı. Fotoğraf: Selahadin Giz. 1920'lere tarihlenen bu fotoğraf, National Geographic Türkiye tarafından yayımlanmıştır. (Hakan Kabasakal, "Akdeniz ve Türkiye, Büyük Beyaz Geri Döner mi?, National Geographic Türkiye, Temmuz 2016, s.109) Gazete haberleri göz önüne alındığında Şubat 1926'nın ilk yarısında çekilmiş olmalıdır. Sadullah Ayaşlı'nın bahsettiği köpekbalığının da bu balık olması muhtemeldir: "Aşağıda İstanbul gazetelerinin böyle bir balık hakkındaki neşriyatını hulasaten derc ediyorum: Canavarın karnı yarıldığında derunundan beheri 200 kilo sıkletinde iki tane Ton balığı ve bunlardan başka da 300 kilo ağırlığında bir Yunus balığı zuhur eylemiştir. Mezkur canavarın tulü 8 metre olup sıkleti de 4.500 kiloyu mütecavizdir." (Sadullah Ayaşlı, Boğaziçi Balıkları, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul 1937, s.59). |
Aynı gün öğle vakti balıkhaneye gelen 20-25 yaşlarında genç bir balıkçı olan Kiryako, Cumhuriyet'in muhabiriyle röportaj yapmıştı. Açıklamalarına göre ilk büyük köpekbalığı yakalandıktan sonra böyle bir balık yakalama hevesine kapılmış ve bir hafta kadar denizde peşlerinden koşmuştu. Nihayet 11 Şubat Perşembe günü iki tayfasıyla birlikte Sedef Adası açıklarında 200 kulaç (aşağı yukarı 400 metre) uzunluğunda ve yaklaşık bir parmak kalınlığındaki orkinos oltası [38] ile saat 13'te köpekbalığını yakalamıştı. Köpekbalığıyla mücadele ederek Sedef Adası ile Büyükada açıklarına gelmişti. Daha sonra balık onları Büyükada'nın Aya Nikola sahilindeki kayalıklara sürüklemişti. Sahildeki 10 kadar temizlik işçisinin yardımıyla kayalıklara sıkışan balığı oradan çıkartarak yakalamışlardı. Böylece 7 saatlik mücadele sonra ermişti. Kiryako, sahile geldiğinde Yuda adlı bir Musevi madrabaza [39] balığı 24 liraya satmıştı.
Cumhuriyet'teki ilk aktarıma göre köpekbalığı 14 Şubat'ta müzayedeye çıkarılacaktı [40]. Fakat gazetenin 16 Şubat baskısında yakalanan üçüncü köpekbalığının da Tayyare Cemiyeti yararına sergileneceğine yer verilmişti. Taksim'de sergilenen büyük köpekbalığının Kadıköy ve Üsküdar halkı tarafından görülmemiş olması nedeniyle yaklaşık 1500 kiloluk en son avlanan üçüncü köpekbalığının Kadıköy'de teşhiri kararlaştırılmıştı [41]. 20 Şubat tarihli Resimli Gazete'nin sayfalarına 30 santimlik bir olta iğnesiyle yakalanan bu balığın resmi taşınırken o zamana kadar yakalanan en büyük köpekbalığının boyunun 4,5 metre olduğu, ağırlığının ise 1500 okkayı aştığı yönünde bir bilgi verilmişti [42]. 25 Şubat tarihinde Resimli Gazete'de yayımlanan resme benzer bir fotoğraf Resimli Perşenbe'de yayımlanmıştı. Şu farkla ki Resimli Perşenbe'de bu köpekbalığı "Tayyare Cemiyeti menfaatine teşhir edilen 1500 okkalık balık" olarak tanıtılmıştı [43]. Belirtmek gerekir ki Ocak-Şubat 1926 tarihlerinde Türk basınında çıkan yakalanmış köpekbalıklarıyla ilgili resimlerde birkaç tanesi hariç bırakılırsa azımsanmayacak benzerlikler söz konusudur; ancak yine de kesin bir şey söylemek güçtür.
Fırtına sonrası korku!
Cumhuriyet’in muhabiri balıkçılarla ve ilgilileriyle görüşmeler yaparak konuyu irdelemişti. İstanbul balıkçılarının 18 senedir bu balıkları görmedikleri yönündeki açıklamaları gazetedeki incelemeye yansıtılırken kısa sürede üç köpekbalığının avlanması olağanüstü bir gelişme olarak yorumlanmıştı. Ayrıca Büyükada ile Sedef Adası açıklarında torik avlandığına ve büyük köpekbalıklarının da bu balıklarla beslenmelerinden dolayı "torik vebası” olarak adlandırdıklarına dikkat çekilmişti. Bu arada kamuoyunu telaşlandıran köpekbalığı görüntüleri, o sene hüküm süren lodos fırtınalarıyla ilişkilendirilmişti [44]. Sadullah Ayaşlı da 1937 tarihli eserinde köpekbalıklarını tanıtırken 1925 yılının lodos fırtınalarıyla Marmara'da ortaya çıkan balıklar arasında ilişki kurmuştu. Nitekim eserinde "1925 senesinin şiddetli lodos fırtınaları bu balıklardan birkaçını Boğaz'ın Marmara methaline kadar atmıştı. Gayet muzır olan bu canavarlar birçok ziyanlara sebebiyet verdiklerinden dolayı balıkçılar tarafından bin müşkilat ile itlaf edilebilmişlerdi” diye yazmıştı [45].
Öte yandan çok kısa süre içinde üç büyük köpekbalığının yakalanması, kamuoyunda şaşkınlık ve korku yaratmıştı. Cumhuriyet'teki yorum, "sahillerinde aşk, zevk ve eğlence ilahelerinin terennüm ettiği tahayyül edilen Büyükada açıkları[nın]” beklenmeyen misafirlere yuva olduğu ve bu gelişmenin öncelikle burada her sene yaz aylarında deniz banyosu yapma alışkanlığı olan ada sakinleri üzerinde bariz bir korku yarattığı şeklindeydi. Nitekim ada denizcilerinden biri Cumhuriyet’e yaptığı açıklamada "ada açıklarında görülen canavarlar tamamiyle imha edilmeden evvel Büyükada’nın 'mavi ve berrak' sularının kendisine 'sim siyah' göründüğünü ve torik düşmanı olan bu balığın bir hamlede karnına gitmek tehlikesine katlanacak bir adalının mevcudiyetini tasavvur edemediğini" söylemişti. Yine Cumhuriyet'te rastlanan ilginç bir söylem, "yaza kadar cesur balıkçılarımızın bu deniz canavarlarının hakkından gelmesi" temennisi hakkındaydı. [46]
Köpekbalıklarının ortaya çıkardığı korku ve kaygılar Cumhuriyet'in "Biraz da Şaka” köşesindeki "Köpek balıkları çoğaldıkça..." başlıklı esprili bir içerik taşıyan yazıya da yansımıştı. Burada eskiden köpekbalıklarının Marmara’ya gelmeye tenezzül etmediği, oysa 1920'lerin ortalarında sayılarının arttığı belirtilmişti. 1. Dünya Savaşı sırasında Marmara'ya sızan denizaltılara benzetilen köpekbalıklarından kaç tanesinin henüz yakalanamadığı sorgulanmıştı. Bir yandan Marmara balıklarını lezzetli buldukları alaycı bir üslupla aktarılırken aynı zamanda denizaltılardaki telsiz telgraf aracılığıyla kurulan iletişimin köpekbalıkları arasında sağlanıyor olması halinde bunun bir felakete yol açacağı, bütün köpekbalıklarının Marmara'ya toplanabileceği olasılığı vurgulanmıştı. En önemlisi, hissedilen kaygı "Adalarda, Florya'da, Moda'da, Kalamış'ta, Fener'de, Bostancı sahillerinde, Boğaziçi'nde deniz banyoları yapan insanlara saldırırlarsa halimiz nice olur" ifadeleriyle yarı şaka yarı ciddi bir üslupla ortaya koyulmaya çalışılmıştı. Bu arada yine şakacı bir üslupla güzel ve çekici kadınlara saldırmalarının düşünülemeyeceği ifade edilmişti. Aynı üslup içinde köpekbalıkları kadın düşkünü ise erkeklerin yaşama şansı kalmayacağı da belirtilmiş ve yazı, Çanakkale Boğazı’ndan geçememeleri ümidiyle bitirilmişti. [47]
16 Şubat tarihli Cumhuriyet'te ise bu kez daha ciddi ve karşılaştırmalı bir yazıyla köpekbalıkları meselesi ele alınmıştı. Kısa süre içinde yakalanan köpekbalıklarının Adalar halkı üzerinde zannedildiğinden çok daha fazla etki yaptığı, köpekbalığı avının gündemi belirlediği ve çeşitli söylentilerin ağırlık kazandığı üzerinde durulmuştu. Özellikle bu dedikoduların Adalar halkının korku ve endişelerini şiddetlendirdiğinin, bu doğrultuda 100'ü aşan sayıda köpekbalığından bahsedilmeye başlandığının altı çizilmişti. Aynı yazıda ilk aşamada köpekbalıklarının Marmara'ya fırtınaların etkisiyle geldiklerinin düşünüldüğü, fakat büyük balık avlamakla geçimini sağlayan ve daima tehlikeler karşısında bulunan Türk balıkçılarının bu iddiaları kabul etmedikleri hatırlatılmıştı. Balıkçılar, köpekbalıklarının tarihi İstanbul sahillerinin en eski misafirleri olduğu kanaatindeydiler. Gazetedeki aktarıma göre köpekbalıklarının ağlara takılmaya başlamasından itibaren balıkçılar kendi şartları içinde incelemeler yapmışlardı. Onlar köpekbalıklarının dış denizlerden gelmediğini, özellikle Bostancı'da Hayri Paşa Köşkü'nün bulunduğu mevki hizasında sahil boyunca kayalıklarda yuva yaptıklarını düşünmekteydiler. Bu değerlendirmelerini Adalar Liman İdaresi’ne bildirmişler ve köpekbalıklarının imha edilmesi için dinamit kullanılmasına izin verilmesini istemişlerdi. Balıkçıların açıklamalarına göre Bostancı sahillerinde türeyen köpekbalıklarının sayısı 50’yi aşkındı. Cumhuriyet'te bu değerlendirmelerin doğruluğunun bilinmediği ancak halkın kaygılarının kesin olduğu belirtilmişti [48]. O günlerde köpekbalıklarına karşı alınacak tedbirler İkdam'a da yansımıştı. Gazetede, köpekbalıklarının diğer balıkları göç ettireceği korkusunun balıkçılar arasında yaşandığı vurgulanmıştı. Bu bağlamda palamutların içine dinamit yerleştirilmesinin ve böylece köpekbalığı tehlikesinin bertaraf edilmesinin düşünüldüğü yönünde bir istihbarata ulaşıldığı da nakledilmişti [49].
Köpekbalıklarının ardından
Bu arada Deveciyan’ın göçmen balıklar gibi bazı balık türleri hakkında Türkiye’deki balıkçıların bilgilerinin sınırlı olduğu, balıkçılığın bilimsel açıdan gelişmediği ve av araçlarında yetersiz kalındığı yönündeki açıklamaları gözetildiğinde [50] bu yaşananlar, Cumhuriyet'in ilk yıllarında Türkiye'de köpekbalıkları hakkında, özellikle basın ve halk düzeyinde ne derecede bilgi sahibi olunduğunu da göstermekteydi. En azından bu yönde bir fikir edinmek açısından yardımcı oldukları ya da bu çizgide bir örnek teşkil ettikleri ileri sürülebilir.
Öte yandan yaşananlar, basın haberleri ve halkın tepkileri dolaylı ya da doğrudan devrin anlayışını sergilemekte, günümüzün doğal yaşamı koruma anlayışı/bilinci ve çevre hassasiyetine yönelik o dönemde bir eğilim/bilgi olup olmadığı ya da var ise derecesi hakkında ipuçları vermektedir. Böyle veriler dönemin anlayışının günümüzden farklılığının belirlenmesine yardımcı olduğu gibi bugünlere ulaşan çizginin evrimi açısından da değer ifade etmektedir.
Erken Cumhuriyet döneminde Marmara Denizi'nde kısa süre içinde ortaya çıkan, oldukça büyük kabul edilebilecek üç köpekbalığı, halkta ve balıkçılarda farklı dinamiklere dayalı olarak ilgi, şaşkınlık ve bunlar kadar korku da yaratmıştı. Tüm bunlar, bir yandan bu hayvanların kısa süreli de olsa İstanbul ve civarında biraz gürültü çıkardıklarını gösterirken bir yandan da erken Cumhuriyet döneminde çok önem verilen havacılık yönündeki çalışmalara -biraz da esprili bir bakış açısıyla— büyük köpekbalıklarının azımsanmayacak katkısını ortaya koymaktaydı. Dolayısıyla Marmara'da ortaya çıkan köpekbalıkları havacılık çalışmalarına katkılarıyla tarihin somut bir öznesi olarak değerlendirilebilecek konuma sıçramaktaydılar. Ancak en önemlisi yarattıkları etkiyle tarihin sessiz tanıkları olma sınırının biraz ötesine geçmişlerdi. (EM/EA)
* Dipnotlar için tıklayın.