Notlarıma bakmadan önce yazmaya otururken, hafızamı yokladığımda aklıma gelen ilk şey "engelli anne" kavramı oldu. Zaman zaman kullanıldı bu kavram. Ancak "engelli baba" kavramı hiç kullanılmadı. Sanki bu memlekette hiç sakat baba yoktu!
Sempozyumun sakat kadınlarla ilgili olmasından kaynaklanmıyordu "engelli baba" kavramının kullanılmaması; çünkü sempozyumda çoğunlukla sakatların sorunları konuşuldu.
Akademisyenlerin çoğu konuşmasına bu konuda araştırma yapmaya kalktığında Türkiye'de hiçbir şey bulamadığını söyleyerek başladı.
Çünkü sakat kadınlarla ilgili neredeyse hiç bilgi, belge, araştırma yoktu.
Yapılan araştırmalar da, çoğunlukla, sakat kadınların sağlık sorunları ile ilgili olanlardı.
Türkiye'de omurilik felçlisi bir kadının mamografi yaptırabileceği bir hastane yok!
Tarih boyunca kadınlar araştırma dışı tutulduğu için (hamilelik, menstürasyon vb nedenlerle) ilaçların kadınlar üzerindeki etkisini bilmiyor hekimler.
Sakatlara evlat edinme hakkının verilmediğini öğrendim sempozyumda. Buna karşılık, bebeklerin gelişimiyle ilgili bir araştırma, sakat kadınların annelik yapamayacağını düşünenleri utandıracak nitelikte.
Omurilik felçli anneler tekerlekli sandalyeden bebeklerine uzanmada zorlandıkları için, bebeklerin baş ve ayaklarını havaya kaldırarak annelerinin kendilerini almasını kolaylaştırmaları gözlenmiş.
Üniversite öğrencileri arasında yapılan bir araştırmada, öğrencilere sorulan sorulardan birinin seçenekleri:
"Engelli olsaydım yaşamamayı tercih ederdim."
"Engelli olsaydım hayata küserdim."
Sakatlara acıyanların birinci olduğu araştırmada, ikinciliği üzülenler, üçüncülüğü, sakat olmadığı için "şanslı" olduğunu düşünenler alıyor.
Eşcinsellere yönelik ayrımcılıkla ilgili yapılan bir araştırmada, sorulan soru:
"En çok kim gibi dışlanıyorsun?"
Cevap: "Sakatlar gibi."
Yapılan başka bir araştırmada, sakat erkekler için en büyük sorun seks iken, kadınlarda dış görünüm olarak belirlenmiş.
Evli iken çiftlerden erkek olan sakat kaldığında kadın onu terk etmezken, kadın sakat kaldığında erkeklerin terk etmesi de başka bir araştırmanın sonucu.
Üstelik, sakat kalan erkeklerin çoğu "erkekliklerini", çocuk sahibi olma yetilerini kaybettiği, kadınların "kadınlıklarını", çocuk sahibi olma yetilerini kaybetmedikleri halde!
Sakat çocuğu olan ailelerde erkeklerin sakat çocuklarıyla, eşlerini terk edip ortadan kaybolduğunu ise sempozyumda dile getirilmese de çok duydum.
Sakat kadınlar konuşmalarında önyargıları ve yaşadıkları ayrımcılığı anlattı.
"İnternet kafem vardı kapattım". "Neden kapattın? Ne güzel vakit geçiriyordun!" dediler.
Sakat kadınlar sadece vakit geçirmek için çalışıyor sanki!
"Engelli kadın ve eğitim" başlıklı oturumda konuşan Şule Akdağ, kör kadınların yaşadıklarını anlattı:
"Yardım amacıyla kolunuza girer, kolunuzu sıkar, bir şeyler elde etmeye çalışırlar. Aile sokağa göndermez istismar edilirsiniz diye. Halbuki en çok istismar ailelerde olur.
Telefonda kabul ederler iş için, görüşmeye gidince reddederler. Çoğu, sizin namusunu koruyamayız, diyerek reddeder.
İş, aile herkes sizin namusunuzun bekçisidir, size hiç kalmaz namusunuz.
Ölseydin keşke doğmasaydın, denir kadınlara. Oğlu kör olan anne, oğluma aslan gibi gelin alırım, der.
Kör erkeklerle evlenen kadın için, bakire değil, dul, çirkin, defolu denir.
Hissediyorum ki, dışarıda kalabalık var, keşke engelli kadınların deneyimlerini de dinleselerdi."
Sakat kadınlar yaşam deneyimlerini anlatırken konuşmalara ilgi göstermeyen akademisyenler, aslında bir birlerinin konuşmalarına da ilgi duymuyordu çoğunlukla.
Sanki sadece öğretmeye gelmişlerdi. Öğrenecek şeyleri yoktu. Konuşan gidiyordu.
Konuşma sürelerini de çoğunlukla aştıkları için bizlere konuşacak zaman çok az kaldı.
Sakat kadınlarla ilgili bir sempozyumda en az sakat kadınlar konuştu.
Doktorların yaptığı ayrımcılığın farkında olmadığını söylediğimde, örnek istedi bir doktor. Katılımcılardan tekerlekli sandalyeli genç bir kadın verdi örneği:
"Trafik kazası geçirdim. Hastanede ayıldığımda, başımda konuşan doktorlardan biri, 'Ben bu kızın yerinde olsam kendimi öldürürdüm' dedi."
Sempozyumda en çok tartışılan şey tanımlar oldu. Doktorların çoğu, dünya sağlık örgütü ne derse onu yaptığı için, "engelli" derken, devlet ya da hükümetle ilişkisi olan akademisyenler "özürlü" ve benim de içinde olduğum azınlık "sakat" kavramını savundu.
"Engelli kadın ve hukuk" ve "engelli kadın ve insan hakları" başlıklı oturumlarda sakat kadınlarla ilgili hiçbir şey söylenmedi.
İşaret dili bilen hukukçu olmayan bir ülkede sağır kadınlar yasal haklarını nasıl arayabilir?
Bu vesileyle sağır örgütlerinin taleplerini ben de destekliyorum, bakanlar kurulunda görüşülmeyi bekleyen sakatlar yasa tasarısında, işaret dili resmi dil olmalıdır!
Yasa tasarısının da konuşulduğu sempozyumda çözüme yönelik konuşulamadı.
Sorunlar o kadar çoktu ki, ancak onların birazını konuşabildik.
İlk olduğu için her şeye rağmen umut vericiydi.
Kocaeli üniversitesinden Sezar Komşuoğlu, tek somut öneriyi yaptı:
"Hamile ve engelli kadınlar meclis kürsüsünde konuşursa sorunlar çözülür."(NG/EÜ)