Joan W. Scott feminist tarih çalışmaları için çok önemli bir isim, 2013 Nisan ayında Feminist Tarihin Peşinde adlı kitabının BGST yayınlarından Türkçede yayınlanması vesilesiyle İstanbul'a gelmiş ve iki konuşma yapmıştı. Scott'un bir başka çalışması Örtünmenin Siyaseti adıyla Bu yayınlarından çıkmıştı. Agora yayınları da Scott'un önemli bir makalesini Toplumsal Cinsiyet: Faydalı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi adıyla kitaplaştırmıştı, Fahriye Dinçer’in İstanbul'a gelen Scott'la yaptığı söyleşiyi sunuyoruz.
Öncelikle, tarihçilik serüveninizden söz eder misiniz? Tarihçi olmanızın, siyasi süreçlerle ilişkisi var mıydı?
Doğrudan ve nedensel biçimlerde olmasa bile siyasi bağlamların tarihsel çalışmaları her zaman belli ölçüde etkilediğini düşünüyorum. Kendi durumuma dönersem, yaptığım ilk çalışmalarda beni "bir anlam" aramaya sevk eden şey, 1960'ların heyecanı -Vietnam Savaşı, Sivil Haklar Hareketi- olmuştu. 0 dönemdeki çalışmam (doktora tezim) iktisadi değişimin 19. yüzyıl işçi hareketlerini etkileme biçimleriyle ilgiliydi. Ardından, kadınların tarihine ve feminizme ve daha sonra da ABD'de adlandırıldığı biçimiyle post-yapısalcı dil kuramlarıyla ilişkili daha kuramsal sorulara yönelmeme neden olan şey ise 1970'lerin feminist hareketiydi.
Meslek hayatını/, boyunca modern Fransa tarihçisi, işçi sınıfı veya feminizm tarihçisi gibi isimlerle anıldınız. Bunlar, elbette ki yaptıklarınızla ve ürettiğiniz çalışmalarla ilişkili. Bu türden isimlendirmeler hakkında neler düşünüyorsunuz ve sizin benimsediğiniz başka bir çerçeve var mı?
Şu anda kendimi eleştirel bir tarihçi olarak görüyorum. Odaklandığım konu ne olursa olsun, çalışmalarım eleştiriyle ilgili oluyor -eleştiriyi, Foucault'nun günümüzün tarihi anlayışında yer aldığı haliyle kullanıyorum; yani nereden geldiklerini ve mevcut anlamlarını nasıl kazandıklarını düşünmeksizin kullandığımız kanıksanmış, sağduyuya dayalı kavramları tarihselleştirme girişimi. Dolayısıyla, disipline ait bir tanımlama üzerinden beni Fransa tarihçisi ya da işçi hareketleri veya feminizm tarihçisi olarak düşünmekte bir sorun yok, ama araştırma konum ne olursa olsun yaptığım işi bütünsel olarak yansıtan, eleştirel tarihtir.
Çalışmalarınız, çeşitli disiplinlerle ilişkili olarak ilerliyor ve ortodoks tarih anlayışının dayandığı temelleri de sorguluyor. Buradan yola çıkarsak, disiplinlerarası (veya tercih edeceğiniz başka bir adlandırma da olabilir) bir yaklaşımın izini sürdüğünüz söylenebilir mi? Bu çerçeve içinde tarihsel yaklaşımların konumu nedir?
Felsefeden, kültürel çalışmalardan vb. disiplinlerden kavramlar ve kuramlar ödünç alıyorum ve bu anlamda da yaptığım çalışmaların disiplinlerarası bir niteliği haiz olduğunu düşünüyorum. Bununla beraber, kavramların tarihlerini ortaya çıkarması itibariyle bana göre benim çalışmalarım esasen tarihseldir; insanların kavramların değişkenliklerini anlamasını sağlayarak bu kavramları doğallıklarından arındırmakta ve sorgusuz sualsiz kabul edilebilecek tek bir hakikat olduğu düşüncesini (Bir kadın ya da bir erkek nedir? Eril ya da dişil olarak kabul edilebilecek olan nedir? Değer veya hakikat gibi çeşitli düşünceler nasıl zemin kazanırlar ve incelenmemiş, tarihsel olarak özgül olan hangi varsayımlara yaslanırlar?) ortadan kaldırmaktadır.
Dolayısıyla, bana göre tarih, şu anki fikirlerin nerelerden geldiklerinin, geçmişte nasıl daha farklı olduklarının vb. hikâyesini anlatmamı sağlayan bir yöntemdir.
Tarihsel araştırmaların kuramla ilişki kurması, eskiye oranla daha fazla kabul görmeye başladı. Hâlihazırda, bu türden tarih çalışmalarını ciddi şüpheyle karşılayan bazı tarihler olduğu gibi, başka bir uçta da nitelikli veriye ve bulguya fazla yer vermeksizin çalışmalarını kuramsal uyarlamalar biçiminde yürütenler de olabiliyor. Sizin çalışmalarınız, araştırmanın ihtiyaçlarına bağlı olarak bunların tümünden yararlanarak nasıl çalış ne dair önemli ipuçları sağlıyor. Kuramlar, ampirik bulgular ve bunların arasında oluşabilecek dengeler konuşanda sizin deneyimleriniz neler söylüyor?
İşte, yanıtı zaten söylediniz... Tarih hakkında iddialarda bulunabilmek için hem kurama hem de ampirik malzemeye ihtiyaç var. Ayrıca, geçmişte olanları anlamlandırmak için bunların arasında bir ileri bir geri gidip gelmeniz gerekir. Kuram, tarihsel olaylara nedensel tanımlamalar yapmak demek değildir; olayları nasıl okuduğunuz ve yorumladığınızla ilgilidir. Kuram, nereye bakılacağı ve ne aranacağı hakkında ipuçları verir. Fakat, iyi bir okuma ampirik materyallerle (o veya bu çeşit metinler) arasını fazla açmaz. Kuram, içinden okuma yaptığımız mercektir; ama okuduğumuz şey aynı zamanda dogmatik kuramsal kategoriler olarak adlandırılabilecek şeyi de sorgular, ona meydan okur. Dolayısıyla benim için, örneğin, toplumsal cinsiyet erkekler ve kadınlar arasındaki ilişki hakkında önceden bildiğim bir şey değil; toplumların, cinsler arasındaki farklılıkların ne anlama geldiğini nasıl anladıkları, düzenledikleri ve sınırlandırdıkları hakkında bir sorudur.
Tarihsel araştırmalarda nelerin kaynak olarak kabul edilebileceği konusunda çeşitli tartışmalara tanık oluyoruz. Örneğin, sözlü kaynaklar ve deneyimler en fazla sorgulananlar arasında sayılabilir. Öte yandan, her deneyimi biricikleştiren ve bunu tarihsel açıklama zeminine yerleştiren bir eğilim de zaman zaman göze çarpıyor. "Deneyim" özerine çe şitli makaleler yazdınız; deneyimin bir tarihse l çalışma için olası katkı biçimleri hakkında neler söyleyebilirsiniz?
"Deneyim" konulu makalemi, ABD'de kimlik politikalarının -bir kişinin sahip olduğu deneyimin, o kişiye belirli bir grup adına konuşma yetkisi sağladığı iddiası- zirve yaptığı dönemde yazmıştım. Amacım, deneyim olarak kabul ettiğimiz şeyin şeffaf olmadığı, tersine tarihsel veya toplumsal veya kültürel olarak üretildiğiydi. Bir başka deyişle, neyin kayda değer ve neyin değmez, neyin önemli ve neyin önemsiz olduğuna dair fikirler uyarınca başımıza gelen şeyler arasından seçim yapıyorduk. Bunlar doğal olan veya sağduyuya dayanan değil, "inşa edilmiş" fikirlerdi. Dolayısıyla, tarihçi veya sosyolog veya siyaset kuramcısı için soru şudur: hayatın belli yönleri, eylemlerimizi dayandırdığımız ve -işçiler, kadınlar, eşcinseller, etnik veya dinsel gruplar vb. olarak- kimliğimizi atfettiğimiz "deneyim"i niçin ve nasıl biçimlendiriyor?
Sözlü tarih yapıyorsanız örneğin, size sunulan açıklamaları görünen haliyle kabul etmez, hayatın akışı içinde neyin önemle vurgulandığını, neyin "deneyim" olarak diğerlerinden ayrıştırıldığını, neyin dışarıda bırakıldığını, nasıl bazı şeylere -ama bazı diğerlerine değil- anlam ve sebep atfedildiğini vb. sorarsınız.
"Eleştirel tarih "in sizin tarihçiliğinizdeki yerine daha önce değinmiştiniz. Sizce bu yaklaşım, genel olarak toplumsal araştırmalar için neden önemlidir? Eleştirel tarih, bugünün tarihiyle nasıl ilişkilendirilebilir?
Evet, burada diyebileceklerimin bir kısmına daha önce değinmiştim, fakat biraz daha açmaya çalışayım. Eleştirel tarih (veya eleştirel sosyoloji veya siyaset kuramı veya edebiyat çalışmaları kendi hayatlarımızda verili kabul ettiğimiz (veya araştırmalarımızdaki hayatlarda verili kabul edilen) kategorileri sorunsallaştırır. Geçmişi anlama biçimlerimizde -ve geçmişteki insanların kendilerini anlama biçimlerinde- kör noktaların neler olduğunu, verili kabul edilen kavramların ve incelenmemiş, sorunsallaştırılmamış varsayımların neler olduğunu sorar. Dil süreçlerini, bilinçdışı süreçleri sorgulayan ve bizleri de bu süreçlerin doğallaştırdığı (ve dolayısıyla gizlediği) iktidar ilişkilerini, düzenlediği normları, devreye sokmaya çalıştığı sınırları ve düşüncelerin nasıl ifade edildiğini araştırmaya sevk eden kuramsal yaklaşımlara dayanır.
Bana yol gösteren şey, Foucault'nun günümüzün tarihi mefhumu oldu, "Yapılacak olan, henüz hakkında konuşulmamış şeyleri; öyle ki günümüzde kendi düşünme biçimlerimizde, kendi pratiklerimizde düşünce sistemimizin kırılganlığına dair az ya da çok bulanık belirtiler ortaya koyan, bunları dışa vuran şeyleri tespit etmeye çalışmaktır. "Bu alıntıyı, ilk sayısını 2011'de çıkardığımız History ot the Present: A Journal ot Critical History [Günümüzün Tarihi: Eleştirel Tarih Dergisil'nin girişinde de kullanmıştık.
Türkiye'deki pek çok okuyucu feminist tarih yazımını ele alan ve feminist bakış açışıyla üretilen çalışmalarınızı iyi biliyor. Feminist araştırmaları güçlendirecek yeni kanallar veya yaklaşımlar konusunda neler söylemek istersiniz?
Sanırım, "Toplumsal Cinsiyet" makalemden bir alıntıyla bu soruya kısaca yanıt verebilirim: “erkek’ ve ‘kadın’ hem boş hem de kendi dışlarına taşan kategorilerdir." Kadını ve erkeği her zaman anlam atfedilen fakat henüz tanımadığımız kategoriler olarak düşünürsek, kadınların ve erkeklerin neler yaptıklarını, hangi deneyimlere sahip olduklarını değil de nasıl ve hangi yollarla "kadınlar" ve "erkekler" olarak tanımlandıklarını, bu tanımlamaların ne şekilde düzenlendiğini, belli erillik ve dişillik biçimlerine hangi toplumsal değerlerin yüklendiğini, o değerlerin nasıl ve hangi koşullar altında değiştiğini sorarsak, işte o zaman heyecan ve merak yüklü birçok feminist çalışmanın bizleri beklediğini görürüz diye düşünüyorum. Ne zaman ki tüm sorulara yanıtlarımız olduğunu düşünür ve tarihimizi onlara uygun hale getiririz, işte o zaman tarih yazmanın meydan okuyuşu (ve keyfi) ortadan kalkar. (ÇT)
* Bu yazı Toplumsal Tarih Dergisi’nin Temmuz 2013 sayısında yayınlanmıştır.