Altın Kayısı bu yıl beşinci yaşını kutladı. Küçük bir prodüksiyon olarak başladığını tahmin ettiğim bir “sinema günleri” beşinci yılında Wim Wenders’ten, İran sinemasını başlatan sinemacı olarak bilinen Darioush Mehrjouei’ye kadar pek çok önemli sinema insanını konuk edecek bir uluslararası festival haline gelmiş.
Festivalin başkanı ise Kanadalı Ermeni yönetmen Atom Egoyan. Bu yıl festivalin başkanlığı Darioush Mehrjouei tarafından yapılan Uluslararası Yarışma Jürisinin üyelerinden biri de İstanbul Film Festivali yönetmeni Azize Tan’dı.
Sinema eleştirmeni ve yazar Alin Taşciyan da Fibresci jürisinin üyelerindendi.
Belgesel jürisinde İstanbullu belgeselci Melek Ulagay Taylan da olacaktı, ancak son anda yaşanan bir aksaklık nedeniyle Erivan’a gelemedi ama festival katalogundaki yerini aldı.
Hrant’ı anladılar
Bir hafta boyunca dünyanın dört bir yanından gelmiş misafirlerle birlikte hem sinema konuşuldu hem de ortamda çok Türkiyeli olunca elbette Türkiye Ermenistan ilişkileri ve Hrant Dink.
Festival programında Türkiye’den iki film vardı, Handan İpekçi’nin Saklı Yüzler’i Altın Kayısı için yarıştı. Hüseyin Karabey’in Gitmek- My Marlon and Brando’su ise Fipresci için.
Filmin başrol oyuncusu ve senaristlerinden Ayça Damgacı festivaldeydi. Ödül töreninden hem Fipresci ödülüyle, hem de Ekümenik Jüri ödülüyle ayrıldı.
Ödülü ise halkların kardeşliği için çalışan tüm insanlara adadı.
Festivaldeki iki başka önemli film ise Hrant ile ilgiliydi.
Hrant Hakobyan’ın Dink’in Ermenistan ve diğer yurtdışı seyahatleri sırasında yaptığı konuşmalardan ve özel görüntülerinden derlediği Eternal Flight/ Sonsuz Uçuş ve Kıbrıslı Ermeni gazeteci, yazar Nouritza Matossian’ın Hrant Dink’le çeşitli zamanlarda gerçekleştirdiği görüşmelerin kayıtlarından oluşan Heart of Two Nations: Hrant Dink/İki Halkın Kalbi: Hrant Dink.
İki filmin de gösterimleri hem kalabalıktı, hem de insanların gözlerinden Hrant’ı anladıklarını okumak mümkündü…
Uluslararası yarışmada Altın Kayısı, Rusya’dan Anna Melikyan’ın “Denizkızı/ The Mermaid” filmine gitti. Film deniz kenarında yaşayan, hayatın kendisini sürüklemesine izin veren, mücadele etmeyen ve değişen koşullara çok kolay uyum sağlayan bir küçük bir kızın kendini Moskova’da bulmasını anlatıyordu.
Babaanneye adanan ödül
Ermeni Panoraması bölümünde Altın Kayısı’yı evine götüren ise dört yaşında ayrıldığı Erivan’a bu kez ilk uzun metraj filmiyle dönen Los Angeles'lı yönetmen Eric Nazarian oldu.
Los Angeles’ta yolları kesişen Meksikalı bir grafittici, Ermeni bir kamera tamircisi, Afro-Amerikalı bir gitarist ve İngiliz bir emeklinin umutlarını ve kayıplarını, müthiş bir kurguyla anlatan “The Blue Hour/ Mavi Saat” Altın Kayısı ile birlikte Ekümenik Jüri Ödülü’nü de aldı. Nazarian ödülünü babaannesi ve babası adına aldı.
Festivalde geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Michelangelo Antonioni, Alman yönetmen Wim Wenders, İranlı Darioush Mehrjouei ve Fransa’dan Catherine Breillat onur ödüllerine layık görüldüler.
Festivalin bir diğer önemli bölümü ise Directors Across Borders (DAB) / Sınırları Aşan Yönetmenler bölümüydü. DAB bölge ülkelerinden gelen genç sinemacıların bir sonraki projelerini sundukları ve hem yapımcı bulabildikleri hem de küçük destekler alabildikleri bir platform.
Türkiyeli genç sinemacılar…
Bu seneki DAB’da Türkiye’den iki proje vardı. Seyfettin Tokmak’ın Mardinli bir midyecinin uzun yolculuğunu anlattığı “Kırılmış Midyeler/ Broken Mussels” ve Arin İnan Aslan’ın Tunceli’nin bir köyünü Ermenistan’a ve Ekim devrimine bağlayan çarpıcı öyküsü “Ekim Korkusu/ October Fear”.
Her iki film önerisi de destek bulamadı ama beğeni kazandı. Hem Tokmak hem de Aslan projeleri için kaynak aramayı sürdürüyorlar.
Festival kapsamında gerçekleştirilen günlük festival gazetesi atölyesine Türkiye’den Evrim Kaya ve Agos gazetesi muhabirlerinden Janet Barış katıldı.
Festivalin genç sinemacılar için en heyecan verici bölümlerinden biri olan Atom Egoyan ile bir kısa filmde çalışma şansı ise pek çok başka ülkeden gelen gençlerin yanı sıra Türkiye’den Sibil Çekmen ve Senem Tüzen’e nasip oldu…
Bu arada festival kapsamında olmasa da, Radyo Yerevan’ın 70’ler ve 80’ler boyunca özellikle doğu ve güneydoğu için çok önemli olan Kürtçe yayınlarıyla ilgili bir film yapmak için Erivan’a gidip gelen ve festival sırasında orada olmayı başaran Fesih Alpagu ve ona yardımcı olmak için gelen Zeynep Güzel de filmleri için yaptıkları görüşmelerle bir sürü yeni kapı açmayı başardılar.
Yani Erivan geçtiğimiz hafta Türkiye’den çok konuk ağırladı. Festivalde, film aralarında, akşam yemeklerinde etrafa bakınca şunu söylemek hiç de zor değildi; devletlerin dertleri bizi ilgilendirmiyor, biz sinemayla, sanatla, dansla, yemekle ve içten gelen sohbetler ve birbirimizi anlamakla çözüyoruz, çözemeyenler dertlerine yansınlar! (ÇM/EZÖ)