EHESS (Ecole des hautes études en sciences sociales / Sosyal bilimler yüksek incelemeler okulu ) tarih profesörü Vincent Duclert, Türkiye’de eğitim ve araştırma özgürlükleri için bir araya gelen akademisyen, araştırmacı, yazar ve yayıncıların kurduğu uluslararası çalışma grubu GİT’in kurucuları arasında.
Türkiye'de Demokratik Karşı Çıkış isimli kitabı Belge Yayınları tarafından Ocak 2013’te basıldı. Kitap, Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren aydın ve sanatçıların yaşadıklarını ve bu girişimlere açılan davaları ele alıyor. Duclert, Ergenekon ve KCK davalarını takip etmekteydi. Ergenekon davasının sonuçlanması sebebiyle bianet’in sorularını yanıtladı.
Yargıç ve savcıların mesleki etiklerinin toplum nezdinde sorgulandığını söyleyen Duclert, Ergenekon Davasını değerlendirirken Türkiye’deki Terörle Mücadele Yasası’na dayanılarak açılan tüm davaları göz önüne alarak “Hukukta temel bir çürüme var” değerlendirmesini yapıyor.
Ergenekon davasının ilk adımları 6 yıl önce atılmıştı. Türkiye’nin bu altı yılını nasıl değerlendiriyorsunuz?
90’lı yıllara devlet içine sızmış silahlı grupların yarattığı terör damgasını vurmuştu. Erdoğan hükümeti derin devletle ilişkilendirilmiş kişilerin yargılanması için adım attığında, zaten gerekli olan bir adım atılmış olmuştu. Ancak kısa zamanda, adli soruşturma metotları ve tutuklama sayısındaki kontrol edilemez artışla birlikte, esas niyetin gerçekleri ortaya çıkarıp adaleti sağlamak olmadığı ortaya çıktı. Ergenekon davasının Kemalist asker ve entelektüellere karşı bir savaş aygıtına dönüşmesi ile Erdoğan’ın kişisel otoritesi paralel olarak güçlenmiştir. Adaleti esir alan Erdoğan, onu politik bir terör aygıtına dönüştürdü. Elbette bunu, adaletin temel prensiplerini ihlal etmeyi kabul eden yargıçların suç ortaklığıyla başardı. Bu yargıçların kimi kendiliğinden rıza gösterdi kimiyse baskı gördü. Her halükarda böyle davranarak bağımsız yargıçlar değil siyasi iktidarın basit idari yardımcıları olduklarını gösterdiler.
Elbette tüm bunlar Ergenekon davasındaki herkesin kesinlikle suçsuz olduğu anlamına da gelmiyor ancak gerçeklerin araştırılmasının reddedildiğini göz önüne alırsak ne olduğunu asla bilemeyeceğiz. Suçlu olanlar da gerçek bir yargılanmayı hak ediyorlar. Sırf suçlu olduklarını düşündüğümüz için kanıt ve araştırma yapılmadan yargılanmaları doğru değil. Hukukun tek işlevi ceza vermek yahut beraat ettirmek değildir. Hukuk her şeyden evvel gerçekleri dile getirmelidir. Bu koşul yerine getirildiğinde verilen kararlar toplum tarafından doğru kararlar olarak değerlendirilir.
Bu açıdan bakıldığında, yani muhalifleri bastırma arzusu ve hukuku önemsemeyişiyle, Kürt hareketini elimine etmek için aynı keyfi yöntemlerle işleyen KCK davası gibi Ergenekon davası da Erdoğan’ın antidemokratik politikalarının bir göstergesidir. Aslında uygulanan bu otoriter metotlar, Türkiye’de insan hakları için mücadele edenlerin uğraşını daha da meşrulaştırıyor ve güçlendiriyor.
Türkiye’de, militanlar aydınlar ve sanatçılar tarafından da sahiplenilen çok güçlü bir demokrasi talebi var. Gezi hareketi de bu taleple özdeşleşmiş bir hareket olduğundan gücünü toplumdan alıyordu. Devlet aklı ve hükümetin keyfi hareketlerine karşı, toplum temel hak ve değerler için, gerçekler için mücadele ediyor. Ergenekon davasında da ayaklar altına alınan bu hak ve değerler ile ortaya çıkarılmayan gerçeklerdir.
Uluslararası Af Örgütü Ergenekon kararlarıyla ilgili "Karar arkasında soru işaretleri bıraktı" diyerek 1990'lardaki hak ihlallerinin soruşturulmazsa adaletin sağlanmayacağını ifade etti. Kararların açıklanmasından sonra faili meçhullerin, zorla kaybedilenlerin, işkence görenlerin yakınları bu yönde tepki gösterdiler. Bu açıdan kararlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Af örgütü açıklamasında son derece haklı. Ergenekon davası, 1990’ları ve o yıllardaki terörü yargılayan büyük bir derin devlet davası olamadı çünkü dava gerçekleri ortaya çıkarma hedefiyle değil iktidara muhalif olanları bastırma hedefiyle yola çıkmış bir davadır.
Kürt ve demokratlara karşı yürütülen savaşta derin devlet İslamcı örgütleri de kullanmıştı. AKP bunların da açığa çıkması istemiyordur elbette. Bu da davanın 1990’ları aydınlatmamasının bir başka sebebi olabilir.
Son yıllarda en çok tartışılan konulardan biri terörle mücadele kanunu ve uygulamaları. Bunun bir hukuk istismarı olduğunu söyleyenler var. Siz mevcut yasayı ve uygulamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
AKP hükümeti terörle mücadeleyi siyasi amaçlar için kullanıyor. Örneğin, Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu da bu yasa ile tutuklanmışlardı, bu da terörle mücadele yasasının nasıl kullanıldığı hakkında çok şey söylüyor. Her türlü sivil toplum direnişi illegal ilan edilebiliyor ve bunlara katılan herkes de suç ortaklığı yahut terör örgütüne üyelikten yargılanabiliyor. Mevcut terörle mücadele yasasının kendisi hükümetin elinde topluma karşı işleyen bir terör aygıtı oluyor. Yargılananlar sonunda beraat etseler bile 2-3 yıl cezaevinde kalıyorlar. Demokratik muhalefete karşı yürütülen bu polis temelli araçlaştırmayı göstermek ve belgelemek gerekiyor. Gezi eylemcileri de benzer suçlamaların tehdidi altındalar. Hukukta temel bir çürüme var. Yargıç ve savcıların mesleki etikleri toplum nezdinde sorgulanıyor. Bunlara direnmenin bir yolu da diktatörlerin yargılandığı büyük davalarda olduğu gibi, bu davaları rejimin ve onun antidemokratik karakterinin ortaya çıktı davalar haline getirmektir. (ST/HK)