İnsan hakları savunucuları avukat Eren Keskin ve siyasetçi Akın Birdal tecrit ve açlık grevlerine ilişkin bir söyleşiye katılmak üzere Diyarbakır’daydı.
Keskin ve Birdal söyleşi öncesinde tecrite karşı açlık grevinin 134. gününe giren Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven’i evinde ziyaret etti.
Keskin’le tecriti, Leyla Güven ziyaretindeki izlenimlerini, kamuoyunun sessizliğini, muhalefetin ve devletin bu eyleme yaklaşımını konuştuk.
İnsan hakları savunucuları olarak açlık grevlerini hiçbir zaman önermeğinizi her platformda dile getiriyorsunuz. Leyla Güven’in eylemini sonlandırması için herhangi bir girişiminiz oldu mu?
Leyla Güven’in eyleminin 10. Gününde İHD Diyarbakır Şube Başkanı Abdullah Zeytun ile birlikte cezaevinde ziyaret ettik. O zaman çok kararlı olduğunu gördüm. Çok açıkça ‘bu sorun çözülmediği sürece ben ölmeye kararlıyım. Onun için kimsenin irademi kırmasını istemiyorum. Kimsenin bana “grevi bırak’ demesini istemiyorum. En başından bunu herkese söyledim. Bu sorun çözülene kadar ben kararlıyım’ dedi.
İnsan hakları savunucuları açlık grevini hiçbir zaman önermiyor. İnsanın kendi bedenini açlığa yatırmasını istemiyoruz ama onun kararlılığını görünce de tabi ki saygı duyuyorsun. Tamamen kişinin kendi kararı ve ben ondan sonra görmek istemedim. Her gören çok zayıfladığını, durumunun kötü olduğunu söylüyordu. Çok defa gelmeye karar verip vazgeçtim. Nedense ayaklarım hep geri gitti.
Sonra nasıl karar verdiniz gelmeye?
Biz İHD’li kadınlar olarak gidecektik ancak o günlerde sağlığı kötüymüş, mikrobik bir şey yaşamış. O nedenle gidemedik. Sonra bu konuya ilişkin Akın beyin de aralarında bulunduğu bir grup akil insanın arka plan çalışmaları devam ediyor. Onların bakanlıkla görüşme talepleri var. Bu sorunu çözmek için epeyce uğraşıyorlar. Akın bey birlikte gitmemizi önerince en azından belki bu girişimler anlatılırsa ona da iyi gelir diye birlikte gittik.
"Leyla çok mutlu oldu"
Leyla Güven sizi nasıl karşıladı ve bu ziyaret size ne hissettirdi?
Umutsuz değildi. Güleryüzlü, kararlı. Vücut olarak çok zayıf düşmüş ama yüzü, aklı gayet iyiydi. Ben nedense onunla konuşurken hep 90’lı yılları düşündüm. Mesela Vedat Aydın’ın kararlılığını gördüm. O geldi aklıma. Musa Anter geldi. Sanki hakkaten 90’lardayız ve açlık grevindeki birinin evine gitmişiz gibi hissettim. Çok zayıflamış ama çok güleryüzlü ve hayat dolu. “Kesinlikle ölmek için yapmıyorum ve ölmeyi de hiç istemiyorum” diyor. Çok sevindi bizi görünce. Çok çok mutlu oldu. Çok garip bir şey. İnsan çok utanıyor. Tuhaf birşey hissettim. Biz biraz sonra buradan kalkıp acıkacağız ve yemek yiyeceğiz ama o kadın herkes adına bir şey yapıyor. Onu yormamak için kısa kaldık.
"Güven: Daha da sorumluluk hissediyorum"
Siz Leyla Güven’in talebini ve eylemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben bu meselenin kesinlikle sadece Öcalan’a yönelik tecrit olarak algılamıyorum. Çünkü Öcalan’a tecrit Kürt sorununun da çözümsüzlüğü demek. Yani Öcalan’ın yasadışı biçimde ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmemesi zaten çözümsüzlük politikasını dayatmaktır. Devletin şiddetin sürmesini istemesidir. O nedenle bir yanıyla da Leyla hanımın bu eylemi genel olarak çözümsüzlük politikasına karşı yapılan bir eylem.
Kendisi de hep onu söyledi. Ziyaretimiz sırasında “Birinin bunu yapması gerekiyordu. Ben başladım ama sorumluluğum sadece kendimeydi ancak bu açlık grevleri yoğunlaşmaya başlayınca çok büyük sorumluluk hissetmeye başladım. Geçen günkü cezaevinde yaşanan ölüm olayıyla birlikte ‘belim kırıldı’ diye birtabir vardın ya öyle hissediyorum. Çok acı duydum. Daha da sorumluluk hissediyorum. Hiç kimse zannetmesin ki ben bunu ölmek için yapıyorum ben ölmeyi kesinlikle istemiyorum.” dedi.
Türkiye kamuoyunda belli bir kesimin dışında açlık grevlerine ilişkin bir sessizlik hakim. Leyla Güven buna değindi mi?
Evet, “Ben bu sessizliği bekliyordum. Büyük bir ses çıkacak diye başlamadım ama çıkan sesler benim için çok önemliydi”dedi. Her şeyden haberdar. Sosyal medyayı da takip ediyor. Kamuoyundan çok büyük beklentisi olmadığını ama dünyanın her yerinde onun için çok fazla insanın bir şeyler yaptığını bildiğini, bunların da onu mutlu ettiğini ve umut verdiğini söyledi.
Bu sessizliği siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben kamuoyunun sessizliğini Türkiye’deki muhalefetin çifte standartı ile değerlendiriyorum. Örneğin kadına yönelik şiddet konusundan ele alırsak; İstanbul’da şort giydiği için suratına tekme atılan bir kadına bu coğrafyanın her yerinden kadınlar sahip çıkarken Ekin Van’a sadece Kürtler sahip çıkıyor. Leyla hanım için de aynı şey geçerli. Yani ben kısa bir süre önce Nuriye ve Semih’in açlık grevini hatırlıyorum, insanların, sivil toplum örgütlerinin nasıl sokağa döküldüklerini hepimiz gördük. Ama o eylemi yapanlar bugün Leyla Güven için yapmıyorlar.
Ben bunun zaten bu coğrafyanın temel meselesi olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de kendilerini muhalif kesim olarak tanımlayanların da son derece resmi ideolojiyle biçimlendiğine inandığım için şaşırmıyorum. Bunun zaten bizim en büyük handikapımız olduğunu düşünüyorum. Ve her seferinde ne kadar azınlık olduğumuzu görüyorum. Zülküf Gezen olayında Kürtler dışında bir tane siyasi, ‘insanların gömülme hakkına saygı gösterin’ diyemiyor. Ya da Kürtlerin oyunu isteyen siyasi partiler Leyla hanımı ziyaret etmiyor.
Orada bir kadın ölüyor ama Kürtleri sadece oy olarak görüyorlar. Bütün bunlar bana göre son derece can yakıcı şeyler. Ama Leyla hanım da bunların farkında olan, siyaseti iyi bilen bir kadın. Meclis’e bugüne kadar gidip yemin etmediğini öğrendim. Kendisi zaten milletvekili olmak istemiyormuş. Anlatan kişi, ‘Açlık grevini bitirse dahi ben gidip yemin edeceğine inanmıyorum. Çünkü kendisi oraya inanmıyor’ dedi. Son derece de haklı zaten inanmamakta. Ama öte yandan milletvekili. Bu kadar duyarsızlık anlaşılır bir şey değil.
Yaratılan korkunun etkisi var mıdır bu duyarsızlıkta?
Elbette çok büyük bir korku var. 90’larda bile insanlar bu kadar korkmuyordu. Devlet bu korku politikasını insanların içselleştirmesine neden oldu. Şiddet çok meşrulaştı. Birlikte mücadele ettiğimiz insanların bile basına konuşmak istemediğini görüyorsun. Çünkü her şeyden tutuklama çıkıyor.
Leyla Güven’in talebi için neler yapacaksınız ya da yapmaya devam edeceksiniz?
Artık onun için yapılacak tek şey avukat ve aile görüşlerinin yapılması için adımların atılması. Aslında keşke bunu diğer siyasi partiler isteseler. Çünkü Türkiye, kendi hukukuna aykırı davranıyor. Yani bu talep örgütlü bir talep ya da Kürtlerin radikal bir talebi falan değil. Bu taleple Türkiye’ye diyorsun ki kendi yazılı hukukunu uygula. Bu kadar basit. Yapılacak şey son derece basit. Hükümlünün avukatı ve ailesiyle görüşme hakkı yasada düzenlenmiş.
Hükümlüler avukatlarıyla sadece hafta sonu görüşemezler onun dışında her gün vasisinden alınan vekaletle görüşme hakkına sahiptir. Kaldı ki hepimizin vasisinden alınmış vekaleti var. Defalarca İHD de görüşme için başvurdu. Ama devletin bu konuda sağırlığı devam ediyor.
Bugünkü konuşmanızda devletin de bu konudan rahatsızlık duyduğunu dile getirdiniz..
Devletin endişe duyduğundan eminim. Bir süre sonra ölümler başlarsa insanları tutamazsınız. Bu cenaze engellemeleri sosyal bir olay ve patlamaya sebep olur. Bu durumdan kendilerinin de çok mutlu olacaklarını zannetmiyorum. Hele ki seçim süreci. O nedenle bir an önce bu hukuksuzluğun ortadan kaldırılması gerekiyor. (BD/EMK)
* Leyla Güven'in sosyal medya hesabından alınan manşet resmini gazeteci Zehra Doğan, Leyla Güven'e Newroz hediyesi olarak çizdi.