Eski Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili Tarık Ziya Ekinci ile Kürt sorununda çözüme dair adımların atılmaya başlandığı günlerde yaşanan Dağlıca saldırısından PKK'nin izlediği yol haritasına, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) "Milli birlik ve beraberlik projesi" adı altında gündeme getirmeyi planladığı yeni açılım paketinden Leyla Zana'nın açıklamalarına ve Uludere katliamına kadar Kürt sorununu ve çözüme dair atılması gereken adımları konuştuk.
Ekinci, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Kürt sorununu tek başına çözebilecek kadar güçlü olmadığını ifade ederken, PKK'lilerin sınır dışına çekildikten ve kanın tamamen durmasının ardından başlayacak müzakere sürecinin başarıya ulaşabileceği görüşünde.
Bunun için PKK ile görüşülmesi gerektiğinin altını çizen Ekinci, Kürt sorununun çözümü için aydınların öncülüğünde BDP'nin de destekleyeceği, temel hak ve özgürlükleri, demokratikleşmeyi ve eşitliği temel alan yeni bir Türkiye partisi kurulması gerektiğini belirtti.
"Dağlıca Silvan'dan farklı"
Dağlıca'daki saldırıya baktığımızda, Erdoğan-Kılıçdaroğlu görüşmeleri, Talabani ve Barzani'den gelen olumlu mesajlar, Karayılan'ın silah bırakabileceklerini söylediği ve hükümetin ikinci açılım projesini hayata geçirmekten bahsettiği bir dönemde, Oslo görüşmelerini sona erdiren Silvan saldırısı veya 1993'te 33 askerin öldürülmesi gibi bir süreçle mi karşı karşıyayız?
Daha evvelki süreçlerde PKK'nin veya PKK temsilcilerinin içinde olduğu bir görüşme süreci vardı. O süreç boyunca da olayların gelişmesi, silahların susması biçiminde bir seyir izliyordu.
Fakat bu sefer öyle olmadı. Bu sefer tamamen PKK'nin, Öcalan'ın dışında Türkiye'deki siyasi çevrelerin ve AKP'nin izlediği politika zemininde bir değerlendirme yapılıyor. Bu politika zemininde PKK yoktur, Öcalan yoktur. Ama AKP'nin gerek Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile yaptığı görüşmeler, gerek Barzani ve Talabani'yle yaptığı görüşmelerde PKK üstünde baskı kurularak PKK'nin silah bırakmasının sağlanması isteniyordu. Böyle bir izlenim de yaratılmıştı.
Ancak Başbakan'ın açıklamaları çelişkili. Başbakan Pakistan'a giderken silahların susması durumunda kendilerinin de operasyonları durdurabileceklerini söyledi.
Bu açıklamaya rağmen başka açıklamalar da yaptı. Devlet kendi topraklarında yasadışı silahlı örgüt mensupları bulunduğu sürece silahlı mücadeleyi ve operasyonları bırakmaz dedi. Genelkurmay Başkanı da böyle bir açıklama yaptı.
Bu çelişkili açıklamalar PKK yöneticilerine güven vermedi. Güven vermediği içinde de kendi mücadelelerini sürdürmeye devam ettiler.
30 yıl boyunca benzer açıklamalar zaten yapılıyordu. "Örgüt silah bıraksın, operasyonlar durur", "Devlet silahlı örgütle masaya oturmaz" gibi açıklamalar Kürt sorununun başından beri karşılaştığı devlet söylemleri değil mi?
Evet. Kaç kere ateşkes uygulaması yapıldı ama ateşkes durumunda bile operasyonlar durdurulmadı. PKK militanları Türkiye sınırından toplu şekilde çıkarken bile üstlerine ateş açıldı.
PKK ısrarla diyor ki, "Ben ateşkes kararı alayım, operasyonlar da dursun." Devlet ateşkesle birlikte PKK'nin tüm unsurlarının yurtdışına çıkarılması durumunda operasyonlar durdurulur şeklinde açıklama yaparsa belki barış zemini yaratılabilir. Ama bugünkü koşullarda böyle bir zemin yok. Çünkü operasyonlar durmaksızın devam ediyor.
Buna karşılık onlar da "Biz de varız" demek istiyor.
PKK açısından en büyük sorun, bir ateşkes kararı alınırsa ve o ateşkes zemini üstünde de Kürt sorununun çözümü için demokratik görüşmeler devam ederse, PKK de bu yönde tatmin edilecek olursa, önemli bir sorun ortaya çıkıyor; dağdaki insanlar nasıl aşağı inecek? Temel sorun bu.
"PKK'nin fonksiyonu bitti"
Dağdan inenlerin sınır dışına çıkması mı yoksa Türkiye toplumuna dahil olması mı daha sağlıklı olur?
PKK'lilerin Türkiye sınırları içinde kalması durumunda operasyonlar kesilmeyecektir. PKK elemanlarını sınır dışına çıkardıktan sonra ateşkes yapılırsa müzakereler başlayabilir. PKK bu zemini hazırlayabilir.
Kanın tamamen durduğu zeminde yapılacak görüşmeler çözüm getirebilir ve ondan sonra Türkiye'ye dönüp topluma dahil olurlar.
Benim kanaatime göre artık PKK'nin bir fonksiyonu kalmadı. İzlediği politikada artık silahlı olarak mesafe alması, tek adım atması mümkün değil.
Devletin de ordunun da PKK'yi tümden tasfiye etmesi de söz konusu olamayacağına göre burada tek çözüm kalıyor; bir anlaşmanın sağlanması, PKK'nin dağdan indirilmesi, militanların sınır dışına çekilmesi ve PKK'nin üst kadroları için sığınacak yerin temin edilmesi. Yani PKK ile anlaşarak bir çözüm bulunması gerekir.
PKK neden bir tek adım bile atamaz?
PKK artık bundan sonra istediği kadar asker veya sivili öldürsün, bu PKK'yi bir yere götürmez. Bugüne kadar PKK Kürt sorununun varlığını gündeme getirdi. Ben 87 yaşında bir Kürdüm ama 57 yıl boyunca "Kürt var" diyemedim.
Kürtlerin var olduğunu söylemek için mücadele ettim. Cezaevlerine girdim, işkence gördüm.
PKK Kürtlerin varlığını Türklere gösterdi. Türkiye artık bir Kürt toplumunun varlığını kabul ediyor.
Aynı zamanda PKK uluslararası alanda da Kürtlerin siyasi ve demokratik haklarının olduğunu dünya gündemine getirdi. PKK'nin bundan daha öteye Kürt halkına sağlayabileceği bir şey yok.
Ha PKK'nin bu süre zarfında çok büyük hataları da oldu. Neticede bu savaş süresince en büyük acıyı Kürt halkı çekti. 35 bin PKK militanı öldürüldü, aralarında benim kardeşimin de olduğu 16-17 bin kişi faili meçhul cinayetlerde öldürüldü. 3 binden fazla köy boşaltıldı ve bugün sokakta gördüğümüz pek çok aç açık çocuklar bu sürecin sonucudur.
Öte yandan PKK'nin korucu köyü diyerek pek çok köyde cinayet işlediğini de biliyoruz.
Yani bu savaşın en büyük kaybı Kürt halkına oldu. PKK hareketi bazı kazanımlar sağlamış olmakla birlikte, insani ve ahlaki bakımdan Kürt halkı da çok büyük zarara uğradı.
"İnsanların dağdan inmesinin sağlanması barışın teminidir"
Dağlıca saldırısına dönecek olursak, Karayılan'ın Avni Özgürel'e verdiği röportajda ılımlı mesajlar dikkat çekiyordu. Peki, bu eylemin Karayılan'a rağmen yapılmış olma ihtimali var mı?
Röportajda Karayılan buna dair bazı örnekler veriyor. Bunlardan birisi Silvan olaylarıdır, diğeri de 33 silahsız askerin Şemdin Sakık tarafından öldürülmesi. Karayılan bunları merkezi kararın dışında eylemler olarak niteliyor. Demek ki olabiliyor. Ama bu olayın öyle bir olay olduğuna ihtimal vermiyorum.
Çünkü Hatay'da da çatışmalar yaşanıyor, başka yerlerde de sık sık patlayıcı yakalıyorlar ve basında sadece bir haber olarak geçiyor ama her tarafta PKK adına eylem yapacak, hazırlık içinde olan unsurlar var. Bunlar merkezi görevlendirmeyle iş başına gelen insanlar.
O halde PKK ne yapmak istiyor?
PKK bu işin bitirilmesini ve barış tesis edilmesini istiyor ama kendisiyle de görüşülmesini istiyor; öne sürdüğü şartlar tartışılsın istiyor. Devlet de bunu kabul etmiyor ve "silah bırak" diyor.
PKK de bu koşullarda kendi varlığını sürdürebileceğini kanıtlamak ve devleti kendisiyle görüşmeye ve barış şartlarını konuşmaya zorlamak istiyor.
PKK 7 bin elemanının ne olacağını da düşünüyor. Bu insanların güvencesi nedir?
Habur'dan silahsız olarak gelenlerin hepsi ceza aldı.
Evet. Devlet sanki söz veren kendisi değilmiş gibi hepsine ceza verdi ve konu kapatıldı. Uluslararası bazı unsurların da içine katılabileceği komisyonun da katkısıyla bir anlaşmanın yapılarak bu insanların dağdan inmesinin sağlanması, barışın teminidir.
Bazı gazeteciler, Dağlıca saldırısını örgüt içinde Karayılan'a karşı darbe girişimi olarak yorumladı.
O da olabilir. 7 bin militanın olduğu bir örgüt içinde çok farklı düşünceler olabilir, liderlik mücadelesi olabilir. Fakat bu tür eylemlerde belirleyici olan bu iç mücadele değildir. Bu eylemde belirleyici olan PKK'nin kendi geleceği ve nasıl bir barışın tesis edileceği konusunda kendisiyle görüşülmesi gereğidir.
"Erdoğan bu sorunu tek başına çözebilecek güçte değil"
Leyla Zana'nın Kürt sorununun çözümü için Başbakan Erdoğan'ı işaret etmesi ve kendisine güvendiğini söylemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Zana tamamen kişisel hareket eden bir şahsiyet. Kendisinin örgüt bağı güçlü değildir, kendisini örgüt üstünde gören ve BDP'yle de istişare etmeyi gerekli görmeden konuşan, kendisini tarihi bir şahsiyet olarak gören bir isim.
Bu anlayış içinde bağımsız hareket ediyor. Dolayısıyla kendine göre mantık kurmuş ve bu sorunu Erdoğan'ın çözebileceği yönünde açıklama yaptı.
Bu açıklamayı yapmasında Talabani ve Barzani ile yapmış olduğu görüşmelerin de büyük etkisi vardır.
PKK'nin fonksiyonunun bittiğini Zana da kabul ediyor; "Daha evvel birleşik Kürdistan'ın kurulması için mücadele eden hareket bugün Türkiye'de Türklerle bir arada yaşama noktasına gelmiştir" diyor. Artık bu aşamadan sonra sialahlı mücadelenin bir anlamı kalmamıştır demeye getiriyor. Artık bu silahlı mücadelenin bitmesi, bunun için de Başbakan Erdoğan'ın etrafında toplanmamız ve başbakana güvenmemiz gerektiği yönünde açıklama yapıyor.
Katılıyor musunuz?
Ben şahsen katılmıyorum. Çünkü ben Erdoğan'ın bu sorunu tek başına çözebilecek güçte olduğunu düşünmüyorum. Türkiye kamuoyunda Kürtlere ve Kürt hareketine karşı öyle bir algı var ki, insanların çoğu kapı komşusunun bile Kürt olmasını istemiyor. Bu algıyı kırmadan bir siyasi parti radikal kararlar alamaz.
İnsanlar hala Kürt hareketini yabancı düşmanların manipülasyonuyla oluşturulan bir hareket olarak değerlendiriyor.
Böyle bir ortamda bir siyasi partinin risk alması ve Kürt sorununu müzakere yoluyla çözmesi kolay değildir.
Onun için AKP, Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) teklifine dört elle sarıldı. Bu iki partiye BDP de katılırsa, her şeyden evvel Türkiye kamuoyuna Türkiye'de Kürtlerin var olduğunu, Kürtlerin ayrılmak gibi bir niyetlerinin olmadığını anlatmak lazım.
Burada BDP'nin de PKK'nin de Türkiye'den ayrılmayı düşünmediklerini, bu ülkede eşit olarak yaşamak istediklerini çok açık şekilde deklare etmeleri gerekir. BDP'nin de farklı politikalar yürütmesi gerekiyor.
Kürt halkının da niyeti birlikten ve eşit yurttaşlıktan yana herhalde...
Evet. Kürt kamuoyu da Türklerle eşit şekilde bir arada yaşamanın arzusu içinde. Kürtlerin buradan kopması zaten sosyolojik olarak da mümkün değildir. Kürt burjuvazisi, tarım ve ticaret burjuvazisi hem ekonomik hem de sosyal ve kültürel bakımdan devletle ve Türkiye'deki kapitalist çevrelerle organik bağlantı içindedir. Onun için Kürt burjuvazisinin tek tük bağımsızlık taleplerine öncülük etmeleri mümkün değildir.
Burjuvazi öncülük etmediği taktirde de bir toplumun bağımsız olması, bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmesi söz konusu olamaz.
PKK de 30 yıllık süreçte bilinçlenerek gerçekleri gördü ve artık Kürtlerle Türklerin bir arada yaşaması zorunludur.
"BDP Türkiye partisi olmak zorunda"
BDP farklı politikalar yürütmek zorunda dediniz. BDP Türk kamuoyu nezdinde Kürt partisi olarak algılanıyor. Farklı politikalar derken, BDP'nin bu algıyı kırması gerektiğinden mi bahsettiniz?
Geldiğimiz bu noktada BDP'nin Türkiye partisi olması gerekiyor. Türkiye'de son 30 yılda liberal, demokrat, sol görüşlü çevrelerde Kürtlerin haklı olduğunu kabul eden aydın bir kadro yetişti.
Bu insanların da desteğini alarak, bir Türkiye partisine dönüşebilir ve o partinin programında Türklerle Kürtlerin bir arada yaşaması gerektiği belirtilebilir. Türkiye'nin ekonomik, sosyal sorunlarına, dış politikasına yön verebilecek çözümlerin yer aldığı bir parti programıyla tam bir Türkiye partisi oluşturulabilir.
Türkiye'nin bugün en önemli sorunu demokratikleşmedir. İnsanlar hep işsizlik ve ekonomiden bahsediyor ama kamuoyunda bence demokratikleşme ekonomik sorunların önünde geliyor.
Asıl belirleyici olan özgürlüklerdir, demokratikleşmedir, örgütlenme hakkıdır, eşitliktir. Türkiye'de bu alanda güvence veren siyasi bir parti yok.
Bu partinin biraz da gerçekçi olması lazım. Eski Marksist terminolojiyle "antiemperyalizm" "bağımsızlık" deyip dünyanın bütünleşmesi olgusunu bir kenara atamazsınız, Avrupa Birliği (AB) ile bütünleşmeyi bir kenara atamazsınız. AB ile bütünleşmenin Türkiye'nin demokratikleşmesi için çok önemli faktör olduğunu görmezden gelemezsiniz.
Şimdi mesela BDP'nin AB'den yana olup olmadığı belli değil. Net bir politika yok. Ancak sözünü ettiğim aydınların katkısıyla bu süreç gelişebilir.
"AKP onayı olamasa KCK operasyonları olmaz"
Zana'nın açıklamasına dönecek olursak, Demirtaş'ın ''Erdoğan'dan medet ummak saflıktır'' yönündeki değerlendirmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Başbakan şu ana kadarki açıklamalarında çok sert tavır takındı ve BDP'ye ağır şekilde saldırdı. Söylemediğini bırakmadı; "morg bekçisi" dedi, nekrofil dedi, "kandan nemalanıyorlar" dedi.
Alakalı alakasız insanlar KCK üyesi oldukları iddiasıyla tutuklanıyor. Seçilmiş olan onlarca belediye başkanını, pek çoğu uzaktan yakından alakasız 8 bin insan tutuklandı.
Kürtlerin demokratik haklarını savunan pek çok aydını toplayıp içeri attılar. Bu insanlar ne zaman mahkemeye çıkacak, ne zaman haklarında karar verilecek belli değil.
Bu durum durmaksızın devam ediyor. Her gün 10-20 kişi KCK üyesi diye tutuklanıyor.
Bugün BDP'nin neredeyse en aktif unsurları içeride. Yarın bir seçim süreci başlarsa, seçim kapmayası örgütleyecek insan kalmadı.
Hükümet kanadı bir yandan yeni açılım paketlerini gündeme getirirken, Zana'yla masaya oturulacak denirken, muhalefetle Kürt sorununun çözümü için müzakere süreci başlatılırken, bir yandan da tıp öğrencileri KCK üyesi diye tutuklanıyor, Van Belediye Başkanı tutuklanıyor. Sizce bu süreçte operasyonlar hükümetten bağımsız güçler tarafından mı yürütülüyor?
Güç siyasi iktidardadır. Siyasi iktidar isterse bu operasyonların önünü alabilir. Demek ki siyasi iktidarın bir onayı var. AKP onaylamadan bu kadar operasyon yürütülemez.
Geçmişte işlenen faili meçhul cinayetlerle Kürtler nasıl susturulmak istendiyse, bugün de yargı kullanılarak bu insanlar uzun süreli etkisizleştirilmek isteniyor.
Bunu yapmasının nedeni de önümüzdeki dönemde Kürt bölgesinden daha fazla oy alabilmek. Kendisi de devlet başkanı olmak istediği için BDP'yi zayıflatması ve oy oranını arttırması gerekiyor.
PKK'yi dağdan indirip bu işi barış yoluyla hallederek mi yoksa KCK operasyonlarıyla mı daha çok güçleneceğine kendisi karar verir.
"AKP kendi anayasasını yapar"
Kürt sorununun çözümü için yeni anayasada ne gibi adımlar atılması gerekir?
Meclis Başkanı Cemil Çiçek'in yöntemiyle yeni bir anayasa yapılabileceğine inanmıyorum. Meclis Başkanı dört siyasi partinin ittifak içinde anayasa yapmasını öngörüyor.
Ancak mesela CHP henüz işe başlamadan anayasanın değiştirilemez ilk üç maddesinin kendileri için kırmızı çizgi olduğunu söyledi.
Burada ikinci maddeye baktığımızda Atatürk milliyetçiliğinden bahsediliyor. Atatürk milliyetçiliği nedir? Herkes farklı şeyler söylüyor ama Atatürk milliyetçiliğinin özünde 1925 tarihli Şark Islahat Planı ve 1934 tarihli Mecburi İskan Kanunu vardır. Bunlar 1947'ye kadar uygulanan sürgün ve asimilasyon politikalarıdır. Dersim katliamı da bu iki hukuk belgesi çerçevesinde uygulanmıştır.
Atatürk milliyetçiliği Kürtlere göre asimilasyoncu bir politikadır. Siz anayasada Atatürk milliyetçiliğini değişmez bir veri olarak ortaya koyarsanız Kürtlere herhangi bir hak tanıyamazsınız. Herhangi bir hak tanımaya kalktığınızda karşınıza bu anayasa maddesi çıkar.
3. maddede de "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür" deniyor. Siz "Kürt" derseniz biri sizi mahkemeye verebilir.
Komisyonda bu maddelere sıra geldiğinde AKP, CHP, MHP, BDP ne diyecek acaba? Bana göre uzlaşma sağlanamayacak ve meclis başkanı kabul edilen maddeleri hükümete devrederek "Hükümet ne yaparsa yapsın" noktasına gelecek.
Neticede AKP kendi anayasasını yapacak. Onun için de önümüzdeki seçimlerde ciddi şekilde çoğunluğu yakalamak istiyorlar. Bunun için de artık her şeyi yaparlar.
O zaman Kürt sorununun çözümüne dair AKP'den adım beklenmek hata mı olur?
Türk kamuoyunun Kürtler hakkındaki algısına bakınca AKP'nin oyunu arttırmak için Türk-İslam sentezi politikasını güçlendireceği anlaşılıyor. Milliyetçiliği sahiplenerek MHP'nin oylarına talip olmaya devam edecek.
Dolayısıyla Zana'nın dediği gibi Erdoğan'ın Kürt sorununu çözecek tek lider olduğuna inanmıyorum. Nesnel koşullar onun herhangi bir adım atmasına engeldir. Arzu ettiği devlet başkanlığını sağlayacak oy oranının altına düşmek istemeyecektir.
AKP Uludere katliamı sonrası açıklamalarıyla ciddi tepki aldı. Bu durum AKP'nin Kürt politikasını nasıl etkileyecek?
Başbakan bu olayda son derece olumsuz bir tavır takındı. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'i eleştiren Hüseyin Çelik'e cephe alarak İçişleri Bakanı'nın yanında yer aldı.
Kendisi Genelkurmay Başkanı ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görevlerini yaptığını ve takdir ettiğini söyledi.
AKP ilk günden itibaren kan bedeli öder gibi insanları aşağılayarak para gönderdi. Oysa önce özür dileyip sonra tazminat ödese bu sorun bu kadar büyümezdi.
Galiba bugün kendisiyle iyi ilişkiler içinde olan Genelkurmay Başkanı'nı rahatsız etmek istemedi, bu nedenle de dolambaçlı bir yol izledi. Bu da Kürt sorununun çözümü açısından geri adım olmakla birlikte AKP de Kürtler arasında itibar kaybetti. (EKN)