27 Haziran günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin'e düşürülen savaş uçağı nedeniyle özür mektubu gönderdiği duyurulmuştu.
Böylece yaklaşık 9 ay önce 24 Kasım 2015 tarihinde Rusya askeri uçağının Türkiye tarafından düşürülmesiyle başlayan gerilimli süreç, normalleşme yoluna girdiği yorumları yapılıyordu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin ile St. Petersburg'da dün buluştu.
Görüşme sonrası bugün Türkiye basınında “bayram” havası, “zafer” nidaları” vardı.
Mesela Sabah gazetesinin bugün manşeti “Eskisinden daha güçlü”ydü. Üstbaşlıkta ise “Rusya’yla ikinci bahar” denilerek “Savunmadan enerjiye, ihracattan turizme her alanda tam işbirliği” müjdeleniyordu.
25 Kasım 2015 günü büyük puntolarla “Çok şımarmışlardı gereği yapıldı” diyen Güneş gazetesi, bugün “Nerede kalmıştık” manşetiyle çıktı. Bugün aynı manşeti atan Star gazetesi 25 Kasım’da “Rus çizgiyi aştı vurduk” diyordu.
İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Hakan Güneş özellikle iktidara yakın medyada esen bu bayram havası için “bir analiz yok, ama olağanüstü olumlu bir hava estiriliyor” diyor. Güneş’e göre bu adım Türkiye’nin dış politikasının dengeli olması açısından önemliydi; ancak sorunların çözüldüğü, her şeyin hemen unutulup normalleşeceğini beklemek safdillik olur.
İki ülke arasında yeni kurulan dengenin dinamiklerini, Suriye sorusuna yeni yanıtın nasıl olacağı ve Türkiye’nin Batı’ya sırt çevirip Şangay Beşlisi’ne yeniden meyletmesinin gerçekçiliği üzerine Hakan Güneş ile konuştuk:
St. Petersburg'daki görüşmedeki atmosferi nasıl yorumlarsınız?
Erdoğan çok daha heveskar olumluydu, Putin ise daha ölçülü olumluluk içindeydi. Atmosferin kendisi, gerçekteki programdan daha olumluydu. Seremoniden söz ediyorum; birbirlerine hitap biçimleri, yüz ifadeleri, ayrılan zaman, kapalı görüşmenin uzunluğu, heyetler arası görüşmeler, kurulan çalışma grupları, konuya karşılıklı olarak verilen önem düzeyinin yüksek olduğunu gösteriyordu.
Bu beklenmedik bir şey mi?
Yo hayır. Ben asıl özrü beklemiyordum. Ama özür geldikten sonra, dış politikada opsiyonların tükenmesi ve Kürt meselesindeki sıkışmışlıkla birlikte; dış politikada yeni döneme girilince artık gerisinin bu şekilde olacağı çok aşikardı. Hiç sürpriz değildi bu anlamda. Görüşmede beklemediğim hiçbir şey olmadı. Çünkü öncesinde görüşmeler yapıyor, karşılıklı gidip geliniyor, oradan sızan bilgileri yorumlayınca zaten ne olacağı tahmin ediliyor. Sonuçta sürpriz yok.
Peki Rusya basınında neler var? Oradaki hava nasıl?
Haber bulmakta zorluk çekiyorum dünden beri. Bu kadar yüksek düzeyde karşılamaya rağmen, haber azlığı olması ayrı bir tuhaf. Çünkü Rusya basını Putin’in bu görüşmede ve sonrasında Erdoğan’dan stratejik olarak ne alacak, ne bekliyor bilmiyor. Rusya basını yorum yapmaktan uzak duruyorlar. dokuz ay önceki propaganda hali yok, o günlerde “sırtımızdan bıçaklandık”, “hainler” biçiminde yaklaşan basın kesimi, o kriz günlerini ve yaşananları hatırlatıyor ara ara tabii.
Ama Rusya basını genel anlamda suskun bu konuda. İlginç bir nokta daha, Batı basını bu görüşmeyi nasıl yorumladı türünden haberlere rastladım. Gazete başlıkları ve haberleri çok soğuk. Batı basınında ise zaten ilk sayfalarda yer bulmuyor, arka sayfalarda yer alıyor. Bir tek bizde abartılı. Ama abartıldığını söylerken konunun önemli olmadığını söylemek istemiyorum. Türkiye açısından hayırlı bir gelişme. Dengeli dış siyaset yapmak her ülke için iyidir.
Rusya ile müzakere sürecek gibi görünüyor. Bir dönem Erdoğan, Putin’e “Bizi Şangay Beşlisi’ne alın; biz de Avrupa Birliği’ni (AB) gözden geçirelim” demişti. Ardından bir süre bu konu tartışılmıştı. Aynı noktaya dönülebilir mi? Çünkü 15 Temmuz darbe girişimi sonrası NATO’ya, Amerika Birleşik Devletleri'ne (ABD) ve AB’ye yeniden olumsuz sinyaller verilir oldu.
Aslında eskiye döndük. Hükümet çevrelerinin dediği gibi yani… Tüm sorunlu noktalarıyla beraber iş birliği yapmaya çabalayan iki ülke durumuna geri döndük. Bizdeki bazı gazetelerin ve yorumcuların dediği gibi Rusya’nın Halep’i Türkiye’ye vereceği, PYD [Deokratik Birlik Partisi] ofisini kapatacağı, yeni müreffeh dünyayı Rusya ile birlikte kuracağız gibi bir durum yok.
Saraya akredite gazeteciler, yorumcular bunları söylüyor. Bunlar akıl alır şeyler değil. İşin kötüsü halkın büyük bir bölümünün kafası da böyle çalışıyor: “Bize darbe yapmaya çalışan Amerika’ya karşı Rusya ile işbirliği yapmak çok akıllıca, yöneticilerimiz yine müthiş bir kıvraklık gösterdiler.
Türkiye’nin ve dahi AKP’nin [Adalet ve Kalkınma Partisi] sistemik bağları Batı ile öylesine iç içe ki, burudan bir anti Amerikancılık çıkartmak zor. Türkiye tarihinden diplomasi örneklerini hatırlamak böyle durumlarda bugünü yorumlamak için önemlidir. 1964 Kıbrıs Krizi’nden sonra birinci Süleyman Demirel hükümeti NATO ve ABD’nin baskısı karşısında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) ile ortak proje yürütmüştü.
SSCB Türkiye’ye 200 milyon dolar tutarında kredi sağladı. Bu kredi ile İskenderun Demir Çelik Tesisleri, Seydişehir Alüminyum Fabrikası, Aliağa Petrol Rafinerisi, Bandırma Asit Sülfürük Fabrikası, Artvin Levha Fabrikası inşa edildi. Benzer olarak 1974 Kıbrıs Harekatı sonrası Bülent Ecevit hükümetinin tavrı vardır. Tırnak içinde Amerika’ya kafa tutmak anlamında bu iki hükümet çok daha sert müzakere yürütebildi. Bu hiç kolay değildi düşünün Soğuk savaş ortamında alınıyor bu tavırlar ve hem Demirel hem de Ecevit batı ile daha yakın duran liderler.
AKP ise daha uzak duruyor gibi bir görünüm verse de böyle sert bir müzakereye girebileceğini sanmıyorum. Rusya ile gerçekleştirilecek Akkuyu Nükleer Santrali projesini İskenderun Demir Çelik ile karşılaştırabilirsiniz. Ama unutmayın İskenderun dönem şartlarıyla değerlendirildiğinde çok daha büyük bir proje. Bir not daha ne Demirel ne de Ecevit ABD’ye karşı aldıkları tavrı iç politikada bir hamaset malzemesi yaptı; bugün maalesef durum öyle değil.
Türkiye Şangay Beşlisi’ne başvurabilir ama alırlar mı sorusuna ne yanıt verirsiniz?
Türkiye özellikle 1990’larda Kafkaslarda ve Ortadoğu’da elde ettiği stratejik kazanımlarını AKP döneminde Rusya lehine kaybetti; hatta terketti. Rusya ile uçak krizine değin, iki ülke arasında yakınlaşma döneminde yani Şangay Beşlisinin telaffuz edildiği, karşılıklı yeni anlaşmaların imzalandığı, ekonomik ilişkilerin artırıldığı ve henüz Suriye krizinin ayyuka çıkmadığı yıllarda hep kayıpla sonuçlandı Türkiye açısından.
Rusya’nın birincil nüfuz bölgelerinde Türkiye vardı; ancak Erdoğan dönemiyle İslam dünyasına doğru meyledildi ve Kafkaslar, Orta Asya bölgelerinden çekildi ya da çekilmek durumunda kaldı. İki ülke arasındaki güç dengesi bu yönde, Şangay Beşlisi'ne kabul için yapısal engeller var.
Dünkü görüşmede Suriye meselesinin konu başlıklarından biri olmuş olması gerekiyor. bu konuda net bir şey söylenmedi. Sizin yorumunuz nedir?
Suriye meselesinde Türkiye’nin Rusya’ya karşı hareket kabiliyeti nedir? Şimdi Rusya’nın, Şam yönetimine, Mısır’a ve Tahran’a dönüp "bugüne kadar izlediğim stratejiden vaz geçiyorum ve Türkiye’yle yeni bir başlangıç yapıyorum" demesi için ne önerebilir AKP yönetimi? Bu sorunun yanıtı yok.
Dün Putin açıkça söyledi "demokratik olmayan yolarla demokrasi getiremezsiniz". Suriye için söyledi bunu, "terörist” gruplar için söyledi bunu. Ki biliyoruz ki Rusya’nın terörist tanımı Türkiye’ninkinden daha geniş. Bu açıklamayı sadece biz izlemiyoruz, Şam da, Tahran da, sahadaki silahlı güçler de izliyor.
Ha Türkiye ile Suriye konusunda müzakere yapacaklar. Dün kapadıkları müzakere kapısını araladılar. Türkiye ne istiyor? Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu açıkladı. İstihbarat, askeri, siyasi üçlü koalisyon kuruyoruz, dedi. Daha önce vardı yeniden kurulacak.
Üçlü dediklerine göre Suriye’yi de kapsayacak üçlü temaslar. Ilımlı muhaliflerin vurulmasına karşıyız talebi getirilmiş. Karşı taraftan “bize kimi vurmayacağımızı söyleyin, vurmayalım” yanıtı gelmiş. İkinci talep Halep’in kuşatılmasına karşı olunduğu. Yani yine aynı noktaya dönülmüş oldu.
İşbirliği ancak Karadeniz hattında Rusya’nın talepleri doğrultusunda geliştirilebilir. Rusya’nın Türkiye tasavvuru, Batı ittifakında yer alan görece nötr davranabilen bir ülkedir öteden beri. Yani NATO savaş gemilerinin Karadeniz’e kolaylıkla açılmasını bir süre de olsa geciktiren bir komşu ister Rusya. Bir tampon ülke ister. Ticaret yapabileceği bir ülke olmasını ister. Mesela Osetya krizi sırasında yani 2008 Temmuz’unda Erdoğan NATO gemilerinin Boğaz’dan geçişine hemen izin vermemişti. O dönem Rusya’daydım büyük alkış almıştı kamuoyundan. Rusya’nın “iyi Türkiye” tasavvuru budur. (HK)
* Fotoğraf: Murat Kaynak - Rusya/AA