Son dönemde dershanelerin kapatılması tartışmaları ile birlikte kamuoyu tarafından iyice görünür hale gelen Gülen Cemaati-Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) arasındaki gerilimi siyaset analizcisi Halkların Demokratik Partisi (HDP) Danışma Meclisi üyesi ve Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Parti Meclisi üyesi Kenan Kalyon ile konuştuk.
Kalyoncu, AKP ve cemaat arasında adı konulmamış bir ittifak olduğunu, bu ittifaktaki ilk çatlağın Mavi Marmara olayında yaşandığını ifade ediyor.
Gerilimin bir iktidar savaşı olduğunu düşünen Kalyon, bardağı taşıran olayın ise Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılması olduğu görüşünde.
Kalyon’a AKP-Cemaat arasında bugüne kadar görülmemiş şekilde tartışmaların kamuoyu önünde açıkça yapılmasının nedenini soruyoruz ve şu cevabı alıyoruz:
“Dershaneler cemaatin toplumun kılcal damarlarına doğru uzanma ve kendi toplumsal tabanını genişletme damarıdır. Burada büyük bir pastayı kontrol etmektedir. Sadece dershane değil, bir zincir vardır. Işık evleri, yurtlar, cemaat bağlantılı yeni açılan üniversiteler... Giren neredeyse herkesi cemaatin manevi iklimine sokan bir organizasyondan söz ediyoruz. Buradan ailelere de uzanıyorlar. Şimdi Erdoğan baltayı buraya vurup cemaatin toplumsal örgütlenmesinde çok önemli rol oynayan bir damarı kesme kararı vermiştir.”
“Gülen cemaati siyasi partidir”
AKP-Cemaat arasındaki sıkıntıları nasıl okumalıyız? Bu sıkıntılar ne zaman başladı, kırılma noktası nedir? Bir koalisyonun sonuna mı geldik?
Bu çatışmanın arka planı tabii ki var. Sinyallerini çok önceden, ta Mavi Marmara olayından beri almaktayız. İki yapının hem Türkiye'nin iç siyasetine hem genel olarak dış politikaya farklı pencerelerden baktığı Mavi Marmara olayından beri görülmekte. Gülen o zaman Gazze’ye giriş hamlesinin yanlış olduğunu ifade etmişti.
Sonrasında bu askeri vesayetin tasfiyesi konusunda nerede durulacağı, nerede durulmayacağı, operasyonların yeterli olup olmadığı konusunda bir başka farklılığa tanık olduk ki, bunun tipik örneği Başbuğ'un tutuklanmasıydı. İktidar kanadı tabiri caizse orduyla "ateşkes" durumuna geçmek istiyordu. Oysa cemaatten gelen sinyaller, "Durursak, toparlanırlar ve karşı hamle yaparlar" yönündeydi.
Bu doğrultuda bir takım çekişmelere ve farklılıklara tanık olduk. Nihayet Hakan Fidan olayı sorunları çok daha ciddi bir boyuta taşıdı. Eğer ki Fidan ifade vermeye gitseydi, bu tutuklanmayla sonuçlanacaktı. Doğrudan doğruya Erdoğan'ı hedef alan bir hamleydi ve bardağı taşıran gelişme de bu oldu.
Peki, görüş ayrılıklarının, zaman zaman birbirlerini bitirme noktasına gelen adımların temelinde ne yatıyor?
Bu iktidar paylaşım kavgasıdır. Esasında bugün iktidar bloğu bir koalisyona dayanmaktadır. Bu koalisyonda irili ufaklı pek çok güç var. Farklı İslami eğilimler var, bir zamanlar liberaller vardı. Türk merkez sağından bazı unsurlar var ama iki temel direği var bunun. Bunlardan bir tanesi Erdoğan etrafındaki klasik geleneksel Milli Görüş eğilimi. Bu AKP'nin omurgasını, çoğunluğunu oluşturuyor. Öbür belirleyici iktidar odağı ise Gülen cemaatidir.
Son zamanlarda kendilerine Hizmet diyorlar ama bu doğru bir adlandırma değil. Cemaati bir siyasi güç odağı, özel şekilde örgütlenmiş bir parti olarak görmek lazım. İlla formel bir biçime takılıp kalmamız gerekmiyor. İçişlerine dilekçe verip parti kurmuş olmamanız siyasi bir örgütlenme olduğunuz gerçeğini örtmez. Cemaat özel bir toplumsal ve siyasal stratejisi olan, uzun bir yürüyüşü olan, hedefleri, uluslararası bağlantıları, küresel ağları olan bir siyasal partidir.
AKP ile Gülen cemaati arasında da fiili bir koalisyon var. Bir taraf tam olarak açık değil. Ancak Bu fiili koalisyon artık tökezlemekte ve yürümemektedir.
“Erdoğan Milli Görüş gömleğini tam çıkarmadı”
Milli Görüş’le Cemaat arasında çeşitli dönemlerde sorunlar yaşandığı biliniyor. AKP kurulma aşamasında Milli Görüş gömleğini çıkardığını söyleyip cemaatle işbirliği yapmıştı. AKP o gömleği geri mi giyiyor? Yeniden gömlek değişikliği çatışmayı şiddetlendiriyor olabilir mi?
Erdoğan'ın Milli Görüş gömleğini çıkardığı bir manada doğru bir manada yanlıştır. Doğru olan tarafı şudur: Erbakan'ın başında bulunduğu milli görüşün milli sanayi gibi, günümüzün küreselleşmesiyle bağdaşmayan bir takım fantezileri terk edilmiştir.
Ancak geri kalan her konuda Erdoğan'ın çeşitli hamlelerinden de gördüğümüz gibi gündelik hayatı İslamileştirme, siyasetin artan oranlarda İslami referanslarla sürdürülmesi konusunda Erdoğan yerli yerinde duruyor; gömlek falan çıkarmış değil.
“Erdoğan cemaatin şu anki payını bile fazla buluyor”
Erdoğan “Bizden ne istediler de vermedik” demişti. Kim ne istedi, kim ne verdi?
Cemaat iktidar paylaşımında daha ileri noktalara gitmek istedi. Mesela MİT'ten pay istedi. Mesela Beşir Atalay'ı hedef haline getirmelerinden anlıyoruz ki, aslında emniyette ve bürokraside daha fazla pay istedi ve Atalay onların istediği atamaları yapmadığı için bu bir çekişme konusuna dönüştü.
Erdoğan'ın o sözünü ben bir retorik sayıyorum. Esasen Erdoğan, cemaatin şu an sahip olduğu iktidar payını bile fazla bulmaktadır. Bunun kendisini zora soktuğunu ve tökezletebileceğini düşünmektedir.
“Eğitimin kendisi politik bir konu”
Dershaneler konusuna dönersek, dershanelerin bu derece önemli olması, iki tarafı görülmemiş bir çatışma ortamına itmesini nasıl okumalıyız?
Eğitimin kendisi politik bir konu. Hükümet açısından baktığımızda bu konunun cemaatle itişmeden kısmen bağımsız olduğu söylenebilir. Hükümet eğitim alanını dönüştürmek istiyor. Kendilerinin ara eleman yetiştirmek dediği ihtiyacı karşılayacak şekilde ve üniversite önünde yığılmayı hafifletecek sermayenin yeni iş gücü taleplerine cevap verecek şekilde dönüştürmek istiyor.
4+4+4 de bunun bir adımıydı. 4+4+4'ten başlayarak dershaneleri gereksizleştirme yönünde bir adımdı. İşin bu kısmı cemaat meselesinden bağımsız olarak görülebilir.
Ama bu tabii ki cemaati çok yakından ilgilendiriyor. Dershaneler cemaatin toplumun kılcal damarlarına doğru uzanma ve kendi toplumsal tabanını genişletme damarıdır. Burada büyük bir pastayı kontrol etmektedir. Sadece dershane değil, bir zincir vardır. Işık evleri, yurtlar, cemaat bağlantılı yeni açılan üniversiteler... Giren neredeyse herkesi cemaatin manevi iklimine sokan bir organizasyondan söz ediyoruz. Buradan ailelere de uzanıyorlar. Cemaat bakımından önemi budur.
Şimdi Erdoğan baltayı buraya vurmak istemektedir. Cemaatin toplumsal örgütlenmesinde çok önemli rol oynayan bir damarı kesme kararı vermiştir.
“Çatışmanın büyük davaları nasıl etkileyeceğini bilemeyiz”
Cemaat-AKP gerginliği Balyoz, KCK, Ergenekon gibi davalarda yeni gelişmelere yol açabilir mi? Erdoğan, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutukluluğunu doğru bulmadığını ifade ederken, Gülen de “Keşke elimde güç olsa da yaşlı başlı insanlar cezaevlerinden çıksa” demişti…
Bu davaların nasıl etkileneceğini kestirmek mümkün değil. Fakat genel olarak hakim egemen güçler arasındaki çekişme bakımından Erdoğan'ın bir tür normalleşmeye geçmek istediğini söylemek mümkün. Bunun davalara nasıl yansıyacağını bilemeyiz.
Ayrıca tüm bu davalar aynı torbaya da konamaz. KCK cenahındaki durum çözüm sürecinin seyrine bağlı. Ergenekon tam öyle değil. Günün birinde genel af olursa toplumsal tepkileri nötralize etmek için belki toptan ele alınacaklardır.
Gerginliğin Kürt sorununun çözümü için ortaya konan çözüm sürecine etkisi nasıl olur?
Bu konuda aralarında farklılık olduğu doğrudur. Bir kere Hakan Fidan hamlesi görüşme siyasetini kriminalize etme girişimiydi. Oslo belgelerinin sızdırılması gene bunun bir devamıydı. Bu açıdan cemaatin farklı bir tutuma sahip olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bunu abartmamalıyız. Yani ‘çözümcü hükümet’ ‘çözümü engelleyen cemaat’ şeklinde bir denklem yok ortada.
“Gülen’in ‘Müslüman Kardeşler’ kuşağı gibi bir derdi yok”
Dış politikada ne gibi ayrışmalar var?
Her şeyden önce ortada bir İsrail sorunu var. Gülen batıyla, küreselleşme süreçleriyle, diğer dinlerle ve aynı zamanda İsrail ile Yahudi lobileriyle itişmeyecek bir İslamileşme çizgisini temsil ediyor.
Buna karşılık, Erdoğan daha sert ve arkamızda bıraktığımız dönemin de gösterdiği gibi dönem dönem batının çizgisinden kayabilen, kendine özgü hedefleri olan, Arap dünyasıyla ve oradaki İslami akımlarla reel bağlar geliştirmeyi hedefleyen, yer yer eksen tartışmalarına meydan verecek kadar bir takım özel hedefler peşinde koşan bir çizgi izleye geldi. Böyle bir farklılık var aralarında.
Somut örnek olarak mesela Gülen'in gündeminde hiçbir zaman bir Müslüman Kardeşler kuşağı oluşturmak, onları her yerde gözetmek gibi bir hedef olmamıştır. Ama Erdoğan'ın Tunus, Mısır, Suriye'de gördüğümüz gibi böyle bir hedefi var.
“Ya cemaat ol ya siyasi parti ol”
Bu kavga Türkiye'nin iç siyasetini nereye götürür?
Bu iktidar çekişmesi bir sulh ile sonuçlansa bile ittifak eski haline asla dönmez. Bu ittifak ya güçlerin birinin kesin üstünlüğü koşullarında yeniden tanzim edilecektir ya da Türkiye'de kartlar yeniden dağıtılacak, ittifaklar yeniden şekillenecektir.
Şu an mesele ortadadır. Kılıçdaroğlu'nun hatta Devlet Bahçeli'nin dershaneler meselesi konusunda tabiri caizse cemaati gözeten açıklamaları, Mustafa Sarıgül'ün diğer siyasi konularda sessiz kalırken bu konuda cemaati gözetir bir biçimde topa girmesi Türkiye'deki yeni ittifak arayışlarının bir ifadesidir.
Cemaatin de bütün bu yelpazeyi gören kendi yalnızlaşmasını önlemek için birden bire Erdoğan'ın keyfiliği karşısında adı konmamış bir demokratik blok örme çabaları konunun her iki uca da açık olduğunu gösterir.
Yani ya yeni denklemler kurulur ya da bu koalisyon yeni koşullarda tazelenir ama eski haliyle değil. Fakat Erdoğan'ın durduğu yerden baktığımızda önümüzdeki bir iki yılı çok kritik olarak gördüğü için Erdoğan iktidar blokundaki çatlakları sıvayarak, tabiri caizse arkasını sağlama alarak bu sürece girmek istemektedir. Bu yüzden de ben geri adım atmayacağı kanaatindeyim.
Erdoğan'ın geri adım atmaması kavga ortamının daha da şiddetlenmesi manasına gelmeyecek mi?
Elbette gelecektir. Fakat cemaatin stratejisini biliyoruz. Tabii ki bir güç biriktirmiştir. Cemaat sokak mücadelesi verecek değildir. Cemaat bu gibi durumlarda sessiz ve derinden gitmeye, taktik değiştirmeye, ittifaklarını yeniden kurmaya yatkın bir organizasyondur. Ben yine böyle yapacağını, uluslararası bağlantılarını seferber edeceğini düşünüyorum. Belki havada uçuşan belgeler göreceğiz yine ama unutmayalım ki her iki taraf da birbiri hakkında belge biriktirmiş olabilir. Dolayısıyla bu bir fren etkisi de yapabilir.
Erdoğan cemaate ya politik parti olun ya cemaat sınırlarına çekilin demektedir. Madem siyasi organizasyonsunuz bunu hukuki şekilde açıkça ifade edin diyor. Eğer öyle değilse cemaat sınırlarına çekilin diyor. Diğer cemaatler nasıl yarı kültürel yarı dini ama politik ağ olarak örgütlenmeyen bir kalıp içindeyseler siz de öyle olun demektedir.
“Mesela AKP’nin başına kimin geçeceği”
Gelişmeler Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ve AKP liderliği meselesini nasıl etkileyecek?
Cumhurbaşkanlığı seçimleri daha çok Erdoğan mı Gül mü meselesi etrafında dönüyor. Ben burada Gül ve Erdoğan arasında sert bir çatışma beklemiyorum. Esasında AKP tüzük değişikliğine gitmezse Erdoğan'ın köşke çıkmaktan başka yolu yok. Ya da tüzük değiştirilecek.
Bu daha çok partinin kime emanet edileceği ve Gül'ün partideki konumuyla alakalı bir sorundur. Esas çekişme buradadır. Yoksa Gül Köşk için Erdoğan'ın karşısına rakip olarak çıkmayacaktır. Ayrıca Gül'ün cemaat meselesinde daha ılımlı yaklaşımları onun cemaatle ittifak kurduğu anlamına da gelmez. Esas mesele partinin kime emanet edileceğidir.
Erdoğan'ın köşke çıkması durumunda Gül’e oranla daha kolay kontrol altında tutabileceği bir ismi partinin başında görmek istediği iddia ediliyor.
Bu doğrudur. Fakat Erdoğan Gül'e razı olmak durumunda kalsa bile paketle geçirdiği eşbaşkanlık formülüyle bunu dengelemek niyetinde.
“Demokratikleşme toplumsal muhalefetin mücadelesine bağlı”
Önümüzde seçimler dönemi var. AKP’nin oy bazında gücünü artırması durumunda demokratikleşme, insan hakları, özgürlükler noktasında öngörüleriniz nelerdir?
Otoriterleşme bence genel bir yönelim. Bundan böyle Türkiye'nin demokratikleşmesinin esas itibariyle toplumsal muhalefetin gelişme derecesine, mücadelesine bağlı olduğu kanaatindeyim. AKP'nin temsil ettiği neoliberal taarruzun gözü karalığı otoriterleşmekten ve gündelik hayatı muhafazakarlaştırmaktan başka istikamet bırakmıyor.
Bir yanda gözü kara bir neoliberal taarruz, öte yanda demokrasi olamaz. Bu ikisi birbiriyle bağdaşmaz. Dolayısıyla bence her durumda AKP'nin istikameti otoriterleşme yönündedir.
Sanırım Erdoğan gönlünden bir Putin örneğini geçiriyor. Erdoğan'ın Şanghay 5'lisi hakkındaki sözlerini sırf batıya şantaj olarak da görmüyorum. Erdoğan küresel güç dengelerinde kaymalar olduğunu, batının eskisi kadar belirleyici olmadığını fark ediyor ve burada kendine bir manevra alanı açmak istiyor.
Dolayısıyla Türkiye'de demokratikleşme toplumsal muhalefetin birleşik mücadelesine bağlıdır. İktidar içi kavgalara değil.
“Erdoğan manevra alanı yaratmak derdinde”
Erdoğan Avrupa Birliği (AB) noktasından Şanghay 5’lisi noktasına geldi. Şanghay 5’lisini savunan Avrasyacı olarak tanımlanan generaller Ergenekon’dan cezaevlerindeler. Erdoğan’ın bu değişimini de “devletleşme” “otoriterleşme” ekseninde değerlendirebilir miyiz?
Bugün Ergenekon Balyoz gibi davalarda tutuklu olan bazı yazarlar aydınlar Türkiye büyümezse küçülür tezine de sahiptiler. Kerkük'ü almazsak Diyarbakır'ı da kaybederiz diyorlardı. Tarihin ironisi...
Aslında Erdoğan da Davutoğlu da bu yönlü hamleler yapıyorlar. Kürdistan özerk yönetimiyle özel ilişkiler geliştirdikleri için ABD tarafından Irak'ın bütünlüğünü gözetmek durumundasınız şeklinde uyarıldılar.
Ben Erdoğan'ın Türkiye'yi AB'den tamamen koparmak derdinde olduğu düşüncesinde değilim. Tarih, ekonomi, kültür, Türkiye’nin 200 yıllık batılılaşma serüveni böyle bir kopuşa izin vermez. Fakat küresel güç dengeleri de değişiyor. Çeşitli kaymalara tanık oluyoruz. Kaldı ki bu kaymalar Türkiye'nin ilişkilerine, ekonomisine, bağlantılarına da yansıyor. Sadece bir ihracat ithalat tablosuna baktığımız zaman bile hala batı kilit noktada ama Türkiye bakımından bunun çok çeşitlendiğini görebiliriz. Erdoğan bu yeni dengeleri izleyerek kendi manevra alanını genişletmek istiyor.
Rusya-Putin konusuna dönersek, Erdoğan da Davutoğlu da Türkiye'nin kapasitelerini bugünün küreselleşmesi içerisinde batıdan ABD'den özerk çizgiler izleme potansiyelini abartıyorlar. Türkiye Rusya değildir. Abarttıkları için de bugün dış politikadaki noktaya gelmiş durumdalar. (EKN)