Erbil ne yana düşer usta?
Mustafa OĞUZ
BİR BAKIŞTA
Otobüs Cizre'ye varınca gözlerimi açıyorum. Sabahın alaca karanlığı. Nehire yansıyan yarı aydınlık, sabahın kızıl yakamozları ve şehrin karanlıktan sıyrılan silüeti oldukça çarpıcı.
Rus sisteminden çıkmış, birbirinden pek farkı olmayan Türk Cumhuriyetlerinde bulundum veya gezdim. Bu ülkelerin dışında Kuzey Irak'a gitmeye niyetlenmem bile bana ayrı bir heyecan verdi. Öncelikle niyetimiz G. Antep'ten Suriye'ye geçmekti ama vize engeli ile karşılaşınca rotayı Erbil'e çevirmek zorunda kaldım. Kışın karlı buzlu yollarının az da olsa çözüldüğü bir günde Ilgaz dağlarını aşarak Ankara'ya ardından G. Antep'e gidiyorum. Takvim şubatın ilk haftalarını gösteriyordu.
Antep'te kadim dostum Salih Bey'le buluşacağız. Günün ilk ışıkları merhaba derken Güney Doğu'nun Paris'i denen G. Antep garajında dostumla kucaklaşıyoruz. İnsanları birbirine özlem daha bir yakınlaştırıyor. O gün şehri turluyoruz. Tanıdıklara uğruyoruz.
Akşam yemeği bol acılı geçiyor. Çorba dahi acılı. Alışık olmadığımdan terleye terleye bitiriyorum yemeği. Ardından tatlı ile damak zevki yaşayıp yemeği tamamlıyoruz. Gece 23.00'te otobüsle Silopi'ye gideceğiz. Bölgeyi tanımadığımdan gece yolculuğu beni tedirgin ediyor ama arkadaşım bana rahatlatıcı bilgi veriyor. Ülkenin her yerinde güvenle dolaşabilmek insanı rahatlatıyor gerçekten. Güney Doğu'daki yolculuğum esnasında rahatsız edici bir durumla karşılaşmadık hiç.
Otobüs Cizre'ye varınca gözlerimi açıyorum. Sabahın alaca karanlığı. Nehire yansıyan yarı aydınlık, sabahın kızıl yakamozları ve şehrin karanlıktan sıyrılan silüeti oldukça çarpıcı. Su, manzarayı nasılda değiştiriveriyor. Cizre'den sonraki yer Silopi: Son durak. Günün ilk saatleri. Burada kar ve buz ve dahi soğuk yok. Koştura koştura bir camiye gidiyoruz. Civardaki evlerde oturanlar da tuvalet ihtiyacı için camiye geliyorlar. Daha sonra garaja gidiyoruz.
Silopi küçük ve hareketli bir ilçe. Yıllardır yaşanan terör ve boşalan köyler nedeniyle il ve ilçe nüfusları epeyce artmış. Şehir daha hayata uyanmamış durumda. Garajın yanındaki küçük bir bürodan Irak dinarı alıyoruz. İlçe merkezinden habur sınır kapısına gitmek için bir taksiyle anlaşıp yola çıkıyoruz. Sınıra yaklaşınca kilometrelerce süren tanker kuyruğu ile karşılaştık. Kuzey Irak'tan petrol getirip Türkiye'de satan ve bu yolla para kazanan insanlarımız.
Sınıra varıyoruz. Etraf tamtakır. Düz bir alan. Sabahın acı rüzgarı esmeye başlıyor. Karnımız da aç. Etrafta alış veriş yapacak bir yer de yok. Biz ikimiz ve bir iki tane de asker. Gümrük memurları henüz teşrif etmediği için giriş çıkış da yapılmıyor. Sınır, bir köprü. Köprünün karşı tarafı Irak, bu tarafı Türkiye. Köprüyü yaya olarak geçmeye izin verilmiyor.
Kamyon şoförlerinin yanında geçmek de yasak. Tek yol ticari taksilerle geçmek. Hatta her ticari taksinin geçmesine de izin verilmiyor. Özel taksiyle geçmek için şoförle soyad benzerliği şartı var. 300 metrelik yol için 10 milyon, hatta 15 milyon isteyen insafsız taksiciler de var. Bir taraftan umutla taksi gelmesini bekliyoruz, diğer taraftan da geçişlerin başlamasını ve hızlanmasını. Hava soğuk. Çantamdaki radyoyu çıkarıp dinlemeye çalışıyorum. Doğru dürüst çekmiyor.
Sabah dokuzdan neredeyse 11.00'e kadar bekledik ve sonunda bir taksiciyle anlaştık. Şoförden başka 4 yolcu var. Silopi'den bir vatandaşımız alış veriş yapmak için gidiyor. Buradan seccade götürüp orada satıyor. Oradan çay, şeker türü gıda alıp geliyor ve Türkiye'de satıyor. "Türkiye, şekeri 300'e veriyor onlara, biz gidip oradan aynı şekeri 100'e alıp geliyor ve halkımıza satıyoruz, para kazanıyoruz." diyor.
Ne kadar acı bir durum. Demek ki, bunu devlet finanse ediyor, halkına yardımcı oluyor. Asıl bu tür uygulamalarla iç piyasa kontrol edilir, yoksa 100'e verilebilecek şekeri 400'e versen pahalılık ortaya çıkacak zincirleme olarak. 4. yolcu Abdullah. Erbilli bir Irak vatandaşı. Almanya'da çalışıyormuş. Ankara'ya uçakla gelmiş. Yolculuğun kalan kısmını karayolu ile yapıyor. "Allah her işi asan eder" derler ya, bizim de Abdullah'la karşılaşmamız Allah'ın bir lütfuydu. Adım adım ilerleyerek pasaport işlemlerini tamamlıyoruz.
Köprünün hemen yanıbaşında Jitem'in kontrolü. A'dan Z'ye didik didik bir arama tarama faslı. Bizim zaten eşyamız yok ama Abdullah'ın çantaları resimleri, mektupları inceden inceye bir araştırmadan geçiriliyor. Daha önce Rus gümrük kapılarında bunu defalarca yaşamış ve yadırgamıştım. Makinalardan geçen çantayı elle didik didik ararlardı. Buradaki uygulamayı bölgenin hassasiyetine veriyorum ve sabırla işlemlerin tamamlanmasını bekliyorum.
Gerçi o durumlarda rahat olmayı tercih ederim genelde. Kızmanın ve sinirlenmenin bir mantığı da yok. Benzer durumlarda sinirlenip de zararlı çıkanlarla karşılaştım önceleri. Neticede işlemler tamalandı da meşhur köprünün karşı tarafına vasıl olduk da Irak toprağına kadem bastık. karşıda işlemler çok çabuk tamamlandı. Bulduğumuz uygun bir yerde öğle namazını eda ettik.
Abdullah, kendisini almaya geleceklerini söylemişti. Gelirlerse beraber gideriz demişti. gelen olmamış ama Abdullah bir taksiciyle anlaşmış, bize anlaştığı fiyatın yarısını vermemizi teklif etti. Biz bu tekllifi kabul ettik ve Erbil'e doğru yola koyulduk. Zaten gideceğimiz yeri bilmiyoruz bu durumda Abdullah cana minnetti. Toyota marka bir taksiyle çıkıyoruz yola.
Gideceğimiz yer yaklaşık 400 km. Erbil Işık Kolejine gidiyoruz. Orayı ziyaret edeceğiz ve şehri dolaşacağız. Arkadaşım Salih Bey'in bu okulda görev alma durumu var. Kendisine yapılan teklifi görüşmek için gidiyor oraya.Sınıra hemen yakın Zaho şehri var.
Amerikan askeri birliği Çekiç Güç'le beraber ismi sıkça zikredilen bir yerdi Zaho. Çevreyi seyrede seyrede gidiyoruz. Irak, bizim İç Anadolu'nun bazı şehirleri gibi bozkır alanları hayli fazla olan bir yer. Geniş ve kalabalık olan yoldan ayrılıp dağlara doğru yöneliyoruz. Sonradan öğrendiğimize göre ana yol ileride Saddam'ın bölgesinden geçiyormuş ve Saddam bu yollardan Erbil'e geçiş izni vermiyormuş.
Erbil şehrinde Mesut Barzani'nin yerel hükümeti iş başında. Şu an Irak'ta üç ayrı lider var: Saddam, Talabani ve Barzani. Süleymaniye şehrinde Talabani'nin yerel hükümeti görev başında, Erbil ve Dahok Barzani'nin diğer bölgeler Saddam'ın hakimiyeti altında. Talabani ve Barzani'nin varlığını sürdürebilmeleri Amerikan Askeri Gücünün Irak'taki varlığı sayesinde. Amerika olmasa Saddam anından bu şehirleri yerle bir eder diyorlar. Kuzey Irak'ta PKK pek varlık gösteremiyormuş. Peşmergeler buna izin vermiyormuş. PKK kampları Saddam'ın bölgesinde bulunuyormuş.
Zaho'dan sonra Dahok diye bir şehre vardık. Şoförümüz arabayı oldukça büyük ve lüks bir süpermarketin önüne çekti. Şehrin girişinde. Yimpaş, Migros türü bir market. İki katlı markette hemen her şey var. Gıda malzemlerinin büyük çoğunluğu Türk malı. Buradan yiyecek birşeyler aldık. Çıtır çıtır bir pidesi oldukça lezzetliymiş. Bu güzel marketin Türkiyeli bir girişimci tarafından açıldığını öğrendik sonradan.
Türk yatırımcıların el atmadığı yer yok neredeyse. Dahok küçük görünse de cıvıl cıvıl, hareketli bir şehir. Üniversiteleri, elektronik mağazaları, hareketli çarşısı ile dikkat çekiyor. Bu şehir Kuzey Irak'ta hatta Irak genelinde ticari bir merkez olma özelliğine sahipmiş. Saddam diğer şehirlerin elektriğini kesmiş olmasına rağmen bu şehre dokunmamış. Dahok kendisine lazım bir merkez. Kuzey Irak'ta günün büyük kısmında elektrikler kesik.
İnsanlar mahalle aralarına bir araya gelerek jenaratör kurmuşlar, onlarla aydınlanıyorlar. Neft bol nasıl olsa. Jeneratörün ürettiği elektrik düşük olduğu için buzdolabını çalıştıramıyormuş. Kuzey Irak'ta sosyal hayat sıkıntılar içerisinde devam ediyor. Buna rağmen halk Saddam'ın baskısından kurtulduklarından dolayı hallerinden memnun. Yol üstünde yemek molası veriyoruz. Yemekleri Türk yemeklerine benziyor. Bir tür yemek söylüyorsunuz.
Yanında 3-5 çeşit garnitür geliyor. Kuru fasulye, zeytin, salata, pilav vs. Minicik minicik zeytinler var. Genelde yemekler et üzerine. Yolculuk beni sarstığından pek birşey yiyemiyorum. Bahçenin bir tarafında abdest alma yeri var ve seccade hazır bekliyor. Bu, insana huzur veren bir durum. Uydu anten vasıtasıyla Türk kanalları seyrediliyor. Bu bölgedeki halkın epey bir kısmı Türkmen ve Türkiye Türkçesine çok yakın bir Türkçeyle konuşuyorlar. Hatta yazı dilleri İstanbul Türkçesinin aynısı.
Yolculuğumuz dağları aşarak devam ediyor. Bu yol Saddam'ın olağanüstü durumlar için hazırlattığı askeri yolmuş. Hava kararıyor ama yol bitmiyor. İşin bir başka yönü gideceğimiz yeri bilmiyoruz. Bildiğimiz okulun adı. Adresi ve telefonu yok. "Siz dert etmeyin, size okulu buluruz, bulmasak da sizi evimde misafir ederim." diyor Abdullah. Böyle insanlara can kurban.
Neticede Erbil'e giriyoruz. İlk durak Abdullah'ın evi. Çocukları ve eşi sevinçle karşılıyor Abdullah'ı. Aynı sokakta oturan ve öğretmen olan bir komşusunun yanına gidiyoruz Abdullah'la. Türkmen Partisi'nde de görevli olan bu zat okulun yerini biliyormuş.
5 dakika sonra Erbil gibi Türkiye'den oldukça uzak şehirdeki arkadaşlarımızın kapısını tıklatıp kıymetli vakitlerine misafir oluyoruz. Abdullah okulun kapısına kadar bize eşlik ediyor ve emaneti yerine teslim etmenin huzuru içinde evine dönüyor. Hiç beklemedikleri anda karşılarına çıkan misafirler doğrusu onları hayli memnun ediyor. Her branştan öğretmen var ve 1-2 gün içinde 2. dönemi açmak için yoğun bir çalışma içindeler.
Biz oraya vardığımızda okulun pansiyonunda toplantı yapıyorlardı. Geceyi orada geçirdik. Uydu anteni sayesinde Türkiyeden haberleri izledik. Sabah uyandığımız zaman gerçekten kupkuru denebilecek bir şehirle karşılaştık. Genelde tek katlı bahçeli evlerden oluşan şehirde pek fazla yeşillik yoktu.
Kahvaltıdan sonra okulu dolaştık. Öğretmenler kendi işleriyle meşguldü. Biz bir taksiye binip kız kolejini görmeye gittik. Kız koleji, devletin bir lisesinin içinde eğitim yapıyor, ayrı bir binası yok. Okulun bir kısmı verilmiş. Burada halk müslüman olduğu için öğrencilerden kapalı olan var, kapalı olmayan da. Okul idaresinin bu konuda bir yaptırımı yok. İsteyen istediği gibi giyinebiliyormuş. Buradaki öğretmen arkadaşlarla kısa bir hasbihalden sonra koleje dönüyoruz. Öğleye doğru Mevlüt Bey bizi alıp şehir turuna çıkarıyor. Toz duman karışık bir rüzgar esiyor.
Sık sık yaşanan bir olaymış bu durum. Şehrin merkezine doğru giderken önünde Sibel Can Otobüsü yazılı bir belediye otobüsü görüyorum. Türk sanatçılarının burada da etkili olduğunu gösteren açık bir delil bu. Pazarlarında Türkçe kaset en çok rağbet gören kasetler arasında. Aynı zamanda Türk TV kanallarını seyretmek için yoğun bir şekilde uydu anteni satılıyor. Şehrin merkezine varınca taksiden iniyoruz. İlk durağımız Türkmen kasetleri satan bir dükkan. Buradan Türkmen türkülerini ihtiva eden iki kaset satın alıyorum.
Kasetteki türkülerin birçoğuna aşinayız. Ardından İstanbul ve Kayseri'deki kapalı çarşıyı andıran kapalı çarşıyı ve Kayseri pazarını dolaşıyoruz. Daha çok giyim üzerine. Eski halılar, gelinlikler, kumaşlar, battaniyeler... Ne ararsan var. Türk malları burada da hemen göze batıyor ama henüz yeterli seviyede değil. Özellikle giyim açısından Erbil pazarı oldukça mümbit bir pazar olabilir ama bu sahada Türk girişimcilerinin yeterli çalışması yok.
Kapalı çarşı bölge halkının giyim kültürünü yansıtıyor. Erkeklerin giydiği Adana şalvarına benzeyen şalvarlar oldukça fazla. Ütü ve kuru temizleme yapan dükkanlarda şalvar ütülendiğine şahit oluyoruz. Kapalı çarşıdan o günün sevgilliler günü de olması nedeniyle Erbil hatırası hediye alıyorum. Ayrıca bir küçük örme çanta ve bir kaval.
Kapalı çarşı iç içe girmiş bir çarşı. Kapalı çarşı düzenli ve temiz ama diğer yerler için aynı şeyi söylemek mümkün değil. İnsanın midesini rahatsız edecek durumlar sözkonusu. Çarşıda özellikle de cadde üzerinde şerbetçi ve meyve suyu satan bir hayli dükkan var. İstediğiniz meyveyi anında saf meyve suyuna dönüştürüp size servis yapıyorlar. 1 dinara içilen bu meyve sularından muz suyu benim çok hoşuma gitti.
Bir antika dükkanına uğradık ama fiyatlar çok pahalı geldi. Çarşıda dolaşırken büyük yazılarla internet yazan bir ofis görünce heyecanla oraya vardıysak da internetin esamesinin olmadığını anladık. Sadece şehrin merkezi postanesinde varmış, onun da saati 17 dolar. İnsanlaın sürekli girip çıktığı camide namaz kıldık. İlk önce rüzgar ve toz nedeniyle çıkmayı düşünmediğimiz kaleye çıkmaya karar verdik.
Erbil Kalesi, şehrin ortasındaki konumuyla tıpkı Konya'daki Alaattin Tepesi'ni andırıyor. Zaten şehrin yolları kale etrafında genişleyen halkalar şeklinde. Tarihi bir kale olan Erbil Kalesi'nin içinde yerleşim yerleri mevcut. Daha önceleri bölge Türkmenlerinin oturduğu bu mahalle, Talabani'nin bölgedeki hakimiyetinden sonra Kürtlerin baskısı nedeniyle boşaltılmış. Şimdi ya terkedilmiş durumda ya da Kürtler oturuyor.
Talabani, Erbil'deki Türkmenleri çoğunluktan azınlığa düşürmek için yoğun bir baskı uyguluyormuş, aynı zamanda şehre Kürt göçünü teşvik ediyormuş. Erbil'de içten içe bir Kürt-Türkmen çatışması var. Yakın zamanda Türkmen Cephesi liderinin evinin önünde bir bomba patlamış. Kalenin içinde Kürt Müzesi de var.
Eski YÖK başkanı İhsan Doğramacı'nın ailesinin bu kale içinde evinin olduğunu ve M. Ali Erbil'in bu şehirden olduğunu öğreniyoruz. Türk medyasının yıldızlarından Reha Muhtar da Kerkük'lü imiş. Kaleyi turlayıp çarşıya indikten sonra 1, 2 kitapçıya Türkmence eser bulabilir miyiz umuduyla uğradık ama bulamadık. Oradan bir taksiye binip oldukça büyük bir lokantaya gittik.
Şiş, ciğer ve kavurma siparişi verdik. Yine yemeğin yanında istemediğimiz halde birçok yemek geldi. karnımızı birgüzel doyurduk. Türk'ün karnı doyunca gözü yolda olurmuş derler. Salih Bey gerekli görüşmelerini yaptı. Şehri de gezdik ve dönmeye karar verdik. Dönüşte bize girişte vurulan sarı kağıtların lazım olacağı söylendi ama bizde yoktu. Şoför bize vermemişti. Çıkıştı bu durum sıkıntı olacaktı. Okul idaresi bize resmi evraklar hazırlayacaktı ve sınıra onunla gidecektik. Bu resmi evrak paar günü hazırlanamadığı için pazartesiye kaldı ve dönüşümüz bir gün gecikti. Orada kaldığımız ikinci gün şehri kendimiz dolaşık.
Artık şehri öğrenmiştik. Taksiciye derdimizi anlatabiliyorduk. Öncelikle Türkçe ve İngilizce öğretilen dil merkezine gittik, orada görev yapanlarla tanıştık, oturduk çaylarını içtik. İngilizceye çok büyük rağbet olduğunu söylediler. Daha sonra şehir merkezinde dolaştık biraz. Salih Bey, Türkiye'yi aradı. Burada telefon büyük bir sıkıntı. Bağlanmak zor, bağlanınca da konuşmak. Salih Bey, sesin iyi gitmediğini ve derdini bile anlatamadığını söyledi. Durum böyle olunca ben aramadım. Salih Bey, telefonla uğraşırken ben ayakkabımı boyattım.
Vakit bol olduğu için şehri rahat rahat dolaştık. Şehirde araba markaları oldukça sınırlı: Toyota, Passat, Lada Jiguli. Ambargo nedeniyle dış dünyadan yeni model arabalar gelemiyormuş. Jigulileri görünce bineceğim diye tutturdum. Kazakistan'da o marka arabam vardı 3 yıl. Türkiye ambargoyu kaldırıp Irak'a sadece araba satsa bir servet kazanır. Arabalar dökülüyor. Bir taksiye binmiştik, biraz sonra bozuldu. Biz taksiden inip başka bir araba beklemeye başladık. Neyse adam çabucak tamir etti de yine aynı taksiyle devam ettik.
Kuzey Irak, Türkiyeye göre oldukça ucuz. Bilhassa petrol. 1-2 dolara taksinin deposu doluyor. Bizde ise bir dolara bir litre yaklaşık. Dönüş için Toyota marka bir taksi kiraladık. 400 km. 12 milyon lira. Türkiye'de ticari bir taksi 12 milyona ancak 4-5 km götürür. Sınırı geçiyorsun pahalılık başlıyor. Ben çözemedim açıkçası bu durumu.
O geceyi de Erbil Işık Koleji'nde geçirdikten sonra sabah namazı vaktinde yola çıkmaya niyetleniyoruz. Akşamdan bizim için bir taksi ayarladılar. Sabah namaza uyandığımız zaman taksi de gelmişti. vazifemizi ifa ettikten sonra oradaki arkadaşlara veda edip okuldan ayrıldık. Okulun bekçisinde G-3 piyade silahı vardı. Saddamın ordusundan satın almış. Zamanında uzun yıllar Irak ordusunda vazife yapmış.
Şimdi okulu bekliyor. Kapıda silahlı çektirdiğimiz resimler çıkmadı maalesef. Alacakaranlıkta başlayan yolculuğumuz geldiğimiz minvali geri dönerek devam ediyor. Midemden biraz rahatsızlığım var. Yol üstünde mola veriyoruz. Kavurma istiyorum ama haşlama geliyor. Daha doğrusu eti önce kavurmuşlar, sonra sulu yemek halinde servis yapıyorlar. Yol üstündeki Dahok'a uğramadan geçiyoruz. Sınıra yaklaştıkça Türk tankerleri sıklaşıyor. Bir tanesi yokuş bir yerde patinaj yapıp duruyor, yokuşu çıkamıyordu. Doğruca İbrahim Halil Sınır Kapısı'na gidiyoruz. Evvela sınırı geçecek bir taksi ayarlamalıyız.
Derdimiz Iraklı polislere anlatmaya çalışıyoruz. Siz işlerinizi tamamlayın biz sizi bir taksiye bindiririz dediler. Elimizde sarı kağıtlardan yok. Bunu halletmemiz için bizi geri gönderiyorlar.O esnada bizi Erbil'e götüren taksiciye rastlıyoruz. Bizze yardım edip kısa sürede işlemlerimiz tamamladı.
Az bir ceza ile işi sıyırdık. Polisler bizi sıradaki taksiye bindirdi. Adamlar istemeye istemeye razı oldu ama adamlar bizi karşı tarafa geçiremiyorlar. Türk tarafına girmeden önce onların taksisinden inip bir ticari taksiye bineceğiz. Neticede 300 metre sonra o taksiden inip bir ticari taksiye bindik. Şimdiki problem sıra beklemek. Geçmek için sıra bize geliyordu ama daha önce öğle tatili geldi ve görevliler dinlenmeye gitti. Uzayıp giden sıra köprüde beklemeye alındı. Bir tarafı Türkiye diğer tarafı Irak olan köprüde sıkışıp kaldık.
Namaz kılmak için askerden izin vermesini istedik. Yolu gösterdi: Burada kıl. 1.5- 2 saat köprüde ya sabır çekerek Türk tarafına girmeden önce onların taksisinden inip bir ticari taksiye bineceğiz. Neticede 300 metre sonra o taksiden inip bir ticari taksiye bindik.
Şimdiki problem sıra beklemek. Geçmek için sıra bize geliyordu ama daha önce öğle tatili geldi ve görevliler dinlenmeye gitti. Uzayıp giden sıra köprüde beklemeye alındı. Bir tarafaki sanki bize çok büyük bir lütufda bulunuyorlarmış gibi bir eda içerisinde pasaport işlemlerini yapıyorlar. Elle kontrol ettikten sonra son çıkışta bir de makineden geçiyor çantalar. Hepsine sabrederek
Silopi tarafına geçince üzerimizden ağır bir yük kalkmışcasına rahatlıyoruz: Vatana yeniden kavuşmanın sevincidir bu. Bu kısa gezimizde giriş çıkış sıkıntıları dışında her şey güzeldi. İkindi vakti bindiğimiz otobüs Ankara istikametine yola çıkıyor, geride tatlı hatıralar bırakarak...