* Fotoğraf: Flickr.
Marksizm, tarih ve bellek çalışmalarıyla tanınan İtalyalı tarihçi Enzo Traverso'nun başta "Solun Melankolisi" ve "Geçmişi Kullanma Kılavuzu" olmak üzere Türkçede pek çok kitabı bulunuyor.
Yıllarca Fransa'da siyaset bilimi dersleri veren Traverso, hâlâ Cornell University'de çalışıyor.
Enzo Traverso'ya göre devrimci deneyim bir nesilden diğerine tam da yenilgiler aracılığıyla aktarılıyor. Büyük hayal kırıklıklarından doğan ve tüm bir nesli etkileyen melankoli, hem yas tutmanın hem de yeni bir başlangıç için hazırlanmanın zorunlu bir öncülü haline geliyor.
Bu yenilgilerin hatırası, devrimci mücadelenin tarihini ve Auguste Blanqui'den Gustave Courbet'ye, Rosa Luxemburg'dan Walter Benjamin'e, birbirinden çok farklı suretlerde ortaya çıkan sol kültürü bir yeraltı akıntısı gibi besliyor...
Traverso'nun Türkçeye çevrilen ve "Gerçeğin Günlüğü" sitesinde yer alan söyleşisinin kısa halini paylaşıyoruz.
Bir devrim belleğine sahip olmamak ne anlama gelir?
Bu, yirminci yüzyılın devrimler döneminin son bulduğu ve bizim, bunun sonuçlarını yaşadığımız anlamına gelir. Bir yüzyıl boyunca tarih, önermesi, iktidarın askeri güç ile zaptı olan sosyalizme doğru koşuyor gibiydi. Bu vizyon, günümüz entelektüel evreninin fersah fersah uzağında. Yeni hareketlerin, tarihsel bir sürekliliğe uymasını engelleyen işte bu olayların beklenmedik şekilde gelişmesidir. Bu, artık devrim olmayacağı anlamına gelmez. Aksine, son yıllarda hâlihazırda gerçekleşen bazıları var –sadece "Arap Baharı"nı hatırlayın-. Bu devrimler, artık kendilerini bugün hükümsüz, tükenmiş ya da yenilmiş olan geçmiş modeller –sosyalizm, ulusal kurtuluş, Pan-Arabizm gibi- ile tanımlamıyorlardı ve nereye gittiklerini gerçekten bilmiyorlardı. Bin Ali ve Mübarek'in baskıcı rejimleri devrildiğinde onları nasıl değiştireceklerini bilmiyorlardı.
Güçlü modeller varken bile birçok devrim yenilgiye uğradı. Duruş biçimlerinin yitirilmesi kötüleştirici bir etken mi?
Bu aynı zamanda daha çok özgürlüğe imkân veren bir durumdur. Radikal dönüşüm fikri, kendisini yirminci yüzyıldan miras alınan modellerin, özellikle komünizm ve sömürgecilik karşıtlığının mirasçısı olarak görmese de varlığını sürdürüyor. Ancak henüz görünürde yeni bir model yok. Bu boşluk, kendilerini yeniden keşfetmeye zorlanan hareketlerde mevcut olan olağanüstü bir yaratıcılığın -hatta olağanüstü bir teorik kapsamlılık bile diyebilirim- kökenindedir. Bu yaratıcılığın temelinde bir devrimci soru var: dünyayı nasıl değiştirebilir, kapitalizme nasıl son verebilir, gezegeni nasıl kurtarabilir, toplumlarımıza musallat olan korkunç eşitsizliğin üstesinden nasıl gelebiliriz? Bugün bu ihtiyacın gençler arasında yaygın şekilde hissedildiğini düşünüyorum.
Birçok kitabınızda, örneğin Solun Melankolisi kitabınızda 1960'lara ve 1970'lere atıfta bulunuluyor. O yıllarla günümüz arasındaki farklar nelerdir?
1970'lerde siyaseti keşfedenler, çizgiler belirgin çok çeşitli hareketler ve örgütler arasından seçim yapmak zorunda kaldılar. Şükür ki, ideolojik kafeslere kapatılmış hissi olmaksızın düşünen ve hareket eden insanlar olan günümüzün gençleri için bu sorun değil. Fakat bu değişim sadece avantajlar sunmuyor, büyük bir kırılganlığı da beraberinde getiriyor, çünkü kesinlikle bu hareketler tarihsel bir devamlılık içinde bulunmuyor. Gelip geçiciler, kısa ömürlü kıvılcımlar. Uzun ömürlü ve oturmuş bir politik varlık kurmayı başardıklarında, Podemos ile, Syriza ile ya da hatta İşçi Partisi'ni aşağıdan yenileme girişiminin duvara tosladığı Büyük Britanya'da gördüğümüz şekliyle geleneksel siyaset tarafından yeniden soğurulma riski ile karşı karşıyadırlar. İtalya'da, son yirmi yılda ortaya çıkan bütün hareketler, her türlü hevesi boğacak mikro-aygıt koalisyonları haricinde kendilerine siyasi bir ifade kazandırmayı başaramadılar. Bir beklenti ufkunu yeniden inşa etmek, gelecek fikrini yeniden keşfetmek için, bu kısa kabarmaların ötesine geçmeliyiz.
Son yıllarda hareketlerden ortaya çıkan en dikkat çekici fikirlerden biri kesişimsellik, mücadelelerin çakışması ve çoklu baskıların nesnesi ve olası direnişlerin öznesi olarak yeni bir sınıf fikri. Bu perspektif çoğunlukla, yaşadığınız ve düşündüğünüz ülke olan Fransa'da akla geldi ve La France Insoumise/Boyun Eğmeyen Fransa (2016 yılında kurulan sol/sosyalist siyasi parti; ç.n.) deneyimini de içeriyor. Bu, devrimci perspektif algısını inşa etmek için yararlı bir pratik olabilir mi?
La France Insoumise, pozitif bir şekilde gelişti. Birçok çirkin milliyetçi ya da "egemenlikçi" partiden ayrıldı ya da kendilerinden ayrılmaları istendi. Harekette itici güç olmasa da Sarı Yelekliler hareketine katıldı. Çevresel boyutu entegre edebildi ve toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıfa dayalı istek ve talepler arasında kesişimsellik pratiği –mümkün olduğunca- yaptı. Çünkü işçi sınıfı banliyölerindeki ırkçılık karşıtı hareketlere uyum sağladı, Fransız sosyalizminin eski çerçevesi olan "ulusal-cumhuriyetçilik"in dar sınırlarını aştı. Sol koalisyon önemli bir seçim başarısı elde etti fakat bu şüphesiz devrim değil. Birçok engeli aşması gerekiyor.
Nasıl yani?
Tamamen şekilsel bir bakış açısından, sol NUPES koalisyonunun programı, 1981'de François Mitterrand'ın Union de la gauche/Sol Birlik'inin programından daha orta yolcu. Ekonominin belirli kilit sektörlerinin kamulaştırılmasını içermiyor. Mélenchon bunu dürüstçe kabul etmiştir: cumhurbaşkanı olmuş olsaydı bile, şu anda mevcut bulunmayan güçlü toplumsal hareketlerin desteği olmaksızın programını uygulayacak güce sahip olmayacaktı.
Söyleşinin tamamını okumak için tıklayın.
https://www.versobooks.com/blogs/5394-revolutions-are-still-breathing-life-into-history adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.
(TY)