*Fotoğraf: Fransız ordusunun ayaklanmayı sonlandırmak için yaptığı saldırıları anlatan Jean-Louis-Ernest Meissonier'in resmi.
Paris Komünü'nün başlangıç gününün 150. yılında Tristan Hunt'ın "Fraklı Komünist/ Friedrich Engels'in Devrimci Hayatı" kitabından 252-256 sayfalarında yer alan Komün'le ilgili bölümü paylaşıyoruz.
1916'da Somme'daki top sesleri için, Primrose Hill'den duyulur, denirmiş. 1871'de Otto von Bismarck'ın Paris bombardımanı bu tarafta pek ses getirmemişti ama Paris Komünü'nün geniş yankısı kesinlikle Regent's Park Caddesi'nden duyulmuştu.
Fransa-Prusya savaşının patlak vermesiyle, Marx ve Engels, "Bismarck biraz bizim işimizi de yapıyor, kendi üslubunca ve niyeti bu olmadığı halde ama yine de yapıyor," diyerek gizliden gizliye Prusya'yı desteklediler.
Bonaparte'tan o kadar nefret ediyorlardı ki, onu iktidarından edecek her yöntem desteklenmeyi hak ediyordu. Ama sonra düşmanınızın düşmanının pekâlâ sizin de düşmanınız haline gelebileceğini keşfettiler.
1870 Eylül'ünde Bismarck, Sedan'da Fransız ordusunu bozguna uğrattığında, Engels "Beklenmedik zaferler, şovenizmi cahil cühela Almanların kafasına fena halde soktu," diye yazacaktı.
Bonapartçı İmparatorluk yıkılıp, yerine barışa meyilli Fransız Ulusal Savunma Hükümeti geldikten sonra da, Prusya ordusu Primrose komünistlerinin umduğu gibi kışlaya dönmedi. Aksine Bismarck (Birinci Dünya Savaşı öncesindeki hıncı neredeyse birebir yansıtır şekilde) çok ağır bir tazminatla birlikte Alsace-Lorraine'i Alman egemenliği altına almak ve ordularını Champs-Elysees'ye kadar sürmek istedi.
TIKLAYIN - Paris Komünü 150 yaşında
TIKLAYIN - Paris Komünü'nün feminist halleri / Evrim Kepenek
Engels, Engelskirchen'deki aşırı milliyetçi kardeşi Rudolf'a, "Sorun şu ki burnunuzun ucunu göremiyorsunuz," diye yazmıştı: "(Nihayetinde sınır komşunuz olan) Fransa'nın uzun yıllar boyunca düşmanınız kalmasını garantilediniz." [1]
Bismarck'ın savaş sonrası ceza talepleri, on binlerce Fransızı kitlesel bir başkaldırıya ve Prusya'ya karşı savaşa yazılmaya kışkırttı. Ama güçleri iyi eğitimli, iyi donanımlı Prusya ordusuna denk değildi; nitekim Paris Ulusal Muhafızları'nın sıkı direniş göstereceği başkentteki nihai muharebeye kadar, Fransız yurtseverler sürekli kaybedecekti. Fakat Prusyalılar doğrudan saldırmak yerine, 2,2 milyonluk nüfusu açlığa mahkûm etmenin teslimiyet getireceğini umarak kenti kuşatmayı tercih ettiler.
Haftalar, derken aylar süren kuşatma boyunca metanetini yitirmeyen Parisliler, fareleri, atları, köpekleri, kedileri ve nihayet hayvanat bahçesinde kangurulardan tutun da ne kadar hayvan varsa hepsini diyetlerine katarak dayandılar.
Prusyalılar baskıyı artırdıkça, Paris'teki ılımlı cumhuriyetçilerle devrimciler arasında siyaseten bir uçurum oluştu; cumhuriyetçiler ateşkes, devrimcilerse ya istiklâl ya ölüm diyerek karşı taarruza geçilmesini istiyordu.
Kıtlığın etkisi ağırlaşınca ve Prusyalılar sivil asker ayrımı gözetmeden Paris'i bombalamaya başlayınca, ılımlı kanattan Adolphe Tiers teslimiyet müzakerelerini başlattı. Prusyalılar 1 Mart 1871'de -yeni Alman İmparatorluğu'nun Versailles Sarayı Aynalı Salon'da kuruluş ilanından iki ay sonra- kibirle kente girdiler ve güçten düşmüş, aç ve öfkeli Paris'i, kendi kendini kanlı bir şekilde yiyip bitirsin diye, kendi haline terk ettiler.
TIKLAYIN- Versay 1871 ve Komün / Tayfun Mater
18 Mart 1871'de Fransız hükümetine bağlı bir birlik, Paris Ulusal Muhafızları'nın elindeki toplan geri almak için Montmartre Tepesi'ne çıktı. Thiers ve Ulusal Meclisteki ılımlı mevkidaşları -artık Versailles'daydılar- Parisli askerleri ve onları temsil eden Cumhuriyetçi Ulusal Muhafızlar Federasyonu'nu ("Federeler") etkisi altına alan radikalleşmeden giderek daha fazla rahatsızlık duyuyor ve Prusyalılar kenti terk eder etmez derhal silahsızlanmalarını istiyorlardı.
Montmartre'a çıktıklarında Federeleri bu işçi sınıfı semtinin kadın ve çocuklarıyla bir arada karşılarında bulunca, birliktekiler, silahlarını indirip cumhuriyetçi askerlerle güç birliği yapmayı seçtiler. Askerlerin bu sembolik saygı gösterisi Paris'in ihtiyaç duyduğu kıvılcımı çakmaya yetmişti.
Baron Haussmann tarafından on yıllar öncesinden, barikat kurmayı zorlaştıran geniş bulvarlar, işçi sınıfı mahallelerinin dağıtılması, askeri sevkiyatı kolaylaştıran ulaşım altyapısı ile soylulaştırılmış olmasına rağmen, Paris hâlâ devrim şehriydi: Barikatlar dikildi, kalan hükümet birlikleri Versailles'a kaçtı ve 1792'deki devrimci komüne bilinçli bir atıfla "Paris Komünü" adıyla yeni bir şehir konseyi kuruldu.
"Nasıl bir direnç bu, nasıl da tarihî bir girişim, bu Parislilerdeki nasıl da bir özveri," diye coşmuştu Marx. "Ne olursa olsun, Paris'teki bu ihtilal -eski toplumun kurtları, domuzları ve alçak köpekleri tarafından bastırılsa bile- [1848] Haziran ayaklanmasından bu yana Partimizin en şanlı icraatı." [2]
Başlangıçta olaylar iyimserliğini haklı çıkaracak gibiydi. Komün 19 Nisan'da "Fransız Halkına Deklarasyon"u hazırladı: Fransız vatandaşlarına komünün işleyişine daimi katılım hakkı veriliyor, (maaşları düşürülen) yöneticilerle yargı mensupları için hesap verirlik ilkesi düzenleniyor, asker ve polisin görevi Ulusal Muhafızlar'a devrediliyor, zorunlu askerlik kaldırılıyor ve terk edilmiş fabrika ve imalâthanelerin, "çalışanlarının oluşturacağı kooperatif birlikleri" [3] tarafından işletilmesinin yolu açılıyordu.
"Komünde hemen hemen sadece işçiler ve işçilerin tanınmış temsilcileri yer aldığından, alınan kararlar da bariz proleter nitelik taşıyor," diyordu Engels hayranlıkla. [4]
Gerçekten de bu şanlı birkaç hafta, (20. yüzyıl Kıta Avrupası'ndaki değil, klasik Roma'daki manasıyla) ibretlik bir "proletarya diktatörlüğü" timsaliydi ve haliyle, şevkli sosyal devrimciler için model teşkil etti.
Ama Hôtel de Ville'in içinde, Komün'deki bilinçli proleter unsurlar, güçlü bir beyaz yakalılar ve vasıflı işçi grubuyla dengelenmiş olduğundan, saf bir sınıf anlayışından söz etmek mümkün değildi.
1871'in melez terkibini, siyaset felsefesinin tabanda karşılık bulmuş çeşitliliğiyle beraber düşünmek lazım. Paris'in zanaatkârlarıyla küçük esnaf çevreleri Proudhoncu hassasiyetlere sıcak bir ilgiyle yaklaşıyordu.
İşçi kooperatifleri planı ise, mevcudiyetini aşikâr biçimde sosyalist bileşenlere borçluydu. Komün'ün en militan devrimcilerini de Marksistlerden ziyade -çoğu aynı zamanda Enternasyonal'in de üyesi olan- Jakobenler ve Blanquistler oluşturuyordu. Bunlara ek olarak, Komün üyelerinin fikriyatında güçlü bir cumhuriyetçi yurttaşlık damarı da vardı: Geçmişte şehirlerinin yozlaşmasından sorumlu olan dış siyasi güçlerin müdahalesi olmaksızın, Paris'te Parisliler için "demokratik ve sosyal" bir cumhuriyet kurma idealine samimi bir adanmışlık sözkonusuydu.
Doğrusu, bu düşünce bolluğu Marx ve Engelsin işine gelmişti: İşler ters gittiğinde, suçlu aramak için başkaları vardı. Doğru dürüst örgütlenmiş bir devrimci işçi partisinin olmayışı yüzünden -sonradan böyle değerlendireceklerdi- Komün üyeleri Versailles'daki gerici hükümet güçlerine saldırmadılar ve Fransız Merkez Bankası'na el koyma konusunda ümitsizce suskun kaldılar. Bunları yapmak yerine, yeni bir kuşatmaya karşı, hükümet birlikleri kentin üzerine yürümeden önce en fazla bir ay dayanmalarını sağlayacak barikatlarına geri çekildiler, 120 bin kişilik bir güç karşısında, Komün'dekilerin -barikatlara ve gerilla taktiklerine rağmen- hiç şansı yoktu ve 21 Mayıs 1871, Komün üyesi 10 bin kişinin öldürüldüğü kanlı haftanın başlangıç günü oldu.
Engels'in dramatik anlatımıyla, "doldurmalı tüfekler artık yeterince hızlı öldürmüyordu; bozguna uğrayanlar, yüzlercesi birden, mitralyöz ateşiyle vuruldu. Son kitlesel katliamın yapıldığı Père Lachaise Mezarlığı'ndaki 'Federeler Duvarı' işçi sınıfı kendi hakkı için ayaklanmaya cüret eder etmez yönetici sınıfın nasıl bir cinnet getirdiğinin dilsiz ama beliğ tanığı olarak bugün hala ayaktadır" [5]
Bu katliamın beklenmedik sonuçlarından biri, Engels'in, Komün'ün bastırılması konusunda tabiatıyla Ulusal Hükümet tarafını tutan muhafazakar annesiyle arasının az rastlanır biçimde açılması oldu.
Engels annesini, "İnsanlar silahlarını bıraktıktan sonra, Versailles ordusu tarafından makineli tüfeklerle katledilen 40.000 erkek, kadın ve çocuğu" unutmakla itham etmeden önce, mektubunda nazik bir girizgâh yapmıştı: "Sana uzun bir süredir yazmadıysam, neden, siyasi etkinliğim konusundaki son yorumlarına, seni gücendirmeyecek bir yanıt vermek isteyişimdi."
Tarihî açıdan asıl kayda değer olan, Engels'in ölü sayısını abartmasındansa, annesinin bütün bu korkunç hadiseden açıkça Marx'ı sorumlu tutması ve güzel masum oğlunu da peşi sıra bu işin içine sürüklediği için ona kızmasıdır.
Dostları daima ailesinden önce gelen Engels, Marx'ı (Komün'ün varlığından değilse bile) katliamların sorumluluğundan aklamıştı. "Marx burada olmasa ya da hiç var olmasaydı bile, durumda onu yoldan çıkardığımı iddia etmişti."[6]
Yine de mektubun sonlarına doğru Engels, Ramsgate tatili hikâyelerini, Strand'daki Avusturya birahanesi turlarını anlatarak ve kavgalı biraderleriyle onu bir araya getirme çabalarına dair destekleyici sözler sarf ederek, Elise için sevgi dolu evlat haline geri dönüyordu. Bu, 1873 yazında aniden ölen ve ölümüyle Engels'in Avrupa'daki ailesiyle arasındaki son gerçek şefkat bağını ortadan kaldıran annesine yazdığı son mektuplardan biri olacaktı.
1871'deki kanlı olaylarda Marx'ın sorumluluğu olduğunu düşünen tek kişi Elise Engels değildi. Marx'ın Komün üyeleri üzerinde fiilen etkisi yoktu ve Entenasyonal'in mücadeledeki rolü de görece taliydi ama, 1871'de Komün'ü savunmak için yazdığı çok tartışılan Fransa'da İç Savaş vesilesiyle, Komün ile yakından ilişkilendirilmeye başlanmıştı.
Kıtanın dört bir yanında, farklı dillerde basılan risalesi, bütün dünyadaki işçi sınıfı hareketini fesat, sinsi ve düzenbaz Enternasyonal'in yönettiği zannını pekiştirmişti. Muhafazakâr Fraser dergisi, "'Enternasyonal'in etkisini ne gördük ne de açıkça duyduk, ama gizli eliyle ve esrarengiz ve kötücül bir güçle, Devrim makinesini yönlendiren asıl itici güç o," diye yazmıştı.
Katoliklerin haftalık dergisi The Tablet, Enternasyonal'i "Moskova'dan Madrid'e emirlerine binlercesinin, sayısız kişinin uyduğu, eskisi gibi yeni dünyada da müritlerinin devlete savaş açtığı, bildirilerinde de bütün yönetenlere karşı savaş açma sözü veren bir topluluk" [7] olarak tanımlıyordu.
Söylemeye gerek yok, Marx bu gecikmiş şöhretten ziyadesiyle memnundu. Ludwig Kugelmann'a, "halihazırda Londra'nın en çok iftiraya uğrayan ve en çok tehdit edilen kişisi olma şerefi bana ait," diyecekti. "Yirmi yıllık sıkıcı taşra huzurundan sonra, doğrusu insana çok iyi geliyor".[8]
Fraklı Komünist Tristram Hunt, bu kitapta, kendi tarihini yaparken aynı zamanda insanlık tarihinin devrimci-komünist dalgasına omuz veren Friedrich Engels'i fikirleri, politik konumlanışları ve teşebbüsleri kadar tutkuları ve arzuları, kişisel nefretleri ve bireysel kaprisleri olan bir tarihsel şahsiyet olarak sunuyor. |
Hunt hakkında |
(APA/NÖ)
* Tristam Hunt,Fraklı Komünist/ Friedrich Engels'in Devrimci Hayatı (The Frock-Coated Communist:The Revolutionary Life of Friedrich Engels), çeviri: Işıl Eliçin, Mehmet Ratip, editor: Tanıl Bora, yayına hazırlayan: Barış Özkul, dizi kapak tasarımı: Utku Lomlu, kapak: suat Aysu, düzelti: Naci Ozansoy, İletişim Yayınları, Mart 2018, İstanbul, 390 s.
Kaynaklar
[1] Karl Marx and Frederick Engels Collected Works [MECW] , 44. Cilt, s. 47, 66, 120
[2] A.g.e., s. 131.
[3] Bkz. Robert Tombs, The Paris Commune, (Londra, 1999)
[4] MECW, 47. cilt, s. 5.
[5] A.g.e., 47. cilt, s. 186.
[6] MECW, 27. cilt, s. 186.
[7] MECW.44.cilt, s. 186
[8] Francis Wheen'in Karl Marx'ında alıntı olarak yer almıştır (Londra, 1999), s. 333.