Uluslararası Af Örgütü ile Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği, Savaşın Gölgesinde Gazetecilik ve Basın Özgürlüğü paneli düzenledi.
Dün akşam (9 Mayıs) Galata Postane'de gerçekleştirilen panelde gazeteciler Can Ertuna, Nimet Kıraç, Nevin Sungur ve Ümit Bektaş deneyimlerini aktardı.
Panelin moderatörlüğünü Uluslararası Af Örgütü Türkiye Medya Koordinatörü Fatma Yörür yaptı.
Yörür ilk olarak “Rusya’da bağımsız medyanın engellendiğini ve 150’den fazla gazetecinin ülkeyi terk ettiğini biliyoruz. Benzer şekilde Batı’da Rusya’nın medya kuruluşlarına yönelik kapatma ve engellemeler söz konusu. BBC, Bloomberg, CNN gibi kuruluşlarsa Rusya’da ‘çalışma koşullarının kalmadığını’ ifade ederek ülkeden çıktı.” dedi.
Daha sonra konuklarına “Saldırgan bir devletin medya kuruluşlarını kapatmak propagandaya karşı savaş mı yoksa basına sansür mü?” diye sordu. Konuklarsa şöyle cavapladı:
Ertuna: Sansür amaca hizmet etmiyor
"Sansür iki haliyle karşımıza çıkıyor. Biri haber kuruluşunun ya da gazetenin yasaklanması, diğeriyse görünmez kılınması. Bir tanesi ulus üstü idari yapılar tarafından, diğeri sosyal medya platformları tarafından uygulanıyor.
Yasaklamanın sansür olduğunu tartışmıyoruz. Peki görünmez kılınmaları? Bence bu da basın özgürlüğüyle bağdaşmıyor. Bağdaşmadığı gibi ne kadar etkili ve sonuca yönelik bir çıkarım sağlıyor ondan da emin değilim.
Örneğin RT ve Sputnik, Facebook, Twitter ve YouTube tarafından erişilmez hale getirilince kendilerini Telegram’a attılar ve hala erişilebilir haldeler.
Çok büyük rakamlar değilmiş gibi gelecek ama örneğin Rusya Savunma Bakanlığı’nın Telegram’da yaklaşık 61 bin takipçisi var. Sosyal medyada telaffuz edilen rakamlara bakınca az bir sayı ama New York Times’ın Telegram’da 68 bin takipçisi var.
Açıkçası ben de kişisel olarak karşı tarafın propagandasını gözlemleyebilmek, sesini duyabilmek ve nasıl çerçevelediğini izleyebilmek adına bu ismini zikrettiğim kurumlarını Telegram’dan takip ediyorum.
Mesela ABD’de en yüksek reytinge sahip olan haber kuruluşu FOX News. Bu kanalda en yüksek reytingli Show programını yapan Tucker Carlson da çoğu zaman Kremlin propagandasından daha Putinci yayın yapabiliyor.
Yani bir yandan siz RT ve Sputnik’i engelliyorsunuz ama diğer yandan kutuplaşmış siyasete hizmet etmek için var gücüyle çalışan ve yeri geldiğinde Kremlin’deki birçok kişiden Putinci davranabilen Amerikalı, Britanyalı ya da Batılı kanalları, anchormanleri engellemiyorsunuz, engelleyemiyorsunuz. Dolayısıyla burada bir standart sorunu da gündeme geliyor."
Sungur: Şaşırtıcı olan Rusya değil AB
"Savaş başladığı zaman birdenbire deliriyum haline dönüyor insanlar. Tepkileri, düşünce biçimleri, inanışları çok fazla etken tarafından şekillendirilebiliyor.
Dolayısıyla propaganda ve sansür de bunun arkasından geliyor. Savaşın başladığı andan itibaren Rusya’ya uygulanan baskı ve beraberinde haberlerin, gazetelerin sansürlemesi şaşırtıcı değil, ancak tabii ki kabul edilebilir bir şey de değil.
Türkiye’de de kimi zaman benzer şekilde gördüğümüz bir muhalefetsizlik arzusu her zaman Rusya’da da vardı. Bu meselede şaşırtmayan şey bunun Kremlin tarafından yapılmış olması. Çünkü biliyoruz ki Putin kimi zaman diktatöryal eğilimler gösteren baskıcı bir lider.
Esas şaşırtıcı olan -AB’den bahsediyorsak eğer-, temel kolonlarından biri olarak basın ve ifade özgürlüğünü kendine şiar edinmiş bir kurumun ya da ortaklığın sorgusuz sualsiz çıkardığı bir kararla bunu yapması.
AB’nin bir yaptırımın uzantısı olarak basın özgürlüğüne karşı adım atmış olması çok yadırgatıcı, bir taraftan da endişe verici. Çünkü sansür bugünle sınırlı kalan bir davranış biçimi değil.
Ama unutmamak lazım ki bugün yaşanan savaş sosyal medyanın da etkisiyle örneği daha önce hiç olmamış bir biçimde yaşanıyor."
Kıraç: Propaganda ve gerçeklik
Fatma Yörür daha sonra Nimet Kıraç’a söz verdi. Öncesinde ise Kıraç’ın Rusya ve Ukrayna’daki haber takiplerini hatırlatarak "Bu iki ülkenin insanları medya kuruluşları kapatılırken nasıl ve nereden haber alıyorlar" diye sordu:
"Moskova Af Örgütü’yle röportaj yapan son gazetecilerden birisiyim. Çünkü Af Örgütü’nün kapısına yaklaşık 2 hafta önce kilit vuruldu. Bunun sebebi olarak da bir belge eksikliği gösterildi. Ancak neden kapatıldıklarına dair Adalet Bakanlığından hala bir yanıt alamadılar.
Ben de oraya gidip son röportajlardan birisini yapmış oldum. Moskova ofisinin direktörü Natalia Zviagina konuşurken Af Örgütü’nün dünyanın hiçbir yerinde sevilmediğini söyledi. Doğru, ABD hükümeti de Af Örgütünü sevmiyor. Af Örgütü nereye gitse insan haklarından yana tavır alan, eleştiren bir kurum olduğu için hoşlanılmıyor. Ama Rusya’da farklı yapılan şey kurumun kapatılıyor olmasıydı.
ABD ya da Batı ekolleri farklı bir açıdan bakmaya çalışıyorlar ama Rusya’da ‘hoşumuza gitmedi’ diyerek üstüne perde çekmek gibi bir yöntem izliyor.
Medyaya gelinceyse AB’nin yaptığı şey bu noktada Rus medyasını damgalamak ya da karartmak oldu. Rusya’nın Af Örgütü’ne yaptığından çok da farklı değil bu.
Ayrıca Moskova’daki bir anımı daha anlatayım. İlk akşam otelin lobisinde devlet kanalı açıktı ve Mariupol’den canlı bağlantı vardı. O gün Mariupol’ün alındığı günmüş Rusya nezdinde. Kutlamalar, sahadan bayrak sallamalar, kamuflajla zıplamalar falan…
Sonradan öğrendim ki stüdyoda sunucu olan kadının adı Olga Skabeeva imiş. Çok da meşhur bir yüzüymüş Rusya propagandasının. Kadın mutlu, saha mutlu. Ama diğer tarafta Mariupol abuka altında. Günlerdir erişilemiyor. İnsanlar elektriksiz, susuz yaşıyorlar. Ciddi insan hakları ihlalleri kaydediyor orada bulunan az gazeteci. İşte bu şekilde. Bir taraf zafer olarak adlandırırken diğer taraf sürünüyor olabiliyor. Rusya’da bunun temsili bugün böyle.
Onun haricinde ‘İnsanlar nasıl bilgi alıyor’ dersek Rusya’da ve Ukrayna’da insanlar çılgınlar gibi Telegram kullanıyorlar. Whatsapp kullanmayı çok tercih etmiyorlar. Haber merkezleri haber ağlarını Telegram üzerinden şekillendirmiş durumdalar."
Bektaş: Sansür internetin olmadığı yerde anlam taşıyor
Fatma Yörür daha sonra Ümit Bektaş’a sahayı sordu. “Sansür veya kapatmalar, sahada Rusyalı ya da batılı gazeteci diye ayırmadan beraber çalıştığın meslektaşlarını, sahadaki gazetecileri nasıl etkiliyor?” dedi. Bektaş şöyle yanıtladı:
"Bir Rus’un gelip Ukrayna’da gazetecilik yapması, çalışması pratikte çok mümkün değil. Keza bir ajans da Rus bir muhabir göndermiş Ukrayna’ya. Şimdi o gazeteci gidecek profesyonel olmayan milliyetçi Ukraynalı bir milise Rusya pasaportunu verecek. Akreditasyon kartı var ama büyük tehlike.
Alandaki diğer gazeteciler arkadaşı oradan, üstelik bir Rusya firmasına çalışmamasına rağmen uzaklaştırmak zorunda kaldı. Çünkü onla birlikte çalışan muhabirler ve kameramanlar çalışmak istemediler. Çünkü çok tehlikeli. Dolayısıyla bir Rus’un varlığıyla orada bulunması büyük hayal olur.
Bunun bir başka boyutu iliştirilmiş gazetecilik. Ben ABD’nin Irak’ı işgalini iliştirilmiş bir gazeteci olarak izledim. Zamanında çok eleştirilmişti. Ben Kuveyt’ten ABD askerleriyle birlikte Irak’a girerken Bağdat’takiler ABD’lilerin gelişiyle ilgili bir şey bilmiyorlardı. İzleyemediler, göremediler. Çünkü hareket kabiliyetleri kısıtlıydı. Savaş dönemlerinde yaşanan şeyler bunlar. Üzücü bir şey ama kaçınılmaz.
Sansür her zaman her yerde bir şekilde vardı. Ama bence günümüzde çok şanslıyız. Sosyal medya var, internet var. Engellenemeyen şeyler var ve enformasyon bir şekilde yayılıyor. Sansür asıl insanların internete, sosyal medyaya erişimi olmayan yerlerde anlam ifade ediyor."
Panelden sonra resepsiyon
Panel "Batılı yayın kuruluşları, savaş haberlerinde gerçekten ülkelerinin dış politikası hakkında objektif kalmıyor mu?", "Genelde savaş gazeteciliği yapmayanların 'orada bulunması' ne anlama geliyor?", "Bölgede bulunmayan editörlerin kullandığı doğrulama mekanizmaları savaş haberciliğinde ne kadar etkin?", "Sosyal medya platformlarının politikaları gazetecilik için ne ifade ediyor?" gibi konuların tartışılmasıyla devam etti. Panelden sonra da 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü resepsiyonu düzenlendi.
Paneli şuradan izleyebilirsiniz:
(HA)