Enflasyon, aslında Türkiye’nin yabancı olmadığı bir konu. Cumhuriyet tarihi boyunca her dönemin en çok konuşulanı. Krizler ülkesinde zengininden, orta sınıfına ve yoksuluna kadar tüm kesimleri daha da fakirleştiren bir olgu.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) dün açıkladığı veriler de bu noktada pek iç açıcı gelmedi. Çünkü 2001 krizinden bu yana açıklananın en yükseğiydi: Yüzde 61,14. Buna karşılık bağımsız enflasyon hesaplaması yapan Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) da yıllık enflasyonun yüzde 142,63 olduğunu söyledi.
Enflasyon gün boyu gazetelerde, TV programlarında, sokakta, markette, pazarda en çok konuşulan konuydu. Peki krizin ve enflasyonist ortamın içinde olan bizler enflasyon tanımlamasını ne kadar iyi biliyoruz?
Sorunun cevabı Binnur Berberoğlu, Bülent Danışoğlu ve Kudret Emiroğlu’nun birlikte kaleme aldığı ‘Ekonomi Sözlüğü’nden:
Enflasyon
Fiyatlar genel düzeyinde hissedilir ölçüde ve süreklilik taşıyan yükseliş demektir. Mevsimli ya da arızi fiyat yükselişleri enflasyon anlamına gelmediğinden, bu etkilerden bağımsız bir dönemin esas alınması gerekir. Enflasyon bazı fiyatların değil, genel olarak fiyat düzeyinin artması anlamına geldiğinden fiyat endeksleriyle ölçülebilir. Genellikle toptan eşya fiyat endeksi (TEFE) ve tüketici fiyat endeksi (TÜFE) kullanılır.
Enflasyonun nedenleri üzerine çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Bunlar talep enflasyonu ve arz enflasyonu şeklinde gruplandırılabilir.
Talep enflasyonu, cari fiyatlarla toplam talebin toplam mal ve hizmet arzını aşması nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Klasik iktisatçılar bu durumu miktar teorisi çerçevesinde açıklarlar. Miktar teorisine göre paranın devir hızı sabittir ve para arzındaki artışlar toplam talepte aynı oranda artışa yol açar. Para arzındaki artış önemli boyutta ve sürekli olursa fiyat artışları da aynı nitelikte olur. Bu koşullar altında ortaya çıkan enflasyonu durdurmak, para arzını kontrol altında tutan para otoritelerinin elindedir.
Klasiklerden bu yana miktar teorisi de değiştirilmiştir. Modern miktar teorisine göre, kısa dönemde fiyatların gelecekteki seyri ile ilgili beklentiler ve cari üretim seviyesinin beklenen üretim seviyesine göre farklılıkları, piyasadaki para miktarının yanı sıra enflasyon üzerinde etkilidir. Uzun dönemde genel fiyat seviyesini belirleyen temel unsur piyasadaki para miktarı olacaktır.
Keynesyen görüşlere göre enflasyonu asıl belirleyen para arzı değil, gelir ve harcama akımlarının arasındaki farktır. Reel harcamaların tam istihdamdaki gelir düzeyini aşması enflasyona neden olur.
Fiyatların belirlenmesinde talep değil maliyet temel öğe olduğunda, arz ya da maliyet enflasyonu söz konusu olur. Tem rekabet koşullarında talebin fiyat üzerinde belirleyici olduğu varsayılır. Bu nedenle arz enflasyonu olabilmesi için ekonomideki piyasaların önemli bölümünde eksik rekabet olması gerekmektedir.
Arz enflasyonu dendiğinde genellikle ücretlerden kaynaklanan enflasyon kastedilir. Eğer işgücü örgütlenerek pazarlık gücünü arttırır ve piyasa koşullarının gerektirdiğinden fazla ücret artışı sağlarsa, mal ve hizmet fiyatlarının artışına, dolayısıyla enflasyona neden olur. Ücretler talep fazlasına bağlı olarak artarsa sorun yaratmaz ancak piyasadan, bağımsız, sendikal mücadeleden kaynaklanan artışlar enflasyonisttir.
Arz enflasyonun ücretlerden değil de kârlardan kaynaklanması düşük olasılıktır. Bu durum ancak eksik rekabet piyasalarında olabilir, ancak eksik rekabette kâr oranları zaten yüksek olduğundan, zaman içinde sürekli yükselmesi için bir neden yoktur.
Enflasyonun nereden kaynaklandığı saptanması, anti-enflasyonist önlemlerin seçimi açısından önem taşımaktadır. Talep enflasyonun karşı para ve maliye politikaları uygularken, arz enflasyonunda kullanılması büyük işsizlik artışlarına yol açabilir. Talep enflasyonunda, toplam talep azaltılarak enflasyon durdurulurken, arz enflasyonunda işsizliğin sendikaları ücret artışından vazgeçmeye razı edecek kadar yükseltilmesi gerekecektir.
Anti-enflasyonist politikalar her zaman düşük gelirli kesimler üzerinde olumsuz etki yaratmaktadır. Enflasyonu düşürmek için ya bu grupların geliri daha da azaltılarak talep kısılmakta, ya da yine bu grupların önemli bölümü işsiz bırakılmaktadır.
Buna karşılık enflasyonist ortamlar da düşük gelir gruplarının aleyhinedir. Enflasyon hızlandıkça sabit gelirlilerin gerçek gelirleri azalmakta, gelir dağılımı daha da bozulmaktadır. Ayrıca geleceğin belirsizliği nedeniyle yatırım eğilimi düşmekte, yeni istihdam olanakları yaratılamamaktadır.
Enflasyon yurtiçi malların fiyatını yükselttiğinden nispi olarak ucuzlayan dış malların ithal eğilimini artırmakta ve ihracatı güçleştirmektedir. Bunun sonucu dış ticaret açığının artması, döviz fiyatının yükselmesi, yatırım ve ara malı ithalinin zorlaşmasıdır.
Enflasyon gelir dağıtımını bozduğundan ilk aşamada toplumdaki toplam tasarruflar artar. Ancak zamanla düşük gelirlilerin tasarruf olanağı tamamen yok olup eksi tasarrufa geçerler. Üst gelir gruplarının tasarrufu da yatırım ortamının belirsizliğinden, daha çok gayrimenkul, altın, döviz gibi spekülatif alanlara kayar, yatırımlara yönelmez.
Enflasyon endeksi
Bir ekonomide belirli bir dönemde fiyatlar genel düzeyindeki artışı gösteren endekstir. Dünyada genel olarak tüketici fiyat endeksi (TÜFE) enflasyon endeksi olarak kullanılır. Bunun yanı sıra farklı sektörlerdeki genel fiyat artışlarını ifade eden sektörel enflasyon endeksleri de kullanılır.
Enflasyon hedeflemesi
1990 yılında Yeni Zelanda'da başlayan enflasyon hedeflemesi merkez bankasının nihai hedefi olan fiyat istikrarının sağlanması ve sürdürülmesi amacına yönelik olarak para politikasının makul bir dönem için belirlenen sayısal bir enflasyon hedefi ya da hedef aralığına dayandırılması ve bunun kamuoyuna açıklanması şeklinde tanımlanabilen para politikası uygulamasıdır.
Bu tür bir uygulamada hedeflenen enflasyonun, beklentileri etkileyebildiği ölçüde, nominal çapa görevini üstlenmesi öngörülür. Diğer politikalardan farkı, enflasyon hedefinin net bir şekilde kamuoyuna duyurulması ve bu konu ile ilgili doğrudan sorumluluk alınmasıdır. Uygulamada, uygulayıcı kurum olarak merkez bankaları amaca yönelik bir araç bağımsızlığına kavuşmaktadırlar.
Diğer bir deyişle, merkez bankaları, kur ve faiz politikalarını enflasyonu kontrol altına almak amacı ile istedikleri biçimde kullanabilmektedirler. Bu tür uygulamalar, bir ekonomideki tüm büyüklüklerin nominal çapa özelliğini kaybetmesi sonucu bir zorunluluk olarak da ortaya çıkabilmektedir.
Bu tür bir politikanın başarısı için, güçlü ve sağlıklı bir mali yapı, enflasyon ile para politikası araçları arasında gözlenebilir ve istikrarlı bir ilişki, kredibilite, bağımsızlık ve açıklık gibi unsurlar ön koşul olarak sayılmaktadır.
Enflasyon vergisi
Kamu harcamalarının vergilerin yanı sıra para basma yoluyla finanse edilmesi durumunda tedavüldeki para hacmi genişleyerek enflasyona neden olur. Enflasyon ise mal ve hizmetlerin fiyatını artırdığından hal-kın satın alma gücünü azaltır. Bir başka ifadeyle enflasyon sonrasında enflasyon öncesine göre paranın satın alma gücü azalmış olur.
Enflasyonun reel gelirler üzerindeki bu olumsuz etkisine "enflasyon vergisi" adı verilmektedir. Gerçekten de senyoraj yoluyla devlet bir tür gizli vergi uygulamış olmaktadır.
*Senroyaj: Devletin para basma hakkını kullanarak elde ettiği gelir.
*Bülent Danışoğlu'nun bianet yazıları için tıklayın
*Kitaba katkı sunanlar: Mehmet Ali Balta, Emel Danışoğlu, Emrah Göker, Yağmur Güneş, Ali Ilıcak, S. Erdem Türközü, Ümit Uzmay, Suha Ünsal ve AltuğYalçıntaş
(HA)