Diyarbakır’da 28 Mart 2006’daki polis müdahalesinde, sekiz yaşındaki Enes Ata'nın ölümüne yol açan ve ilgili davanın delili olan gaz fişeğinin adli emanette kaybolmasına ilişkin soruşturmada savcı, zamanaşımı süresini gerekçe göstererek adli emanetteki görevli memur Ş.G. hakkında takipsizlik kararı verdi.
Ata Ailesi’nin avukatı Abdullah Zeytun, zamanaşımı kararını cezasızlık politikasının bir örneği olarak değerlendirdi. Suç tarihi belirtilmeksizin zamanaşımına karar verildiğini söyledi.
“Suç tarihini bilmiyoruz, ama savcılık olayın olduğu tarihi baz almış.
“Bir aklama çabası var. Etkin ve etkili bir soruşturma yapılmaksızın gerekçesiz bir zamanaşımı kararı.”
Gerekçe
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı Adli Emanette görevli memur Ş.G. hakkında “görevi kötüye kullanma” suçundan açılan soruşturmayı geçtiğimiz şubat ayında tamamladı.
Savcılık tarafından verilen takipsizlik kararının gerekçesinde “Şüphelinin üzerine atılı bulunan görevi kötüye kullanma suçunun 5237 sayılı TCK'nın 66/1.e maddesi gereğince 8 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu, suç karşılığı öngörülen zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşıldığından, olay ile ilgili olarak zamanaşımı nedeniyle kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına” ifadeleri yer aldı.
Elbise ve telsiz kayıtları da “kayıp”
Enes Ata'nın öldürüldüğü sırada üzerinde bulunan ve kanıt niteliğinde olan elbiseleri de Mayıs 2014’te mahkeme kararı olmaksızın polis tarafından imha edilmişti.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Dokümantasyon Merkezi Günlük İnsan Hakları Raporu’na göre, 11 Aralık 2015’teki duruşmada da mahkemenin daha önce Emniyet Müdürlüğü’nden talep ettiği olay tarihine ait telsiz kayıtlarının imha edildiği ifade edildi.
Avukatlar uyarmıştı
Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki davanın 12 Haziran 2015’teki duruşmasında, avukatlar “Sanıklar dışarıda olduğu sürece dosyada delil kalmayacaktır” diyerek sanıkların tutuklanmasını talep etmişti.
Ancak mahkeme, gaz fişeğinin kaybolmasına ilişkin ilgililer hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunulmasına karar verse de sanıkların tutuklanması talebini reddetmişti.
Ne olmuştu?
28 Mart 2006’da 14 PKK’linin Diyarbakır’daki cenaze törenine polis müdahale etti, çatışma çıktı.
AİHM kararında anlatıldığı üzere, cenazeye katılan Mahsun Mızrak başına isabet eden biber gazı kapsülü ile ağır yaralandı ve hayatını kaybetti. Aynı polis saldırısında, 8 yaşındaki Enes Ata da yine biber gazı kapsülü ile vurularak öldürüldü.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı Mızrak ve Ata’nın ölümüyle ilgili soruşturma başlattı ve Özel Harekât Şubesi’nde görevli polis memurları Bilal Özkara, Hayrettin Akar ve Nuri Özgenç hakkında iddianame hazırlandı.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, 2009’da üç polis hakkında “Olası kast sonucu ölüme neden olmak” suçundan ömür boyu hapis cezası istemiyle dava açtı.
Davanın yargılamasına 2010’da Diyarbakır 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlandı.
Yargılama sırasında davanın seyrini etkileyebilecek deliller birer birer kayboldu.
Mızrak'ın kafatasından çıkarılan bombaatar fişeğinin adli emanette değiştirilerek yerine av tüfeği fişeği konulduğu tespit edildi. Bununla ilgili yürütülen soruşturma devam ediyor.
Enes Ata'nın başına isabet eden gaz fişeğinin de adli emanet deposunda kaybolduğu 12 Haziran 2015'teki duruşmada anlaşıldı.
Mızrak’ın ailesinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yaptığı başvuru ise 18 Ekim 2016’da sonuçlandı.
AİHM, Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesi uyarınca “yaşam hakkının ihlal etmekten” ve “etkin soruşturma yapmamaktan” suçlu buldu.
Türkiye, Mızrak ailesine toplam 69 bin Euro maddi ve manevi tazminat ödeyecek.
Duruşma savcısı, dosya kapsamında bütün delillerin incelenmesi sonucunda Ata ve Mızrak'ın ölümlerine sebebiyet veren eylemlerin sanık polisler tarafından gerçekleştirildiğine dair her türlü şüpheden uzak ve cezalandırılmalarına yetecek derecede delil elde edilmediğini iddia ederek, polislerin beraatlarına karar verilmesini talep etmişti.
Üç polise açılan dava halen sonuçlanmış değil. (YY)