Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Grafik Tasarım Bölümünden emekli Yrd. Doç. Dr. Emre Zeytinoğlu'nun Barış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 26. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Sayın Mahkeme Başkanı, Değerli Üyeler;
Malûm ki şu anda burada bulunmamın nedeni, bu ülkede daha önceki sürece benzer bir “barış süreci”ni talep eden “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı metne, internet ortamında onay vermiş olmamdır Dolayısıyla bu metni onayladığım için, tarafınızdan bir terör örgütüne destek vermekle ve şiddeti savunmakla suçlanıyorum ve bu da beni bir sanık haline getiriyor.
Olabilir; yani bir mahkemede bir sanık konumunda olmak, benim adıma çok da yaralayıcı bir durum değildir. Demek ki bu mahkeme benim bir şeyler açıklamamı istiyor, öyleyse ben de şimdi onu yapacağım ve bu onayı internette niçin vermiş olduğumun gerekçelerini size açıkça anlatacağım.
Bunu size açıklarken, hukuki konulara değinecek değilim. Çünkü böyle bir donanımım yok. Eğer gerekirse, sayın avukatım bu konuda size bir şeyler söyleyebilir.
Ben, gerek ailemden, gerekse bu ülkede okuduğum her okuldan edindiğim eğitim sayesinde, “barış”ın tartışmasız biçimde çok değerli bir şey olduğunu ve sürekli savunulması gerektiğini öğrendim. Bu yüzden benim “barış”ı sorgulamak gibi ve ne zaman kime yararlı, ne zaman kime zararlı olabileceğini düşünmek gibi bir seçeneğim bulunmuyor. Bu, benim o metne onay vermemin, size sunabileceğim temel nedenidir.
“Barış"ın önemini ve değerini bilen ve samimiyetle savunan biri, asla “barış” perdesi altında şiddeti meşrulaştırmayı ya da şiddete destek olmayı aklından geçirmez. “Barış”ı, gelecekte kendi siyasi çıkarlarına alet etmeyi de düşünmez. Eğer böyle bir şey yaparsa, bu ahlak dışı bir davranış olur, benim saf inancım budur. Herkesin de bu inancı taşımasını dilerim.
Ömrümün yansından çoğunu üniversitelerde dersler ve konferanslar vererek, kitaplar yayınlayarak geçirdim. Sayısını hatırlayamadığım kadar çok sergi açtım ve birbirlerine zıt siyasi görüşlere sahip olan yerlerde yazılar yazdım, televizyon belgeselleri ve radyo programları yaptım. Tüm bunları yaparken şunlara dikkat ettim: Birilerinin hizmetine girmemeye, birilerinin ağzından konuşmamaya ve birilerinin birtakım basit çıkar niyetlerine alet olmamaya... Onlar kim olursa olsun, ne taraftan olursa olsun... Sadece kendi değerlerime ve bilgilerime sarıldım, onları yansıttım ve bu davaya gelinceye kadar, uygarca davranmayı bilen ve tarafsız bilgiye önem veren her kesimden kişinin onayını gördüm.
Bu anlamda da hiçbir yaptığım işte, gündelik-basit siyasetin çıkarlarına dalmadım, ideolojik kalıplara kapılıp gitmedim, siyasi ya da değil, hiçbir örgüte, kuruma, kuruluşa derneğe bağlanmadım, hiç kimseden emir almadım ve onun etkisiyle davranmadım. Böyle davrandığımı söyleyebilecek ne bir öğrencim, ne bir izleyicim, ne bir okurum, ne de bir işverenim vardır. Belki zaman zaman, bir taraftan birilerini kızdırdığım, birilerine ters düştüğüm olmuştur. Ama büyük ihtimalle, bir süre sonra bu kızgınlığı gösterenler diğer taraftan da çıkabilmiştir. Ben, "ahlak” denilen şeyi böyle anladım ve hep böyle uyguladım.
Ve o halde, yine demem odur ki: Bana yöneltilen iddialar arasında bulunan “birilerinin etkisiyle” ya da “birilerinin propagandası amacıyla” bu bildiriye onay vermiş olduğum üzerine bir suçlamayı kesinlikle kabul etmiyorum. Çünkü böyle bir şey yoktur. Hiçbir zaman da olamayacaktır. Böyle bir şevi ahlaki olarak reddederim.
Benim niyetim şuydu: Bir vatandaş olarak, görüşümü ortaya koymak… Üstelik onay verdiğim söz konusu metinde, ne bir terör örgütünün adı geçiyordu ne de şiddeti öven bir cümle vardı. İddia edildiği gibi, bana özellikle biri ya da birileri tarafından gönderilmiş değildi.
Tesadüfen internette karşıma çıkmış bir metindi… Zaten onay verdikten bir süre sonra da bu metin, Facebook’ta serbestçe dolaştı durdu ve bu konuda şimdi çok hassas davranan devlete ait hiçbir yetkili kurumun engeli ile karşılaşmadı. Benim bu metinden anladığım tek şey ise sadece ülkede “barış ortamı”nın yeniden tesis edilmesi yönündeydi.
Biraz daha net söylersem: Akademisyenliği bir yana bırakalım, bir vatandaşın, kendi devletine yaptığı bir öneri ya da ondan beklediği siyasi bir tavır, bir irade idi... Benim internette onay vermemi sağlayan şey ise, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan vatandaşların barış içinde kalmalarına, devletin de buna hassasiyet göstermesine yönelik, düşünce beyan etme hakkım idi.
Öte yandan bu beyanımı kime yöneltecektim? Elbette bu beyanı herhangi bir kuruma, bir örgüte, bir gruba, bir kişiye ya da uluslararası birtakım çevrelere yöneltecek halim yoktu. Orada burada konuşup, kendimce bildiriler sunup, sosyal medyada ileri geri bir şeyler yazıp siyaset yaptığımı sanacak halim de yoktu. Ben bunu doğrudan doğruya, verdiğim bu onay ile kendimin de mensup olduğum ve muhatap kabul ettiğim devlete yöneltmeyi tercih ettim.
Devlet burada, kendi vatandaşlarından birine değer verip onun fikrini dikkate alacağı ve anlamaya çalışacağı yerde, niçin benim bu son derece normal talebime bakarak, yani benim bu “barış" arzuma bakarak, kendisine karşı bir tavırda olduğumu ve “teröre destek" verdiğimi düşündü? Bunu da anlayabilmem ve bana bu suçlamayı yapanlar ile bir empati kurabilmem asla mümkün değildir.
İçinde bulunduğumuz koşullar altında, dünya siyasetinin barıştan çok savaşlarla yürütüldüğünü hepimiz biliyoruz. Bu sadece Türkiye’ye ait bir sorun değil, burası tamam...
Ama yine de bazı insanların, içinde “barış”a dair sürekli bir değer ve bir özlem barındırdığını ve bunun da "insanı refleksken gelen bir durum olduğunu size vurgulamak isterim. Ve bu durumun, dünya siyasetini sürdürenler tarafından olmasa bile, adalet mensupları tarafından dikkate alınacağını umarım.
Sizin beni yanlış anlamanızı istemem: Burada “metni tam okumadan onayladım” bahanesini öne sürmeyeceğim. “Metinde, hukuki açıdan bazı sakıncalı noktalan fark etmedim” gerekçesinin de arkasına sığınmayacağım. Şunu demek istiyorum: Benim bu bildiride tek odaklandığım, tüm dikkatimi topladığım yer, yani niyetim, dünya görüşümü belirleyen en yüce değer olarak kabul ettiğim “barış”tı, o kadar...
Yani benim verdiğim onayın amacı, şimdi o metinde “sakıncalı” sayılabilecek, sonradan aleyhime kullanılabilecek ve hukuki bakımdan suç teşkil ettiği öne sürülebilecek hangi noktalar ortaya konulursa konulsun, sadece mensup olduğum ve muhatap kabul ettiğim devletten siyasi bir tavır yönünde, bir “barış ortamı” talep etmek ve bunu beyan etmekti.
Hepsi buydu.
Son olarak şu noktayı da dile getirmeliyim: Tarafıma verilmiş olan bu iddianameyi anlamayı denesem de bunu başaramadığımı itiraf edeyim. Çünkü orada, benim yaptığım şeyle hiç ilgisi olmayan, hiçbir anlam veremediğim, ne olduğunu ve niçin yazıldığını çözemediğim ve bu yüzden de okumaktan son derece sıkıldığım, hangi birine ne diyeceğimi bilemediğim sayısız bölüm bulunuyor. Bunun için orada yazılanların tümüne cevap verebilecek ne gücüm ne de en ufak bir fikrim var.
Bu iddianamede anlayabildiğim, sadece birkaç satır hakkında bir şeyler söyleyebileceğim, o da şu: Söz konusu metinde, şu anda yargılanmama neden olan iki konu mevcut; bunlardan birisi “sokağa çıkma yasakları sırasında işlenen hak ihlallerinin giderilmesi” ve diğeri de “vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların tazmin edilmesi”dir. Size bir süre sonra bu iki konunun da devlet tarafından ele alındığını, sokağa çıkma yasaklarının kaldırıldığını ve dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu tarafından yapılan “vatandaşların uğradığı tüm zararların tazmin edileceği" açıklamasını da özellikle anımsatmak isterim.
Yani bu yüzden, onaylamış olduğum metinde de bir talep olarak yer alan bu iki madde, niçin hâlâ suç sayılmakta? Ve ayrıca, niçin önceki emniyet sorgumda da bu sorular bana yöneltildi? Bu da benim için belirsiz kalıyor.
Bugün, hayatımın bu noktasında, benim artık klavyenin başında anılarımı yazmam, yarım kalmış kitaplarımı ya da projelerimi tamamlamam, belki de bir romana başlamam gerekirken, "barış" adına internette verdiğim bir onay yüzünden gecelerce ağır ceza mahkemesine sunulacak bir savunma yazmaya mecbur bırakılmamı da doğrusu ironik buluyorum.
İşte yazdığım bu savunmamın başından itibaren ortaya koyduğum tüm nedenler çerçevesinde, yargılanmamı gerektirecek hiçbir neden olmadığını düşünüyorum ve beraatimi talep ediyorum.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim, söyleyebileceklerim bundan ibarettir. (EZ/TP)