İngiltereli yazar Natasha Walter, 1998’de The New Feminism (Yeni Feminizm) kitabını eşitlik mücadelesinde umut dolu bir atmosferde yazdığını söylüyor. 2009’da yazdığı Living Dolls (Canlı Oyuncak Bebekler) kitabında ise cinsiyetçiliğin geri dönüşünü anlatıyor.
“Kitap için konuştuğum genç kadınlar, cinselliğin bir beklentiye dönüştüğünü ve istemediklerinde hayır demenin çok zor olduğunu söyledi. İstediğimiz ve uğruna mücadele ettiğimiz özgürlük, kadınlara belirli bir şekilde davranmaları yönünde bir baskı mekanizmasına dönüşmüş durumda” diyor.
Walter, feminist bir yazar ve insan hakları savunucusu. Cambridge Üniversitesi’nde İngilizce bölümünü bitirdikten sonra Harvard Üniversitesi’nde okudu. 20 yıl boyunca Guardian, Observer, Independent gibi kuruluşlarda gazeteci olarak çalıştı. The New Feminism ve Living Dolls kitablarının yanısıra, 2015’te yayınlanan A Quiet Life adlı bir de romanı var. Halen çeşitli gazetelerde makaleleri yayınlanıyor.
Walter aynı zamanda Women for Refugee Women (Mülteci Kadınlar için Kadınlar) örgütünün de kurucusu. “Feministler olarak farklı arkaplanlara sahip kadınlarla çalışma, dayanışma gibi bir görevimiz olduğunu düşünüyorum” diyor.
Natasha Walter ile “Savunucu Kimdir?” konferansı için geldiği İstanbul’da buluştuk.
The New Feminism kitabını 1998’de yazmışsınız. Living Dolls ise bundan 11 yıl sonra, 2009’da çıkmış. Bu iki kitap arasındaki zamanda nasıl bir değişim yaşandı?
New Feminism kitabını yazdığımda İngiltere özel bir dönemden geçiyordu. Sol bir hükümetimiz olmuştu, mecliste daha fazla kadın vardı. Bu kitap da mücadeleyi devam ettirmek üzerindeydi, iyimser bir kitaptı.
Living Dolls'u ise daha problemli bir dönemde yazdım. Eşitliğin neden bizim beklediğimiz/öngördüğümüz şekilde ilerlemediğini sorguladım. Bu kitap, batıda cinselleştirilmiş kültürün yükseldiği bir dönemde yazıldı. Artık kadınlar, idealize edilen kadın figürüne uyum sağlayabilmek için çok fazla baskı hissediyorlar. Özellikle genç kadınlar, bu oyuncak bebek gibi figüre ulaşamazlarsa başarısız olacaklarını düşünüyorlar.
Bu durum sadece genç kadınlar için de geçerli değil. Masaya ne koyduğun, ne çeşit yeteneklerin olduğunu anlatsan da, bu kadınsı, seksi figüre uyumlu olup olmadığına göre değerlendiriliyorsun. Bunu ABD seçimlerinde bile gördük. Hillary Clinton uygun ve deneyimli bir adaydı ama “yaşlı bir kadın” yaklaşımıyla toplum tarafından ciddiye alınmadığı zamanlar oldu.
Batıda cinsiyetçi davranışlar sürüyor ve bu yasal bir düzenlemeyle aşabileceğimiz bir sorun değil maalesef. Bir yasa çıkarıp “kadınlar eşittir” demek değil, kültürel olarak bununla mücadele etmemiz gerekiyor.
Tüm bu beklentilere uyum gösterme çabası, feminist söylemi nasıl etkiliyor sizce?
Maalesef kadınlar bir dayanışma ağı örmek yerine, erkeklere çekici görünmek için oluşturulan bu ideallere uyum göstermeye çalışıyorlar. Bunun bizi böldüğünü ve kadınlar olarak gücümüzü azalttığını düşünüyorum.
Bu arada demeye çalıştığım şey, kadınların “feministler nasıl göründüklerini önemsemezler” şeklindeki diğer stereotipe uyması kesinlikle değil. Kadınsı olmanın zevklerini tatmalıyız ama bizi bunun tanımlamasına izin vermemeliyiz.
Kitap bu sorunun diğer insanlar tarafından da sorgulandığı bir dönemde yayınlandı. Bu sırada örgütlenmeler, örneğin EveryDaySexism gibi online örgütlenmeler de kadınların bu cinsiyetçi kültür ve cinsel taciz konusundaki deneyimlerini toplamaya başlamıştı. Bunun, insanların cinsiyetçilik konusundaki farkındalığını ve bu cinsiyetçiliğin şiddet, siyasi temsil gibi diğer kadın sorunlarıyla nasıl kesiştiği, kadınlarla ilgili beklentilerin diğer eşitsizlikleri nasıl beslediği konusunda toplumsal farkındalığı arttırdığını düşünüyorum.
Son yıllarda feminizm de bir anlamda yönünü buraya çevirdi ve “neden hala bu kadar cinsiyetçi bir kültürde yaşıyoruz” ve “gençleri nasıl eğitiriz” sorusunu irdelemeye başladı. Erkeklerin kadınlar hakkında ve kadınlar ile kız çocuklarının kendileri hakkında böyle beklentileri olmamasını nasıl sağlarız? Nasıl daha özgür ve eşit bir kültür yaratabiliriz?
Living Dolls için birçok röportaj yapmışsınız. Bir anlamda bir araştırmacı gazetecilik çalışması da diyebiliriz.
Evet, kitabın ilk bölümü cinsiyetçilik üzerine ve dolayısıyla genç kadınlarla deneyimlerini konuşmak istedim. Cinsiyetçiliğin yeni nesilleri nasıl etkilediğini görmek istedim.
Kitabın ikinci bölümü ise biyolojik determinizm üzerine, yani beyinlerimizin farklı işlemesinden bahsediyorum. Kadınların güce bu kadar bağlı olmamalarının ya da erkeklerin kadınlar kadar empatik olmamasının biyolojik bir sebebi var mı? Bunun arkasındaki bilime bakmaya çalıştım. Bazı nörologlar ve bilim insanları bana çok yardımcı oldu çünkü bu benim uzmanlık alanım değildi.
Peki ne buldunuz?
Bunun arkasında bilimsel bir şey yok, hepsi önyargı.
Çok yaygın bir yaklaşım vardır, kızlar böyle yapar, oğlanlar böyle yapar, gibi... Bu yaklaşımın bilimsel olmadığını hatırlatmak çok önemli.
Kitap için yaptığınız röportajlarda neler duydunuz? Genç kadınlar cinsiyetçiliği nasıl deneyimliyorlar?
Living Dolls kitabına, bana mesaj yollayan genç bir kadın ilham verdi. O zaman gazetecilik yapıyordum ve pornografinin (hard core pornografiden bahsetmiyorum) bu kadar yaygın olmasını sorgulayan bir yazı yazmıştım. Ergenlik çağında genç bir kadın bana yazdığı mesajda “Bu makaleyi yazmanız beni çok mutlu etti çünkü her yerde pornografi olmasından rahatsız olan bir tek ben varım, diye düşünüyordum” dedi. Bu mesajı okuduğumda çok üzüldüm. Gençlerle konuşmaya başladım.
İkinci dalga feminizm, cinsel özgürlükleri, evlilik dışında da kadınların (isterlerse) özgürce seks yapabilmesini savunuyordu.
Genç kadınlarla konuşurken bana söyledikleri şey, bunun bir beklentiye dönüştüğü oldu; kadınların seks yapması gerektiğine dair bir beklenti. Ayrıca istemediklerinde hayır demenin kolay olmadığını söylediler.
Bir feminist olarak bunu duymak çok enteresandı. Feminizm çarpıtılmış ve kadınlara karşı kullanılıyor. İstediğimiz ve uğruna mücadele ettiğimiz özgürlük, kadınlara belirli bir şekilde davranmaları yönünde bir baskı mekanizmasına dönüşmüş. Bunu çok sorunlu buluyorum.
Sizce global bir feminist gündem var mı yoksa ülkelere göre değişiyor mu?
Tüm dünyada, kadınlar erkeklere göre daha yoksul, kadınların erkeklere göre daha az siyasi gücü var, şiddet mağduru kadınlar güvenlik ve adalete ulaşmakta zorluk yaşıyorlar. Bazen bazı ülkelerde bazı meseleler öne çıkıyor, bazı kültürlerde bu meselelerden bazılarını konuşmak daha zor olabiliyor. Ama bu üç madde kadınları ortaklaştırıyor: ücret eşitsizliği, siyasi temsil ve kadına şiddet.
Farklı ülkelerde ortak gündemlerimiz olduğunu ve hiçbirimizin halinden memnun olmadığını düşünüyorum. Çünkü her zaman bir geriye gidiş ihtimali söz konusu. ABD seçimleri de bize bunu gösterdi.
Evet, hatta kadın ve LGBTİ haklarında geri gidiş global bir trende dönüştü gibi görünüyor. Neden sizce?
Patriyarkal yapıların ağırlıklı olduğu otoriter hükümetlerin yükselişiyle ilgili bir durum. İnsanlar endişeli ve öfkeli. Eski patriyarkal düzen ise insanlara belki de bir çeşit güvence sunuyormuş gibi gözüküyor.
ABD’de insanların otoriter bir figür olan Trump’ta gördükleri şey, ülkeyi -bir şekilde- koruyacak olması. İnsanlar sınırlarının ya da geçimlerinin tehlikede olduğu kaygısı yaşadıklarında, eski patriyarkal hükümetlere geri dönüş oluyor.
Bu çok endişe verici. Feministler olarak buna karşı dikkatli olmamız gerekiyor. Tabii, hadi şunu yapalım gibi hazır bir plan öneremiyorum. Tek söyleyebileceğim bölünmememiz gerekiyor.
Kafamı kurcalayan bir konuda sizin görüşünüzü merak ediyorum; sizce feminist hareket ve kadın hareketi farklı şeyler mi?
Enteresan ve beni de düşündüren bir soru. 21 Ocak’ta Kadın Yürüyüşü için Londra’da biraraya geldiğimizde -ki çok güzel bir gündü, binlerce insan sokaktaydı- feminist bir arkadaşım Facebook’ta şunu yazdı: “Kadın Yürüyüşünde feminist hiçbir şey yok”. Bu görüşte birçok insan vardı; erkekler de yürüyüşteydi, katılım için radikal feminist kriterler belirlenmemişti. Eşitlikten yana olmak, katılım için yeterliydi.
Açıkçası bu görüşe katılmıyorum. Bu kusursuz feminizm olmayabilir, bunu söyleyenlerin feminizmi olmayabilir, katı bir feminizm olmayabilir ama bunun benim feminizmim olduğunu düşünüyorum; gerçekten kucaklayıcı, karanlık zamanlarda bile umut dolu, mümkün olduğunca çok ve farklı kadının konuştuğu, ayrıca bir gündemi olan bir yürüyüştü. Kadınlar ücret eşitsizliği, siyasi temsil, mülteciler, eviçi şiddet gibi konuları dile getirdi. Benim feminizmim bu.
Sorunu belki şöyle cevaplayabilirim: Bir kadın hareketi var, bu hareketin bazı parçaları daha katı, bazıları değil. Ama bunun toplamına baktığımızda bence bu feminist bir hareket. Tabii bu görüşüme karşı çıkacak birçok kadın da var.
Biraz da İngiltere’den bahsetmek istiyorum. Şu anda başbakanınız bir kadın, feminist bir gündemi olmasa da. Feministlerin Theresa May’e yaklaşımları nasıl?
Feminist olmayan kadınların bu pozisyona gelmesi Margaret Thatcher’la yaşadığımız bir durum. Ancak Theresa May geçmişte feminist olduğunu beyan etmişti. Üzerinde “This is how a feminist looks like” yazılı tişörtle çekilmiş bir fotoğrafı da var. Kendisi İçişleri Bakanıyken genital sakatlanma, insan ticareti gibi kadınları ilgilendiren konularda önlemler aldı; bazı feminist tartışmalara açıktı. Ayrıca siyasi temsil ve yoksullukla ilgili feminist söylemleri de destekleyeceğini düşünüyorum. Ancak üye olduğu partinin kadınları yoksullaştıran politikaları var, şiddet karşıtı çalışmalara daha az bütçe ayırıyorlar... Bu nedenle biraz problematk bir durum.
Kadınlar arasında May’i destekleyenler de karşı çıkanlar da var. Tabii sağ görüşlü feministler var.
Bu bizim için biraz ilginç bir durum. Türkiye’de feminist olduğunu söyleyip, muhafazakar bir partide çalışamazsın.
Evet, bu feminizmin anaakımlaşmasıyla da ilgili. ABD’de de muhafazakar kadınlar eşitliği savunuyor.
Ama onlar kendilerini feminist olarak tanımlamıyorlar.
Evet, bu belki de İngiliz bir şey. Böyle olunca da insanlar feminist olduklarını söylüyorlar ama bu konuda bir şey yapmıyorlar.
Tabii batıdaki muhafazakar partiler din ve ahlak odaklı çalışmıyor. İngiltere’de eşcinsel evlilikleri kabul eden de muhafazakar bir hükümetti. Muhafazakarlar, küçük bir devlet ve devletin insanların hayatına karışmamasını istiyor. İnsanlar da hayatlarından memnun olduğu için umursamıyorlar.
Sanırım Türkiye’de muhafazakar parti daha çok aile, din gibi konular üzerinden oy topluyor.
Peki son soru; Araştırma kitaplarının ardından bir roman yazmışsınız. Buna nasıl karar verdiniz? Feminist bir roman mı?
Bir feminist tarafından yazıldığı için evet. Ama kitabın kahramanı feminist değil. Kitap boyunca feminizmi daha iyi anlıyor ama kendisi bir feminist değil. Aslında gerçek bir hikayeye dayanıyor. Bu hikayeyle karşılaştığımda bu konu hakkında yazmam gerektiğine karar verdim. Belki de sadece bir hikaye anlatmak istedim, bilmiyorum.
Belki de eşitsizliklerle uğraşmaktan sıkıldınız?
Karakter ve hikayenin benim kontrolümde olmasını, yaşananları doğru bir dille anlatmak istedim.
Peki bunu sevdiniz mi? Roman yazmaya devam edecek misiniz?
Vaktim olursa kesinlikle edeceğim. (ÇT)