İtiraz edilen temel noktalardan birisi de her düzeydeki yöneticilere tanınan sınırsız yetkiler.
Gelin size bununla ilgili güncel ve somut bir örneği anlatayım.
Hekimliğe ilk adım şöleni
İstanbul Tabip Odası, iki senedir İstanbuldaki tıp fakültelerinden mezun olan yeni hekimlere topluca hekimlik andı içiriyor ve aramıza hoş geldin diyor. Bir de sembolik bir belge veriyor.
"Hekimliğe ilk adım şöleni" adı verilen bu etkinliğin benzeri 12 Eylül öncesinde her tıp fakültesinin kendi bünyesinde ve mutlaka Tabip Odasının katılımıyla yapılırdı. Ben de mezuniyet belgemi böyle bir törenle almıştım.
Doğrusu da budur. Çünkü hekimlere tıp bilgisini tıp fakülteleri verir ama onların hekimliğini tescil etmeye yetkili kurum tabip odalarıdır. Avukatların adının Baro Levhasına asılması gibi bir tür onaydır. Belge "Bu şehirde hekimlik yapabilirsin" anlamına bir izindir.
Dolayısıyla odanın yaptığı etkinlik gerçekten "hekimliğe ilk adımdır"...
Artık resmi tören
Son 5-6 yıldır kentimizin iki en eski tıp fakültesinde, Çapa(İstanbul) ve Cerrahpaşa Tıp Fakültelerinde böyle mezuniyet törenleri yapılmıyor.
Çünkü bu fakültelerin bağlı olduğu İstanbul Üniversitesinde Rektör aldığı bir kararla üniversitenin tüm fakültelerinden mezun olanlar için aynı günde Hipodromda bir toplu ve Resmi tören düzenliyor.
Üstelik de katılım emirle ve zorunlu.
Törenin hipodromda yapılması yeni mezunlara bazı çağrışımlar yapıyor. Bunu ifade ediyorlar ve aslında çok alınıyorlar. Onlara göre ilk okuldan başlayarak süren bir yarış atı olma halinin son noktası bu tören. Yarış atlarının en sonunda gideceği yer de hipodromdur diye düşünüyorlar. Bir tür onaylama yani...
Diğer yandan neredeyse tam gün süren bu resmi/zorunlu tören sırasında üniversiteden her yıl mezun olan beş altı bin öğrenci ve onları diploma töreninde görmek isteyen yakınları için tam bir eziyet yaşıyorlar. İnsanca da değil dolayısıyla. Her yıl bayılan ayılan çocuklar ya da velileri gazete manşetlerine geçiyor.
Bir de törenin görüntüsü var tabii. Bir askeri düzen içinde ve düzenin otoritesini son bir kez daha hissettirmenin aracı olarak kullanılıyor. Bir dönem diploma almaya gelenlerin başlarının açtırılması da özellikle hedeflenen konulardan birisiydi. Ne kadar Atatürkçü ve Laik olduğunu kanıtlamak, bu yolla yerini sağlamlaştırmak isteyenlerin yaptığı gibi.
Ve Tabip odası törenleri
Tabip odasının geçen yıl yaptığı ilk şöleni Harbiye Cemal Reşit Rey Konser salonunda olmuştu. 300e yakın öğrenciyle bir o kadar velinin katıldığı tören yine de coşkusu ve sıkıyönetimden muaf hatta biraz da eğlenceli yanlarıyla belleklerde yer etti.
Tabip Odası bu yıl şöleni biraz uzak ama daha güzel bir yerde gerçekleştirdi: Yeşilköydeki Mydonose Showland.
Bir anlamda onlar da Modaya uyarak etkinliği başta Turkcell ve Ülker olmak üzere özel bazı kuruluşların sponsorluğunda gerçekleştirdiler. Gösteri yerinde sahneye asılı bez pankartın üzerinde odanın adıyla aynı büyüklükteki TURKCELL yazısı benim gibi bazılarını biraz rahatsız etse de kabul ettik.
Armudun sapı, üzümün çöpü var dersek aç kalırız. (Yine de sapın biraz büyük olduğu kabul edilmeli.) Böyle bir etkinliğin maliyetinin yüksekliğinin bunu zorunlu kıldığını biliyorum. Ama şölen başıyla, sonuyla güzeldi.
Öğretim üyeleri katılmadı
Yeni mezunların ve ailelerinin, bu arada da oda yöneticileri ile şölene katılan biz oda aktivistlerinin sevincini gölgeleyen yan ise şölene çocukları yetiştiren öğretim üyelerinin katılımının azlığıydı.
İstanbul Üniversitesi'ne bağlı iki tıp fakültesinden mezun olan yaklaşık beş altı yüz öğrenci ve binden fazla yakını salondaydı ama öğretim üyelerinin sayısı 20-30'u geçmiyordu.
Neden olarak oda genel sekreteri kürsüden Rektörün öğretim üyelerine özel bir! emir yollayarak katılmayın ha! dediğini söyledi.
Rektör de hekim...
Rektör de bir hekim aslında. Yıl içinde kendisi hakkında bilimsel hırsızlık yaptığı iddiasıyla mesleki soruşturma açan tabip odasına bir anlamda küserek istifa etse de halen bir hekim.
Benzer uyarıyı geçen yıl da yaptığı söylenmişti. O toplantıya da az sayıda öğretim üyesi katılmıştı. Ama bu kez geçen yıldan da azdı katılım.
Eğer bu emir doğruysa -ki mevcut sistem buna olanak tanıyor- her şeyden önce mesleki etik kurallara ve deontolojiye aykırı bir tutum oluşturuyor.
Bir de öğretim üyelerinin yetiştirdikleri çocukların hekimliğinin tescilinde yer almayarak aslında onların hekim olmaya layık olmadıklarını söylemiş olmuyorlar mı sorusu akla geliyor.
Beyaz önlükle Saylan
Son toplantının ilginç bir yanı daha vardı. Önceki yıllarda üniversitenin genel mezuniyet törenlerine de katılan ve şu anda emekli bir öğretim üyesi olarak YÖK Yönetim Kurulunda bulunan Prof. Dr. Türkân Saylan da bu şölene katıldı ve hekimlere tüm resmi sıfatlarını bir yana koyarak sırtına giydiği beyaz önlükle bir hekim ablaları olarak konuştu. Bu da gelinen noktada anlamlı bir tutumdu aslında. Tabii söyledikleri de...
Durum ve sonuç şu: "Demek üniversitede hocalar rektörün sözünden çıkmıyorlar, çıkamıyorlar.
Çünkü korku dağları bekliyor. Çünkü öğretim üyelerinin ve kürsülerinin her türden gereksinimi rektörün iki dudağı arasında. Para ve yetki rektörün elinde çünkü.
Çünkü onun suyuna gitmek gerekiyor, her anlamda nemaya katılım için...
Başka bir deyişle her şey maddiyat ve çıkara dayanıyor çünkü.
Peki böyle davrananlar kimler? Öğretim üyeleri...
Öğretim üyeliği sıradan bir memurluk mu? Hayır!... O zaman bu konuda "emirin demiri kesmesi söz konusu olamaz. Öyle mi acaba!
Neden ne o zaman?
İki fakültede her halde 1500-2000 kadar öğretim üyesi var... Onlar ya öğretim üyeliğinin ne olduğunu bilmiyorlar, ya da geçen 20 yıl öğretim üyeliği olgusunu tümüyle değiştirmiş.
Peki öğretim üyeliği ne?
Öğretim üyeliği yalnız bildiğini gördüğünü anlatmak, aktarmak değil. Bilimsel çalışma yapmak da yeterli değildir öğretim üyeliği için... Öğretim üyeliği aynı zamanda örnek olmayı da gerektirir bana göre...
Doğru tutum ve davranış içinde olmak, insana, emeğe değer vermek, yanlışların karşısında, doğruların yanında olmak, haksızlıklara "dur" diyebilmek de gerekir. Ama böyle değil artık... Öğretim üyeliği emir eri olma düzeyine indirgenmiş ne yazık ki...
Neden ve nasıl? Tek sözcükle YÖK sayesinde...
İşte size YÖKün değişmesi için çok içerden, çok somut, çok az politika içeren bir neden...
Bence hem hekimlik onuru, hem de öğretim üyeliğinin gerekleri iki elleri kanda da olsa bu toplantıya katılmalarını gerektirirdi. Geçerli nedeni olmadan sadece emir nedeniyle etkinliğe katılmayan öğretim üyelerinin çok ayıp ettiklerini düşünüyorum.
YÖKü değiştirmek yetmez!
Bunu her şeyden önce 6 yıl eğitim verip yetiştirdikleri o çocuklar da hak etmiyorlar bence...
Ne yapmalı o zaman?
Yalnız YÖKü değiştirmek yetmez. Yasalar uygulayanlarla varolur. Bu kafayı değiştirmek gerekir. Bunu da eğiterek ve somut olaylarda doğruları göstererek yapmak gerekir.
Şimdi eğer bu direktif doğruysa ve herhangi bir biçimde ispatlanabilirse, önce toplantıyı düzenleyen tabip odası sonra da üniversitenin senatosu ya da daha üst kurulları bu olayla ilgili olarak mesleki ve etik yönden emri verenler ve uygulayanlar için soruşturma açmalı...
Dediğim gibi eğer emrin verildiği doğruysa bu emir kural dışı ve keyfi bir emirdir. Emri veren de, kurallara uygun olmayan emirlere uyanlar da bu anlamda kusurludurlar.
Bir yaptırım söz konusu olmasa bile, bunun "kusur"lu bir davranış olduğu ortaya konulmalıdır. Konulmalı ki bir daha bu tür işler yapılmasın... (MS/NM)