24 Haziran seçimlerine iki günden daha az bir vakit kala partiler çalışmalarına son hız devam ediyor. Evde, işte, sokakta nereye dönseniz bir seçim çalışmasına şahit olabilirsiniz. Stant çalışmaları, arabaların üzerindeki dev hoparlörlerle yayın yapılması, meydanlara büyük televizyonlar kurulması, sokaklara pankart ve afişlerin asılması, mitingler, esnaf ve mahalle ziyaretleri… Yüzünüzü nereye dönerseniz, orada hummalı bir çalışma görmeniz mümkün.
Sabahın erken saatini ve serin havayı fırsat bilerek düştük yollara. Amacımız partilerin seçim çalışmalarına tanıklık etmek, halkın ve esnafın sorunlarına kulak verip seçimden ve sonrasından beklentilerini dinlemekti.
Galatasaray’dan çıkıp Şişhane’de bulunan Aydınlatmacılar Çarşısı’na geldiğimizde bizi sabahın hareketliliğiyle işine sarılan esnaf ve müşterileriyle beraber, cadde boyunca asılmış parti bayrakları ve flamaları karşılıyordu. CHP, AKP ve İYİ Parti bayrakları önlü arkalı sıralanmış cadde üzerinde bulunan vatandaşa seçimin çok uzakta olmadığını haber veriyordu.
Şişhane’den Karaköy’e doğru yürüyüp tarihi Kamondo Merdivenleri’nin oradan hırdavatçılar çarşısına giriyorum. Girişte bir ayakkabı tamircisi karşılıyor beni. Kolay gelsin deyip seçimlerden bir beklentisinin olup olmadığını soruyorum işiyle ilgilenen adama.
“Kim gelirse gelsin aynı olacak”
Bir yandan elindeki ayakkabıyı tamir etmeye çalışıp bir yandan bana dert yanarcasına “Ne beklentisi”’ diyor. “Yine gelmeyecek mi bu adam? Kim gelirse gelsin aynı olacak. Değişen hiçbir şey olmayacak. Hem bu yaşımdan sonra değişse ne değişmese ne?” diyor.
Üstelemeyip kolay gelsin dileklerimi ilettikten sonra ayakkabıcıyla konuşmamı seyreden bir başka esnafın yanında alıyorum soluğu. “Sen ne düşünüyorsun?” demeden anlatmaya başlıyor bu sefer Mustafa Çakır. İlerleyen saatlerde konuşmak istediğim kişilerin aksine ismini ve görüntüsünü vermekten çekinmeyerek.
“Seçimlerden her zamanki gibi Erdoğan ve AKP galip çıkacaktır” diyor Mustafa kendisinden emin. Bu çıkarımı gibi görüşleri de çok net. “Ekonomik kriz diye bir şey yok” deyiveriyor.
“Elhamdülillah; ben daha aç olanını görmedim. Hatta açların doyurulduğunu gördüm. Erdoğan’dan önce batak bir ülkeydik. IMF’den borç almadık mı? Şimdi borç verecek duruma geldik. Avrasya Tüneli, 3. Havalimanı, 3. Köprü yani Yavuz Sultan Köprüsü, Osman Gazi Köprüsü, Kanal İstanbul Projesi. Kriz olsa bunları yapabilir miydik? İstanbul’dan çıkıp Ankara’ya 3 saatte harika yollarda gidiyorsun.
“Biz Karaköy’de iki tane reklam akrilik malzemesi satan insandık. Şimdi 8 kişi daha satıyor. 10 tane firmayız burada, bu mesleği yapan. İş yok değil, iş var ama bölünüyor. Kimse aç değil."
“OHAL kalksın ondan sonra gel”
Mustafa’nın yanından ayrılıp Hırdavatçılar Çarşısı içerisinde ilerliyorum. Bu sefer kolay gelsin dileklerim dükkân önünde Dünya Kupası’nı konuşan üç esnafa. Zaten çok geçmeden siyasete dönüyor konu. Kimse konuşmaktan yana değil. “Bunca sene konuştuk da ne oldu?” diye sinirleniyorlar.
İçeriden bir hışımla bir başkası çıkıyor, ne konuştuğumuzu merak edercesine. Kendimi tanıtıp konuşup konuşmayacağını soruyorum. “Kameraya konuşmam” diyor ama bir yandan da anlatmaktan ve hükümeti eleştirmekten vazgeçemiyor. “Bu yaştan sonra hapse mi sokacaksın beni” diye gayri ihtiyari çıkışıyor. “Seçim bitsin, OHAL kalksın odan sonra gel.”
“Konuşurum ama görüntü ve kayıt yok”
Yine hırdavatçılar çarşısında bir ara sokakta çay içen birine rastlıyorum. Gazeteci olduğumu öğrenince yine yol boyunca karşılaştığım hemen herkes gibi o da “Konuşurum ama görüntü ve kayıt yok” diyor. “Hatta ismimi de yazma.”
“Sürekli ithalat yapan, ihracatın ve tarım sanayinin olmadığı bir ülkeden ne bekleyebilirsin ki. Erdoğan’ın çevresi bence Erdoğan’a gerçekleri söylemiyor. Yoksa niye düzeltmek için uğraşmasın. Önceden daha iyiydi her şey. Ne zaman tarikatlarla, cemaatlerle yönetilen bir devlet olduk o zaman batmaya başladık.
"Fındığın yüzde 70’i Türkiye’de üretilirken, Türkiye dünyada fındık tekeliyken, bizim çiftçimiz niye para kazanamıyor. Fındığın kilosunu 8 liradan satıyor bu ülkede. Düşünebiliyor musun?”
Karaköy’den çıkıp Galata Köprüsü üstünden parti stantlarının bulunduğu Eminönü’ne yürüyoruz. Öğlen sıcağıyla birlikte stantlar ya yeni kurulmaya başlanmış ya da görevliler saatin biraz daha ilerlemesini bekliyor. İyi Parti standındaki dev ekran televizyondan yükselen Meral Akşener konuşmalarını, meydanın her noktasından duymak mümkün.
“Ben doğduğum yerde doymak istiyorum”
İYİ Parti ve CHP stantları yan yana kurulmuş vaziyette gözüme çarpıyor. Bu iki standının önünde röportaj için beklerken birisi yaklaşıyor yanıma. “Patron AKP’li olduğu için görür mörür konuşamam ama ben söyleyeyim sen yaz” diyor.
“Ben doğduğum yerde doymak istiyorum. İhtiyacım olmasa memleketimde geçim sıkıntım olmasa İstanbul’a, bu karmaşaya, bu hayat pahalılığına gelir miydim hiç?
“Daha geçen hafta 680 TL fatura ödedim. Elektrik, su, doğalgaz, telefon. Bunun neredeyse yarısı vergi. 300 TL vergi ödedim ben bu devlete.
“Randevu aldım daha geçen gün hastaneden. Anca 4 hafta sonraya gün verdi. Hani hastanelerde her şey günlük güneşlikti, eskisi gibi değildi. Artık hastaneye gidip hastanede sıra beklemiyoruz. Evde oturduğumuz yerde bekliyoruz. Bu 4 haftada bana bir şey olursa ne olacak?
“Partililer milletvekili adayları sadece seçim zamanı gelip ayaküstü uğrayıp gidiyor. Seçimler bittikten sonra seçilen seçildikten sonra bir kere uğrayan yok yanımıza. Halimizi hatırımızı sormuyorlar, sıkıntılarımızı dinlemiyorlar.
“Seçimlerde değişim bekliyorum. Değişim şart. Ben 11 yıllık AKP’liyim. Altı yıl önce bıraktım. Artık gitmesi lazım. Zamanında ya kaos ya başkanlık dediler, başkanlık geldi ama kaosta geldi. Devlet bunu kendi isteğiyle yaptı."
Polis araçları göze çarpıyor
Hararetli konuşmamız bittikten sonra etrafa daha dikkatli göz atıyorum. Meydanın hemen kenarında dizili duran biri zırhlı üç polis aracı dikkatimi çekiyor.
Mısır Çarşısı’nın yan tarafına geçip görüntü alma niyetindeyken çarşısının hemen girişindeki AKP ve MHP’nin stantlarına gözüm takılıyor. Stantlar henüz kurulmamış.
Benimle birlikte birkaç gazeteci daha orada, görüntü alma niyetinde. Simitçiye yaklaşıp HDP’nin standını soruyorum. “Camiinin arkasında” cevabını aldıktan sonra standın bulunduğu bölgeye gitsem de ağaçlar arasında asılı parti bayrakları dışında bir şey bulamıyorum.
İstiklal'de fotoğraf çekmek yasak!
İstiklal Caddesi'ne çıkıyorum. Vatan Partisi standına kadar seçim açısından ortalık sakin. Öyleki seçim afişi, bayrak dahi göze çarpmıyor. Ta ki Galatasaray Meydanına yaklaşırken Vatan Partisi'nin genel merkezinin olduğu kısma kadar. Fotoğraf çekmeye başlıyorum. Bulabilirsem Vatan Partililerden de görüş alacağım. Bir polis bitiveriyor yanımda.
"İstiklal Caddesi boyunca fotoğraf çekimi izne tabii, izniniz var mı" diye soruyor.
İznim yok, zaten İstiklal Caddesi İstanbul'un en işlek, turistik, kalabalık yerlerinden biri. herkes fotoğraf çekiyor.
Kimliğimi soruyor. Gazeteci kimliğimi uzatıyorum. İki sivil polise sesleniyor. Şimdi üç polis var karşımda. Kimliğin fotoğrafını çekmek istiyorlar. Kimliğimin fotoğrafını ne yapacaklarını soruyorum. Amirlerine yollayacaklarmış.
İzin vermiyorum. Bir süre tartışıyoruz. İstek saçma, çok ısrarcı olamıyorlar ama fotoğraf çekmeye devam etmeme de izin vermiyorlar.
Kulağımda “OHAL kalksın ondan sonra gel” cümlesiyle yürümeye devam ediyorum. (HA)