Biz apolitik bir aileydik. Babam her şeyin farkına çok geç vardı. Kazım'ı kaybettikten sonra, insanlar bizimle konuşmak istedikçe, konuştukça Kazım'ın doğru şeyler yapmış olduğunu düşünmeye başladı.
Ağabeyimin de, benim de solda politik olarak yer almamız Kazım'ın olayından sonradır. Biz Sivas'ın Şarkışla Gülören köyündeniz. Kazım da köyde doğdu. İsmi Kazım'dır, Sinan ismini Dev-Genç'li olunca almış. Biz onu Kazım diye biliriz.
Korlu tandıra düştü
Kazım'ı anacığı acılarla dünyaya getirdi. Bir buçuk yaşındayken içi korlu tandıra düştüğünde 90 yaşındaki ninem onu kurtaramadı. İmdat çığlıkları arasında ateşin içinden çıkarıldı.
Ben o sırada köyde değildim. Geldiğimde cenaze hazırlıklarını yapıyorlardı ki, sıhhiyede görevli askerlerden biri durumu fark edip çocuğa su veriyor. Bu sayede yaşama dönen Kazım'ın sağ kolu ve yanağı yanıktı.
Annemiz Fatma hastalandığında Kazım iki yaşındaydı, annemizi kaybettiğimizde de dokuz yaşında. Biz üç kardeştik, ağabeyimi de 1996'da kaybettik. Babamız daha sonra yeniden evlendi.
İlkokul köylerde, lise Ankara'da
İlkokul üçüncü sınıfa kadar köyümüzde okudu, dördü Sarıkaya köyünde, beşi de Ortaköy nahiyesinde. Ortaokulu Sivas'ta okurken çektiği acılar bugün gibi aklımda.
Tarımla uğraşıyorduk, Kazım da ilk ve ortaokul yıllarında köye geldiğinde tarlada çalışırdı. Aldığımız kredileri geri ödeyemeyince 600 dönüm araziyi elden çıkarmak zorunda kaldık. 1961 Martında babamla ikimiz köyü terk ettik.
Ağabeyim askerde idi, Kazım da okula gidiyordu. Önce babamla Mersin'de tarım işçiliği yaptık. Mayısta Ankara'ya geldik. İnşaatlarda çalıştık. Kapıcılık, odacılık gibi geri hizmetlerde çalıştık. Babam 1965'te TRT'ye girdi ve 1983'te de TRT'den emekli oldu.
Ağabeyim askerden dönünce o da özel sektörde çalıştı. Bir şekilde kendimizi kurtarmaya çalıştık. Kazım'ın kaydını Atatürk Lisesi'ne yaptırdık. Edebiyatla, tiyatroyla çok ilgiliydi. Okulun tiyatro kolunu yönetti, sesi de çok güzeldi.
Okuyan bir Kazım
Kazım Ankara Hukuk Fakültesini kazandı ama bir yıl okuduktan sonra ayrıldı, Sosyal Hizmetler Akademisi'ne geçti. 12 Mart darbesiyle kaçak duruma düştüğünde ikinci sınıftaydı Akademi'de.
Kazım dışında ailemizde okuyan yoktu. 1960'lı yıllarda geçim imkanı kalmayan çoğu ailenin yaptığı gibi biz de Kazım'ı okutmaya çalıştık.
1960'ların sonlarına doğru Türkiye'deki üniversite gençliği bizim konumumuzdaki ailelerin çocukları idi, taşradan geliyorlardı. Ailelerin zorluklarını gören gençler hızlıca eylemlere katılıyorlardı. Kazım da o yıllarda çalıştığımız yerlerde bize yardım eder, bizimle beraber çalışırdı.
Üniversiteye girdiğinde artık sadece ailenin değil, toplumun acılarını da hissetmeye başlamıştı. Dönemin dünyada en hızlı örneğini taşıyan Türkiye 68 kuşağının mücadelesine katıldı.
Kendi istikbalini, ıstırap çeken halkın istikbali içinde görmeye başladı. Türkiye halkının sorunlarının dünya halklarının sorunlarından farklı olmadığının farkına varmıştı.
TRT'de spiker, Hacettepe'de amir
Okurken çalışıyordu da. 1968'de ilk TRT televizyonu başladığında köylülerin sorunlarının tartışıldığı "Köyden Kente" programının genel spikeriydi.
1969-70 yıllarında Hacettepe Hastanesi Personel idare Bölümü'nde kontrol amirliği yaptı.
Hacettepe'ye işyerinde Kazım'ı her ziyarete gittiğimde arkadaşların ilgisi çok hoşuma giderdi. İkna yeteneği olan, çevresinde çok sevilen biriydi.
Kazım ilk olarak Kıbrıs mitinglerine katıldı. Siyasi olaylara hızlı dalması Dev-Genç Genel Sekreterliğine getirilişiyledir.
Beş ay kaçaklık
Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde 1970 ilkbaharında polisle öğrenciler arasında yaşanan bir tartışmada öğrenciler polis şeflerinden birini dövüyorlar. Hacettepe'ye kaldırılan adam, ifadesinde ona ilk yumruğu atanın Sinan Kazım olduğunu söylüyor. Beş ay kaçaklığın ardından Kazım Eylül'de teslim oldu.
Bunlardan bizim aile olarak haberimiz yok tabii, öğrenciler yapıyor organizasyonu. Kazım'ın mahkemesine Prof. Muammer Aksoy tanık olarak getiriliyor. Hocanın ifadesi sayesinde Kazım tahliye oldu.
Kardeşim kendini Dev-Genç'e böyle taşıdı. Olayların içine hızlı adım atışı böyle gelişti. Bu olaylar gelişirken Kazım'la yaptığımız bir konuşmada hızlı gitmemesini söyledim.
Onun gibi kadrolara gelecekte ihtiyaç duyulacağını, harcanmaması gerektiğini anlattım ama çok kararlıydı. Düşüncesi beklemek yönünde değildi ve kimse onu ikna edemezdi.
Yengesiyle sohbetinde
1971 başında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde bir polis baskınında çok sayıda öğrenci yaralanmış ya da tutuklanmıştı. Olaydan birkaç gün sonra Kazım ile yengesi arasında bir sohbet geçmiş.
Yengesi Kazım'a "Sizin de üzerinizde silah var. Gözdağı vermek için siz de sıkın birkaç kişiye. Bir daha üzerinize gelemezler." demiş.
Kazım' yengesine yanıt vermiş: "Onlar bizi vurur ama biz onları vuramayız. Onlar emekçi, onlar emir alıyor, evlerine ekmek götürüyorlar. Biz onları vuramayız."
Benim tanıdığım kadarıyla silah sevmeyen biriydi Kazım.
1971'le birlikte Kazım'la ilişkimiz koptu.
Son görüşüm
Bir gece kaldıkları evi terk etmek zorunda kalmışlar. Dört arkadaşıyla birlikte benim kaldığım eve geldi. İrtibat için de bir adres bıraktılar. Sonra, o adrese gittim, benden şüphelendikleri için ulaşamadım.
Daha sonra, bıraktıkları ikinci adresten Selahattin Güleç'e ulaştım. Haziran ayıydı. Saat 5'te buluşmak üzere sözleştik.
Ben, dikkat çekmemek için ailemi de yanıma alarak Kazım'ı buluşma noktasına götürerek Selahattin'e teslim ettim. Bu onu son görüşümdü."
Mezarını bir ay sonra öğrendim
Kızıldere katliamını, Kazım'ın vurulduğunu basından öğrendik. Savcılıkta işlemleri tamamladıktan sonra tabutu koyduğumuz arabanın yanına geldiğimde en az 500 kişi aracın etrafında toplanmıştı. Bağrışlar, küfürler, hakaretlerle bizi protesto ediyorlardı.
Savcılıktan tedbir istedim. Bize verdikleri bekçinin yardımıyla güç bela oradan uzaklaşabildik. Kardeşimi öldükten sonra da kurşunladıklarını öğrendik. Bu nefreti anlayamadım.
Yolda uğradığımız benzincide iki kişi kendilerini Ankara'ya bırakmamızı rica ettiler. Kabul ettik. Onları da arabaya aldık.
Ankara'ya 10 km kala polis bizi çevirdi. Durumu anlatınca Emniyet müdürünün de içinde olduğu bir polis aracı bizi takibe aldı.
Mezarlığa geldiğimizde elimizden aldılar tabutu ve bizi sorguya aldılar. Ankara'da mezarlığa geldiğimizde bizi araçtan indirdiler.
Emniyet müdürü bizi sıraya dizdi ve hepimize tokat attı. Araçtaki yabancılara ise bizim aracımıza binmelerinden ötürü daha da sinirlendi ve ağır bir dayaktan geçirdi.
Cenazenin defin işleminde orada bulunmayı talep bile edemedik o durumda. Cenazenin nereye gömüldüğünden haberimiz olmadı.
Ertesi gün mezarlığa gittim ve Kazım'ın mezarını öğrenmek istedim. O zaman mezarlık müdürü olan Alişan Canpolat'ı belli ki tehdit etmişler. Bana gitmemi ve işin peşini bırakmamı söyledi. Kazım öldüğünde 23 yaşındaydı.
Ancak bir ay sonra ulaşabildik bilgilerine. (EÖ/EY/NM)