"Emek örgütlerinin ve emekten yana siyasi partilerin eksiklikleri var. Emeğe yönelik saldırıların nedenleri, bütün ülkelerde, farklı politik karar mekanizmalarına bağlanıyor. Ekonomik altyapıyla ve sistemle ilişkisi kurulmuyor. İşçiler durum değerlendirilmesinde zorlanıyor."
1 Mayıs'ın emekçiler için bugün ne anlama geldiğini, Türkiye'deki kutlamaların bölünmüşlüğünü konuştuğumuz Yılmaz, emek-sermaye çatışmasının görünür kılınması gerektiğini vurguluyor.
"2 yıl önce Reuters'ın düzenlediği bir ankette işçilere '1 Mayıs hâlâ anlamlı mı' diye soruldu. Yanıtların yüzde 80'e yakını, 'Emekle sermaye artık aynı gemide; çelişki yok. 1 Mayıs bu çelişkiyi vurgulamak içindi. Artık gerek kalmadı' diyordu."
Yılmaz: Emek-sermaye çelişkisini görünür kılmak öncelikli
" Oysa, 19. yüzyıl koşullarında sömürü devam ediyor. Asıl proleterya diyeceğimiz kesime bu anket hiç ulaşmadı. Bu görüş, işçilerin daha elit tabakası arasında, sosyal diyalog mekanizmasıyla yapay bir şekilde yerleştirilmiş durumda."
Yılmaz, bu durumun yansımasını, bütün dünyada 1 Mayıs alanlarında gözlenebildiğini söylüyor.
"İtalya'da emekçiler Berlusconi'den şikayet ediyordu; İspanya'da Aznar'dan. Türkiye'de de AKP hükümetinden. Olayın sistemle bağı koparıldıkça sınıfsal yaklaşım da terk ediliyor Bunun emek-sermaye çatışması olduğu görülmez hale geliyor."
Yılmaz'ın söz ettiği görülmezliğin en çarpıcı örneği çalışma yasaları.
"Bütün ülkelerde, aynı tarihlerde, çalışma yasası reformları yürürlüğe girdi. Çok az işçi, bu yasaların sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda değiştirildiğinin ayırdında."
Bu nedenle, 1 Mayıs'ın temel işlevi, "emek-sermaye çelişkisini yeniden görünür kılmak" olmalı Yılmaz'a göre.
"Sendikalara ve partilere bu yüzden büyük görev düşüyor. İşçiler 'bugün o koşullar yok' diyerek 1 Mayıs için 'gereksiz' diyor. Bu nedenle, 19. yüzyıl koşullarının benzerliklerini vurgulamak gerek. Yoksa, kendi kendilerine görmeleri mümkün değil."
"Bölünme sendikalar arasında rekabette düğümleniyor"
Yılmaz, Türkiye'deki bölünmüş 1 Mayıs kutlamalarını yorumlarken "Sendikalar arasındaki kutuplaşma giderek daha bariz hale geliyor" diyor.
"Aslında burada tek tek politik metinlerine baktığımızda, sendikaların normalde birbirine yakınlaştığını görüyoruz. Yoksa DİSK'in daha sola, TÜRK-İŞ'in daha sağa gittiğini değil. Politik metinlerine göre değerlendirdiğimizde, sendikaların 80'li yıllara göre birbirine daha yakın olduğunu görüyorum.
"Sorun maalesef sendikalar arası rekabette düğümleniyor. Bu rekabetin dayandığı dinamik Türkiye'de örgütlenmenin geriliği, yasal anlamda çok zor olması. Bu zorluk sendikaları, örgütsüz alanlarda örgütlenmeye odaklanmak yerine, birbirinin alanlarına göz dikme noktasına getiriyor."
Marx'ın öngördüğü "esnek üretim"
Sözünü ettiği 19. yüzyıl koşullarını şöyle açıklıyor Yılmaz:
"19.yüzyılda üretim ilişkileri Taylorist'ti. 2000'lerdeki üretim ilişkileri 'yeni Taylorizm' diye adlandırılıyor. Bu, esneklik baskısıyla, emeği koruyan kamusal devlet müdahalelerinin yok olması, emeğin son derece korumasız koşulda çalışmak durumunda bırakılması demek."
19. yüzyılda devlet yapısının liberal, bugünkü devlet yapısının yeni liberal olduğuna dikkat çeken Yılmaz, "Kapitalistler açısından asıl sürdürülebilir olan durum liberal olandır" diyor.
Ardından, Kapital'in birinci cildinden bir alıntıyla, esnek üretimin artı emeği nasıl görünmez hale getirdiğini açıklıyor:
"Eğer saat ücreti, kapitalisti günlük ya da haftalık ücreti ödemeye zorlayacak şekilde değil de, emekçiyi keyfine göre seçtiği saatlerde çalıştırarak ücret ödeyecek şekilde saptanacak olursa, o zaman kapitalist, emekçiyi saat ücretinin ya da emek ücretinin birim ölçüsünün hesaplanmasında esas olarak alınacak zamandan daha kısa süre çalıştırabilir.
"İş günü belli saati kapsar durumdan çıkar çıkmaz, karşılığı ödenen ve ödenmeyen emek arasındaki ilişki yok olur. Kapitalist şimdi artık emekçiden emekçiye kendi varlığını sürdürmek için gerekli emek zamanını bırakmaksızın, ondan belli miktarda artı emek sızdırabilir."
"Uluslararası dayanışmayı fiili olgu haline getirmek gerek"
Emek hareketinde, bütün dünyada, ortaklıklardan yola çıkmanın yararlı olabileceğini düşünüyor Yılmaz.
"Şu an tamamen sözde olan uluslararası dayanışmayı, gerçek, fiili olgu haline getirmek gerek. Kastım, uluslararası dayanışma grevleri. Bunun ağır bir bedeli olur. Hiç denenmediği için, gerçekten kolektif tarzda yapılırsa, bedel ödenmemesi mümkün olur mu, bunu daha bilmiyoruz.
"Sendikalar bundan çok ürküyorlar. Örneğin Fransız sendikalarına, en soldakilere bile uluslararası dayanışma grevlerinden söz etseniz, 'yapamayız, yaparsak sermaye kaçar' diyebiliyor.
"Halbuki burada sözünü ettiğimiz sadece Fransa'da, tek ülkede bir genel grev değil. Aynı anda dünyanın pek çok ülkesinde örgütlenebilecek bir şey. Ne zaman ki sermayeye kaçacak ülke bırakmayız, o zaman bu korku ortadan kalkar. Emek hareketlerinin içindeki milliyetçilik riskinin bertarafı da burada yatıyor." (TK)