Dışarıdaki Gazeteciler, Ahmet Şık ile Nedim Şener OdaTV davasından 2011'de tutuklandığında, "Ahmet ve Nedim'in arkadaşları (ANGA)" isimli gazeteci inisiyatifi, tutuklu meslektaşları için eylemler düzenlemeye başladı.
Şık ve Şener'in bir yıl sonra tahliye olmasıyla gazeteciler "Dışarıdaki Gazeteciler" adını aldı. OdaTV davası, KCK Basın davası ve şimdi Cumhuriyet gazetesi davasından hapiste olan meslektaşları için eylemlere devam ediyorlar.
Cumhuriyet'e yönelik ilk operasyonun yapıldığı 31 Ekim 2016'dan Cumhuriyet davasında kararın açıklandığı 25 Nisan 2018'e kadar yargılananın gazetecilik olduğunu göstermek, Cumhuriyet çalışan ve yöneticilerinin serbest bırakılmasını sağlamak için çalışıyorlardı.
İki yakada yürüyüşler düzenlediler, Çağlayan adliyesinde balon uçurdular, Silivri'ye otobüsler kaldırdılar, sosyal medya kampanyaları, basın açıklamaları yaptılar. 25 Nisan 2018 günü sekizinci duruşmada karar verildi.
TIKLAYIN - Cumhuriyet Davasında Toplam 81 yıl, 45 gün Ceza, Akın Atalay Tahliye
Henüz hüküm kesinleşmemiş olsa da iki yıllık mücadeleyi Dışarıdaki Gazeteciler'den Elif Ilgaz ve Timur Soykan ile konuştuk.
Dışarıdaki Gazeteciler kimlerden oluşuyor? Nasıl kuruldu?
Elif Ilgaz ve Timur Soykan. |
Elif Ilgaz: Dışarıdaki Gazeteciler ‘henüz’ içeri girmemiş yani demir parmaklıkların dışındaki gazetecilerden oluşuyor. Aslında kimlerden ve nasıl kurulduğunu anlatmak için 2011 yılına gazeteci Ahmet Şık’ın evinin basılıp gözaltına alındığı güne gitmek gerekiyor. Bizler, yani ana omurgayı oluşturanlar, Beşiktaş’taki eski DGM’de Ahmet’in sorgusu yapılırken, oraya destek için gelen ve sabaha kadar ‘dışarıda’ bekleyen arkadaşlarıyız.
Ahmet’in tutuklanması ardından o gün orada olanlar, bir araya gelerek böyle bir oluşuma gitme kararı aldık. Çok öfkeliydik, bir süredir gazeteciler üzerinde baskılar, sansür, otosansür, yasaklamalar artmış bunlara bir de yazdıklarından dolayı açılan davalar ve tutuklamalar eklenmişti. Yani Ahmet’in de içinde olduğu Odatv davası yargılandığı ne ilk ne de son davaydı. Ama artık bir şeyler yapmalıyız diyerek işe koyulduk. O gün aynı dosya kapsamında, yani Odatv davasından, Hrant Dink davası ile ilgili yazdıklarıyla tanıdığımız gazeteci Nedim Şener de tutuklandı. Onu da katarak “Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları” adında bir kampanya grubu oluşturduk. Karşımızda iktidarda olan AKP ve yargıyı, emniyeti ele geçirmiş ‘cemaat’ denen çok güçlü bir yapı vardı. Herkesin sessiz kaldığı, konuşmaya korktuğu o günlerde, cemaate karşı yazdıklarından dolayı tutuklanan bu arkadaşlarımız üzerinden, basın özgürlüğünün önemini, gazeteciliğin suç olmadığını anlatan ve her geçen gün sayıları artan gazeteci tutuklanmalarına dikkat çeken eylemler yaptık, davadan haberler geçerek yaşananları görünür kılmaya çalıştık.
Odatv davası ilerledikçe dönemin simge davalarından biri oldu. Hem basın özgürlüğüne müdahaleyi görünür kılması bakımdan hem de ‘cemaat’in çalışma şeklini, kumpasları gözler önüne sermesi açısından önemliydi. Uzun uzadıya anlatmayayım, bugünden bakıldığında daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum; cemaat denen o güçlü yapıya karşı cesur bir dayanışma örneği vermiş, başarılı bir kampanya yürütmüştük. Ancak Odatv davasından sonra da gazeteciler ve gazetecilik mesleği açısından sorunlar bitmedi, artarak devam etti. Biz de bu oluşumu bozmadan, ‘Dışarıdaki Gazeteciler’ adıyla devam etmeye karar verdik.
Timur Soykan: Dışarıdaki Gazeteciler, Cumhuriyet Gazetesi Davası’nda gazetecilerin tutuklanmasının ardından yeniden bir araya geldi. Temeli ise, Fetullahçı çetenin gazetecilere kumpaslar kurduğu 2010 yılının başlarına dayanıyor. O dönem Ahmet Şık, Fetullahçıların kurduğu kumpas ile tutuklanmıştı. Cumhuriyet Gazetesi de sürekli Fetullahçıların hedefiydi. Basın, ifade özgürlüğünü savunan gazeteciler, tüm bu tutuklama ve baskılara karşı sokaklara çıkmış, kampanyalar düzenlemişti. Altı yıl sonra bu kez Fetullahçılar ile yıllardır mücadele eden Ahmet Şık ve Cumhuriyet Gazetesi çalışanları FETÖ (Fetullahçı Terör Örgütü) suçlamasıyla tutuklandı.
İnsan aklıyla alay eden bu kumpasa karşı yeniden bir araya geldik. Pek çok konuda farklı düşüncelere sahip kişileriz ama ortak noktamız; mesleğimizi savunmak. Çünkü bizim mesleğimiz; insanın demokratik bir sistemde yaşaması için zorunlu olan bir hakkını temsil ediyor. Biz bunun sorumluluğunu taşıyoruz.
Bireyin yönetenlerin yaptıklarını bilme hakkı vardır. Baskı, sansür ya da çıkarları için gazeteciler susarsa halk hakikati öğrenemez. Haklarının gasp edilmesi, yolsuzluklar ya da içinde bulunduğu toplumun hali hakkında fikir sahibi olamaz. Siyasetin yalanlarla oluşturduğu yanılsama içinde hapsolur. Biz yıllardır bunu yaşıyoruz. Yıllardır ağır bir baskı altında işimizi yapmaya çalışıyoruz. Sansür ve tehditlerin zirveye ulaştığı bu dönemde sadece gazetecilerin özgürlüğünü değil, toplumun haber alma ve haber olma hakkını da savunmaya çalışıyoruz.
Dışarıdaki Gazeteciler’in nasıl bir yapısı var?
Elif Ilgaz: Dışarıdaki Gazeteciler basın özgürlüğü ve tutuklu gazeteciler için harekete geçen, kafa yoran, yürüyüşlerle, sosyal medya kampanyalarıyla ve dava takipleriyle yaşananları duyuran, görünür kılmaya çalışan bir dayanışma grubu.
Mevcut yapılara, gazeteci örgütlerine alternatif olmak amacıyla çıkmadık yola. Kurumsal yapıların harekete geçmekteki zorluklarını bildiğimizden, dinamizmi kaybetmemek için, özellikle kurumsallaşmadık. Yatay bir yapılanmamız var. Başkanımız, yöneticimiz, genel sekreterimiz yok. Farklı deneyimlerimizden aşina olduğumuz ego yarışları, iktidar hırsları da yok. Herkes eşit söz hakkına sahip. Uzun fikir tartışmaları yerine hızlı karar alan ve iş bölümüyle yapılacakları paylaşan ve harekete geçen bir yapı oluşturduk. Tamamen gönüllülük üzerinden ilerlediği için herkes zamanı, olanakları ölçüsünde katkıda bulunuyor.
Siyasi görüşlerimiz de birbirinden farklı. Yekpare bir siyasi bakış yok. Kendine sosyalistim diyen de var, Atatürkçü, liberal ya da demokratım diyen de...
Ama kağıda dökülmüş olmasa da sohbetlerimizde ortaklaştığımız bir ilkemiz var “Tarafı/görüşü, gazetecilik ilkelerine dair anlayışı ne olursa olsun, kalemini tetikçilik için kullanmamış, kumpasların maşası olmamış, gazetecilerle yan yana durmak ve/veya böyle gazetecileri savunmak.”
Bu da birlikte hareket etmek için bize yetiyor.
Nasıl tepkiler aldınız; gazetecilerden aldığınız tepkiler özellikle nasıldı?
Timur Soykan: İyi ve kötü tepkiler aldık. Eylemlerimize çok sayıda insan, sivil toplum örgütü destek oldu. Demokrasi için yürekten büyük bir özveriyle katkı sağlayan çok sayıda insan vardı. Ancak şu karşılaştırmayı yapmak gerekiyor; 2011 yılındaki kumpaslara karşı gazetecilik mücadelesi çok daha kalabalıktı. Baskının yoğun olduğu bugünlerde sayımızın azaldığını gördük. 6 yıl önce gazetecilerin eylemleri gazeteler ve televizyon haberlerinde çok daha geniş yer buluyordu. Bu dönemde ana akım medyanın suskunluğunun geldiği noktaya da şahitlik ettik.
Bu mücadelenin zorluğunu sergileyen çok olayda yaşadık. Dışarıdaki Gazeteciler, yandaş medyada manşetlerden iftiralarla tehdit edildi. İsimlerimizin yanına örgüt isimleri yazarak karalayacak kadar ahlaksızdılar. Whatsapp grubumuzu bir darbe kalkışması organizasyonu olarak gösteren manşetler attılar. Ama susturamadılar.
Elif Ilgaz: Evet ya :) Whatsapp grubumuzdaki yazışmalar emniyetin eline geçmiş, onlar da gazetecilere servis etmişler. Günlerce iktidar yanlısı gazetelerin manşetlerinden hedef gösterildik. İlk duruşmanın gerçekleşeceği 24 Temmuz için büyük hazırlık içindeydik, Cumhuriyet çalışanları, dokuz ay sonra ilk kez hakim karşısına çıkacaklardı. Geniş katılımlı, renkli bir karşılama olsun diye uğraşıyorduk. Pankartlar, balonlar, basın açıklamaları, lolipop dövizler, videolar, hashtag’ler, sloganlar...
Tüm yazışmalar bunlardan ibaretken, kaos çıkararak, darbe hazırlığında olmakla suçlandık. 24 Temmuz’da Whatsapp grubunda yazdıklarımızdan fazlasını yaptık. Bir kaos, bir kaos... O kadar olur yani... Neyse ki çökerttiler tüm planlanlarımızı :)
Şimdi gülüyoruz da, çok tatsızdı o günler. O kadar hedef gösterilince, alacaklar herhalde bizi de demeye başladık. Ama asıl utanç verici olan, bir gazetecinin, bir başka gazeteciyi hedef göstermesiydi. Tetikçilik yaptılar. Yayınlasalardı ya yazılarımızı... Yayınlamadılar. Algı oluşturup, hedefe oturttular bizi. Oysa bizim gurur duyacağımız yazışmalardı onlar. Evet meslektaşlarımızla dayanışma içindeydik, gurur duyuyoruz. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi?
Gazetecilerden gelen bir diğer olumsuz tepki ise, neden onunla dayanışıyorsun da, bununla dayanışmıyorsun yönünde oluyor. Bu ANGA dönemi de yaşanmıştı. Açıklayalım, öncelikle biz bir kampanya grubuyuz. Simgesel bir dava üzerinden basın özgürlüğü ve tutuklu gazeteciler meselesini görünür kılmaya çalışıyoruz. Her basın açıklamamızda ve eylemlerimizde az önce bahsettiğim ilkemiz doğrultusunda tüm tutuklu gazeteciler için özgürlük talep ediyoruz. Sağda solda o kadar çok duyuyoruz ki, sosyal medyada da çıkıyor karşımıza “Ahmet için yapıyorsun da, Mehmet için neden yapmıyorsun?” E, onu da sen yap kardeşim. Bu bir enerji, imkan meselesi ayrıca. Öyle bir dönemden geçiyoruz ki yetişmek de mümkün değil. Ama herkes bir ucundan tutabilir. Bu eleştirileri getirenler hiçbir dayanışma grubunda, eyleminde yok. O da ayrı.
Tarık Tolunay'ın 24 Temmuz 2017'deki ilk duruşmadan çizimi.
Davanın ilerleyişine bir etkiniz oldu mu? Misal heyetin sizin yaptıklarınızın farkında olduğunu düşünüyor musunuz? Ya da hem kampanya hem de duruşma sırasında faaliyetleriniz kamuoyuna ulaştı mı?
Timur Soykan: Bizim en önemli işimiz bu kumpas karşısında toplumun bilgilenmesini sağlamaktı. Bunu başardığımızı düşünüyoruz. Artık herkes biliyor; bu davada suçlanan gazetecilik. Hiçbir delil, tanık, suç olmayan bir davada 7,5 yıla kadar ulaşan cezalar verildi. Bu davanın kamuoyunun vicdanında çoktan çökmesini gazetecilik yaparak, gerçekleri anlatarak başardık. Kimi zaman yürüyüşlerle kimi zaman duruşma salonundan anlık olarak bilgileri insanlara ulaştırarak hakikati insanlara ulaştırdık. Mahkeme heyetinin bunlardan haberi var mı bilmiyorum ama haksız bir şekilde ceza verdiklerinin ve bundan tüm toplumun haberi olduğunun farkında olduklarına eminim. Yani haksızlığa alet olduklarını ve bunu tarihin yazacağını biliyorlar.
Elif Ilgaz: Timur’a katılıyorum. Cumhuriyet davasında büyük bir haksızlık olduğunu halk biliyor. Evet belki medya yedi yıl önceki gibi değil. Odatv davası döneminde gazeteler, televizyonlar çok daha fazla yer veriyordu bizlere. Davayla ilgili sık sık haberler yaparak gündemde tutabiliyorduk. Eylemlerimiz bile manşetlerde oluyordu. Şimdi durum çok farklı tabii. Medya el değiştirdi, korku iklimi hakim ve habercilikten çok uzaklaştı. Farklı yollarla okura, izleyiciye ulaşmaya çalıştık. Sosyal medya üzerinden bilgilendirme amaçlı videolar, capsler yaptık, duruşma salonundan an be an yaşananları sosyal medya hesabımızdan İngilizce ve Türkçe paylaştık. Bunlar gazetelerde televizyonlarda görünmeseler de, sosyal medyada beğenildi, paylaşıldı, en çok konuşulanlar listesine girdi.
Mahkeme heyetine gelince, farkında olduklarını biliyoruz zira duruşma esnasında ‘Ahmet’in fanları’ gibi saçma bir tanımlama getirmişliği var bizlere. Gülüyoruz tabii.
Toplumun sessizliğine, tepkisizliğine bakmayın. Bu davayla ilgili değil genel olarak sinmişlik hakim. Oysa süreç içinde bizim çok sayıda destekçimiz oldu. Sadece Türkiye’den de değil dünyanın her yerinden. Mesela bir grup Cumhuriyet Davası için dünya basınına çeviriler yaptı. Çizer arkadaşlarımız mahkeme salonundan yaptıkları çizimlerle destek oldu. Onlar sayesinde duruşmalarda yaşananlar görsel olarak da dışarıya taşındı. Afişlerimizi, duyurularımızı gönüllü sokak sokak yapıştıranlar oldu, videolarımızı yapan, grafiklerimizi tasarlayan, toplantılarımız için mekanını açanlar da... Her geçen gün büyüdük. Evet OHAL koşullarında eylem yapmak zordu. Bu da son dönemde belki sokaktaki görünürlüğümüzü düşürdü. Ama bize destek olmak, yanımızda olmak isteyen mutlaka bir yolunu bulup, taşın altına elini koydu. Tüm bunların davaya etkisine gelince, somut verilerle söyleyemem ama bu kollektif ruh bizlere yani dışarıdakilere ama en çok da içeridekilere güç verdi, umut oldu.
Karar duruşmasında toplam 81 yıl 45 gün hapis cezası verildi. Bundan sonrası için planınız nedir?
Timur Soykan: Bu cezalar yok hükmünde. Biz bunları Odatv kumpasları zamanında da yaşadık. Yalanlarla bir gelecek inşa edilmesi o kadar kolay değil. Gerçeği baskılamak o kadar kolay değil. Bu dava aslında çoktan beraat ile bitti. Bu kumpasa alet olanlar suç işledi ve onlar mahkum olacak. Gerçek gazetecilere ödettikleri bedeller utançları olarak kalacak.
Biz bu ceza ve baskılara karşı direnmeye devam edeceğiz. İktidarın sopa olarak kullandığı bir yargı ile verilen kararların aslında hükümsüz olduğunu anlatacağız. Bunu hayatımız boyunca sürdüreceğiz.
Elif Ilgaz: Cumhuriyet Davasında karar açıklanırken, aklıma Odatv Davası geldi. Ahmet’in hayatından bir yıl çalan o davadan sonra Silivri’den tahliye olurken yaptığı konuşmada “bu komployu kuranlar cezaevine girecek” demişti. Üzerinden çok geçmedi, o savcılar o hakimler ya içeri girdiler ya da firar ettiler. Evet, gerçekler mutlaka bir gün ortaya çıkıyor ve adalet de er ya da geç, geliyor. Karanlık bir dönemdeyiz. Bir süre daha böyle gidecek gibi. Gazeteler kapanıyor, kapanmayanlar el değiştiriyor. Tarafsız haber ajansı kalmadı. Tıpkı iktidar yanlısı olmayan televizyon kalmadığı gibi. Ana akımda çalışan gazeteci kadroları da değişti değişmekte. Dışarısı işsiz gazeteci doldu. Yani durumlar, iyi değil, bir süre de iyi olmayacak gibi. Baskılara karşı birleşmek, direnmek, dayanışmak zorundayız. Bu kez hem içerisi, hem de dışarısıyla. Unutmayalım, birlikte güçlüyüz! (HK/HK)