Aydın'a göre Ecevit'in açıklamaları, "laiklik elden gidiyor diye 28 Şubat müdahalesini yapan generaller de dahil olmak üzere devletin asli kaygısının laiklik olmadığını" gösteriyor.
"Müslümanlığı halkı kontrol etmek amacıyla kullanıyorlar"
Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül ile Rahşan Ecevit arasında "DSP iktidarı sırasında imam hatip okullarının kapatılıp kapatılmadığı" üzerinden bir tartışma geliştiğini hatırlatan Aydın, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Daha önceden laiklik savunusuyla Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden (TBMM) Merve Kavakçı'yı dışlayan bir partinin sözcüsü ile Meclis'ten dışlanan İslamcı hareketin bugün iktidarda olan parçasının bu anti laik duruşta örtüşmesi, aslında geçmişten beri Türkiye halkının nasıl bir mizansenle karşı karşıya olduğunu gösteriyor.
Laiklik gerçekte inanç alanının bütünüyle halkın tasarrufuna bırakılması, ancak devletin dinsel bir tercihte bulunmaması iken; Rahşan Ecevit'in ve daha önceki dönemde de kimi generallerin AB'ye Müslümanlık savunusuyla itiraz etmeleri, aslında dini (Müslümanlığı) halkı kontrol etmek amacıyla kullandıklarının yeni bir göstergesi olarak anlaşılmalıdır."
"AB süreciyle cin şişeden çıkıyor"
Türkiye'de "din"in, aslında Cumhuriyetin ilk kuruluş günlerinden itibaren diyanet ve tek tipleştirme kampanyaları çerçevesinde, toplumun kontrolü için kullanıldığını belirten Aydın, "Bu çerçevede sol güçlendiğinde, onu etkisiz kılmaya yönelik olarak dinselleştirme bizzat 12 Eylül cuntası ve muktedirler tarafından yaygın olarak yoğunlaştırılmıştır" diye konuştu.
Aydın, 28 Şubat müdahalesinin de, "denetim dışına çıkan dinci hareketi ezmeye ve geriletmeye yönelik bir operasyon olmakla birlikte, aslında yine devletin toplum üstündeki egemenliğini koruma kaygısıyla yapıldığını" savundu:
* Benzer sözler sadece devlette siyaseten yönetici olanlarca değil, geçmiş dönemde baskılara uğramış kimi sol ve Kemalist aydınlarca da dillendirilmektedir. Attilâ İlhan ile benzeri kimi aydınların son yıllarda geliştirmeye çalıştıkları anti Hıristiyan ve Müslümancı refleks, söz konusu gericiliğin sadece şeriatçı güçlerle sınırlı kalmadığını göstermektedir.
* 2001 Helsinki Zirvesi'nin akabinde Harp Akademileri Komutanlığı'nın düzenlediği AB Sempozyumu'nda dönemin MGK Sekreteri'nin de AB'yi Hıristiyan Kulübü olarak nitelendirmesi, Türkiye'deki sapla samanın birbirine ne kadar karışık olduğunu göstermiştir.
* Bütün bu çıkışların bir meşru savunma kaygısı, bir ulusal çıkar savunması olmadığını; tam tersine bütün kaygıların Türkiye'yi bugüne kadar keyfi bir despotizmle yönetenlerin artık böyle yönetemeyeceklerini görmüş olmalarının paniğidir.
"AB'ye karşı halkın dinsel inançlarını kışkırtıyorlar"
"AB süreci, bugüne kadar toplumun sıkıştırıldığı şişeden artık çıkmaya başladığının da göstergesi olduğundan, bu şişeye tıpa olmuş olanlar panik sergilemektedirler" diyen Aydın, sözlerini şöyle sürdürdü:
* Laiklik adına ilkokul dördüncü sınıftan itibaren çocuklarımız Sünni bir tek tipleştirmenin aracı yapılmışlardır. Yine, Diyanet İşleri Başkanlığı'na altı yatırımcı bakanlıktan daha büyük bir pay ve kadro verilmesi de aynı totaliter zihniyetin bir yansımasıdır.
* Nitekim bu sözde laikler eliyle Türkiye, hastane ve sağlık ocaklarının sayısı 7 bin, okullarının sayısı ise 67 bin iken, tam 90 bin camiye sahip kılınmıştır.
* Ecevit'in açıklamasından imam hatiplerden yana hisse çıkartan Abdullah Gül'ün yaptığı ise, zaten iyicene erozyona uğratılmış olan laik eğitim sistemini daha da tasfiye etmek girişimidir.
* Bugün Avrupa'da yaşayan Müslümanlar istedikleri her yere cami yapabilmekte, İslam misyonerliği sürdürebilmekte iken, Anayasasında laiklik yazan Türkiye'de gayri Müslim toplulukların inançlarını ifade etmesi sistematik olarak yasaklanmaktadır. Cem evleri ve kiliselerin yasal bir dayanağı, halen yoktur. Misyonerlik çığlıkları gerek devletin gerekse de sözde ona karşı olan İslamcıların ortak paydası olarak gerçekte anti demokratik bir zihniyetin yansımasıdır.
* Türkiye'deki egemenler, AB'ye kendilerini iktidarsızlaştıran bir demokratikleşme süreci olduğu için karşı çıkıyorlar. Bugüne kadar izledikleri eğitim ve kültür politikalarıyla koşullandırdıkları İslamcı ve Türkçü kesimleri AB'ye karşı seferber edebilmek amacıyla halkın inançsal kaygılarını kışkırtıyorlar. Oysa, laiklik ve demokrasi bu ülkede kurumlaştırılacaksa, devletin, yurttaşların inanç ve kimliklerine saygılı olması gerekir.
"Akıntıya karşı kürek sallamak"
* Bu anlamda misyonerlik de, engellenmesi gereken bir gelişme değildir. Misyonerlik faaliyetleri, insanların kendi inanç ve kimliklerini yaşama özgürlüklerinin yanı sıra başkalarına propaganda etme özgürlüğü kapsamında görülmelidir.
* Gerek Rahşan Ecevit, gerek Abdullah Gül'ün feveranı, akıntıya karşı kürek çekmektir. Çünkü, gelişmenin yönü göstermektedir ki, bugüne kadar baskı, tehdit ve sürgünlerle engellenmeye çalışılan Türkiye halkının özgürleşmesi, giderek yayılacaktır.
* Bu yayılmanın bir yansıması, Kürtlerin ve diğer kimliklerin kendini artan oranda ifade etmesi iken, diğer bir yansıması da başta Aleviler ve Hıristiyanlar olmak üzere farklı inançların da kendilerini daha özgür bir şekilde ifade etmeleridir.
* Türkiye'nin gerçekten laik ve demokratik güçlerine düşen, bu egemen ve totaliter basınçları cesaretle göğüslemek, onların kendi aralarında sürdürdüğü kayıkçı kavgasına taraf olmamak, tam tersine onların aslında mevcut egemenlik düzeninin temsilcileri olduğunu görerek Türkiye'de kararlı bir laiklik ve demokrasi mücadelesi vermektir. (BB/EÜ)