“Bayanlar, Baylar!
“Mavi Müzikhol” Açılıyor!
Bu kapı herkese sonuna kadar açık!
Hepinize yer var burada.
Tek şart ! Her şeyi dışarıda bırakıp gelmeniz.
Hadi ama!
Çok hikaye var burada.
Senin, benim, hepimizin!
Şimdi kapansın artık kapılar ve başlasın baş döndürücü danslar!
Recai Koş Kızları getir!
Önce Gül alacak havanızı sonra Bahar toplayacak paraları!
Kepenkler sakın inmesin!
Çünkü Mavi Müzikhol açılıyor!”
Böyle başlıyor tiyatro oyunu “Mavi Müzikhol”.
Sonrasında, konsomatris iki kadın Bahar ve Gül’ü izlemeye başlıyorsunuz, Ankara’da bir pavyonda dans eden iki kadını izliyor gibi.
Birden dertleşmeye başlıyor Bahar ve Gül, geçmişler dökülüyor, gelecek masaya yatırılıyor. Işıl ışıl bir odada, iki kadının ruhları, hafızaları, kimlikleri birbirine geçerken erkek, kadın ve/veya lubunya izleyecilerin kafasından eminim birbirinden farklı şeyler geçiyor.
Ankara Pavyonları Yılmaz Erdoğan’ın “İnci Taneleri” isimli dizisi ile yeniden gündeme gelse de aslında pavyonlardaki eril tahakküm ve kadın sömürüsü tiyatro sahnelerinde bir hayli uzun zamandır yer buluyor.
Elçin Gürler’in yazdığı “Mavi Müzikhol” oyunu gibi.
Gürler “Mavi Müzikhol”u anlatırken, “Pavyonda çalışan kadınları eleştirmek yerine bu düzeni eleştireceğimiz bir seviyeye gelebiliriz” diyor.
Hatırlatayım, Muharrem Uğurluğu’nun yönettiği oyunu 28 Şubat’ta Endless Art Taksim’de izlemek mümkün.
“Kadının eğlence kültüründeki durumunu anlatmak istedim”
Mavi Müzikhol oyunun çıkış noktası nedir? Nereden aklınıza geldi?
Türkiye’de kadın yazar ve kadın sanatçı olarak var olmak çok zor. Çünkü kadın olduğunuzda bile mesleğinizin önünde bir etiketle var oluyorsunuz. Örneğin hiçbir zaman erkek yazar sıfatı ile birini takdim edemezsiniz. Ve ne yazık ki haklı mücadelede bile erkekler kadar baş at çekemiyorsunuz.
Bu susturuluş içinde kadın olmak başlı başına bir simülasyonun içinde doğmak ve yaşamak demek. Ben bu manada pavyonu da Türkiye’ye çok benzetiyorum.
Eğlenceli tarafları var, hele şu anda sosyal medyada çok popüler. Ancak içinde büyük acıları beraberinde getiriyor. Her şeye rağmen de hangi kategoride olursa olsun gün doğuyor, gün batıyor ve pavyon devam ediyor.
Çünkü oradaki kadını unutuşu gibi biz de her şeyi hemen unutuyoruz. Ben bu topraklarda üreten biri olarak kadının eğlence kültüründeki durumunu ve kendi benliğini yitirişini -unutuşunu- anlatmak istedim.
Bu iki kadını mekânsal olarak da pavyona sıkıştırmayı seçtim. Çünkü pavyon eğlence sektöründe var olan kadının her şeye rağmen ayakta kalma mücadelesini anlatmak için arabesk ve bir o kadar da eril bir mekan. Ne yazık ki tıpkı Türkiye gibi. Bu yüzden bir pavyon hikayesi anlatmama rağmen Gül ve Bahar’da aslında kendi yaşadıklarımdan bir parça da var.
“Sömürme ve sömürülme hikayesinden ibaret"
Pavyonlarda çalışanlara dair detaylı ve özenli bir sahneleme var, bu detayları nasıl öğrendiniz yani oralarda gidip gözlem mi yaptınız yoksa konsomatrislerle konuştunuz mu?
Yıllar önce bir oyun turnesinde oyun sonrası yemekte bizi kurum pavyona götürdü. Bunu ya normal karşıladı ya da gerçekten unuttu. Ve ilk başta pavyon olduğunu anlayamadık.
Ancak kadınların bir süre sonra konsomatris olduğunu fark edince bir kadını gözüme kestirdim ve onu tuvalete kadar takip ettim. Benim gazeteci olduğumu düşündü ve çok para kazandığını peşini bırakmam gerektiğini söyledi.
Sonrasında kafamın bir köşesinde pavyon hemhal olurken başka kadın oyunları yazmaya devam ettim.
Ancak kadın temalı oyunlarda mesele mutlaka erillik, dişillik noktasına gidiyor ve bu da bizi kabareden, kantodan başlayarak 2000 sonrası yerelin kentte yarattığı eğlence kültürüne yani pavyona götürüyor.
Çünkü burada yaşadıklarımız ana akım medyadan Türkü Bar’a kadar aslında bir sömürme ve sömürülme hikayesinden ibaret. Pavyonu gerçekten yazmayı düşünmeden önce de Ulus’ta bir pavyona gittim.
Bu deneyim ben de pavyonda aslında kişiliğin bölünmesi, kadının kendi gerçekliğini unutmasını fark etmemi sağladı.
Orada kendi kırsalından, kendi savunduğu değerlerden kaçıp eğlenirken o yüksek ücretleri ödeyenler de konsomatrisler de tuvaletçi ablalarda o sistemin ayrılmaz bir parçası. O eğlencenin içinde gerçek bir benlik arayışını görmem de oyunu yazmamı hızlandırdı.
Peki oyunun yazıldığı dönem bu konu bu kadar çok gündem değildi, “İnci Taneleri” ile gündem oldu. Siz diziyi nasıl buldunuz? Eleştirdiğiniz noktalar var mı?
Ben dizi öncesinde sosyal medyada henüz 17 yaşında bir yabancı uyruklu bir genç kızın Ankara’da bir pavyonda profesyonel bir şekilde kaşık dansı oynadığı bir videoya denk geldim.
Bu video çokta paylaşılmış, çokta eril yorumlar yapılmış. Ancak kimse o reşit olmayan kızın pavyonda neden var olduğunu neden tutulduğunu sorgulamamış.
Sonrasında dizi vizyona girince böyle bir farkındalık oluşturmasını beklerken belediye başkanları bile “Dilber evin barkın yok mu?” noktasında dalgaya alışlarını görünce dizinin parmak basmak istediği noktanın bile anlaşılmadığını düşünüyorum.
Yapımı gerçekçiliği ana akım da bu kadar iyi yansıttığı için çok beğendim. İçinde bir pavyon güzellemesinin olmaması da bence mesaj açısından çok yerinde. Çocuk esirgemedeki yurtlarda barınan kızlar 18 yaşından sonra pavyonda çalışıyor.
Çalışmak zorunda kalıyor. Bu bir varsayım değil pek çok araştırma var, belgeler var.
Umarım hem dizi hem yazdığımız sahne eserleri bir farkındalık oluşturur da kadınların ne şartlar altında erkekleri eğlendirmek zorunda kalarak bir yaşam mücadelesi verdikleri ortaya çıkar. Pavyonda çalışan kadınları eleştirmek yerine bu düzeni eleştireceğimiz bir seviyeye gelebiliriz.
Oyuncular, rollerine nasıl hazırlandı zorlandılar mı?
Oyundaki rollerin Medea ve Çehov’un Martı’sından aslında bir farkı yok. Dönüştükleri yer de aslında modern ve bir o kadar arabesk bir Lady Macbeth. Karakter olarak birbirlerinin hem karşısında hem de yanındalar. Gül ve Bahar da hem bu toprakların kadın kodları hem de pavyondan gelen eril mekanizma hâkim.
Bu noktada yönetmenimiz Muharrem Uğurlu önce pavyondan ziyade karakterlere yöneldi. Pavyon gerçekliği üzerine de metnin gerçek kahramanları erkekler üzerinden gidildi.
Onları pavyona sokan aslında hikâyeyi oluşturan kahramanlar ne yazık ki erkek. Kapıdaki Recailer, kaytan bıyıklı İbrahimler, Veli abiler olmasaydı Mavi Müzikhol’ün kadınları Gül ve Bahar olmayacaktı. Metne de gerçekçi bir yaklaşımla sahneye koyulduğu için o dejenere dünya ile seyirci daha girişte kendini içinde buluyor.
Bu metinde koymadığım tamamen rejinin metne gerçekçi yaklaşımından dolayı sahneleme ortaya çıkan bir durum. Ekip olarak da yaşayan tiyatroya inandığımız için her oyun sonrası oyuncularla konuşup oyun üzerine konuşup gerçekliği artırmaya çalışıyoruz. Oyun da hem eğlenceli hem de dramatik yerlerin olması da amacına ulaştığını gösteriyor.
Bu yüzden Endless Art Taksim’e ve yönetmenimiz Muharrem Uğurlu’ya, oyuncularımıza ve tüm emek verenlere teşekkür ederim.
Pavyonların gerçekliğini doğru dili kullanarak anlatmak zor, siz hem orada kadınlara yaşatılanları hem de kadınların ruh dünyasını anlatıyorsunuz bu dili nasıl kurdunuz?
Şu ana kadar yazdığım en argo dili içinde barındıran oyun. Bununla ilgili de özellikle erkeklerden de eleştiriler aldım. Aslında bu dille erkekleri de kendileri ile yüzleştirmek istedim. Oyundaki kadınların kullandığı sert dil yani aslında jargon, aslında birbirlerine karşı kullanmıyorlar.
Onların bu jargonu farkında olmadan içinde bulundukları sisteme karşı. Yılların konsomatrisi Gül yeniyetme Bahar’ı pavyon için dönüştürürken aslında o yeniyetme, masum tarafından bir şeyler öğreniyor. Bu yüzden her izlediğimde dil üzerinde daha da sertleşebilir gibi düşünüyorum. Çünkü sistemin içinde kadın kalmaya çalışmak ne yazık ki her geçen gün hepimiz için zorlaşıyor.
Bu yüzden dilin hem gerçekçi hem de sahnelemeye uygun olması için iki kadının önce iç seslerini yazarak temrin ettim sonrasında diyaloglandırmaya geçtim.
"Dilerim siyasetin sanatı etkilemediği zamanları yaşarız"
Oyunu bundan sonra nerelerde izleyebiliriz?
Oyunumuz, 28 Şubat Çarşamba kendi sahnesi Endless Art Taksim’de ayrıca sezon boyunca da Endless Art Taksim’de sahnelenmeye devam edecek. Endless Art Taksim’in sosyal medya hesaplarında da takip edilebilir. Ayrıca Mavi Müzikhol 4.Kadın Oyunları Festivali kapsamında 8 Mart Antalya-Konyaaltı, 13 Mart Çanakkale, 25 Mart’ta da Ayvalık’ta sahnelenecek.
Bu festival kapsamında Bandırma’da buluşacaktı ancak ne yazık ki Belediye Başkanı’nın aday gösterilmemesi sebebiyle festivalin Bandırma ayağı iptal oldu. Dilerim siyasetin sanatı etkilemediği zamanları yaşarız.
Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?
Türkiye’de tiyatro ve sanat yapmak gerçekten zor bir mücadele. Bu yüzden seyircinin popüler işler dışında yeni sahnelere, yeni metinlere, yeni oyunculara da bir şans vermesini can-ı gönülden istiyorum. Tiyatro seyirci olmadan yapılamayacak bir ritüel.
Bu ritüelin ateşini devam ettirmek içinde bu gerçekçi kadın hikayesi Mavi Müzikhol’e okuyucularınızı bekliyorum. Tüm ekibimizin emek verdiği bir kadın hikayesi ortaya koyduk.
(EMK)