O denli dillendirilmiş ve içselleştirilmiş ki; şiddetin egemen bir politik tercih biçimi olarak varlık bulduğu yıllarda bile barış ezeli ve ebedi bir kavram olmanın yanında sürekli geçerli ve talep edilen bir realite olarak tezahür etmiş.
Bunu en çok ateşkes süreçlerinde izlemek mümkün. Mesela 1993'te şiddetin doruğa çıktığı dönemlerde bile sürekli barış telaffuz edilmiş. Sonra ardı gelmiş. Ve hep barış denmiş. Barış o denli gündelik hayatta yer etmiş ki; çoğu kez insanlar acaba"Barışı bu denli dile dolamak bir süre sonra barış istencini etkisiz kılar mı", barış bu kadar çok telaffuz edilirse "içi boşalmış bir kavram haline dönüşür mü" demeye bile başlamışlar.
Ama, aksine her defasında Kürtlerin barış istenci daha çok kitleselmiş daha çok ete kemiğe bürünmüş.
Kanımca, 2006 yılını ileriki yıllarda tartışanlar barış isteminin en çok ve de en örgütlü olarak talep edildiği bir yıl olarak anımsayacaklar. Yani 2006 belki de bu yönüyle daha çok tarihte hak ettiği öneme mazhar olacak.
2006'ya veda ederken yine "barış" deniyordu. Yine aydınlar sahnedeydi. "Yaşadığımız acılar, yeri doldurulamayacak kayıplar göstermiştir ki, şiddet çözüm getirmiyor. Demokratik siyaset zihniyetinin yerleşebilmesi için, şiddetin her türünün reddedilmesi ve savaş dilinin bırakılması gerekiyor."
"Savaşın değil, barışın dilini konuşalım. Sivil çözümde buluşalım" diyenler bir kez daha barışta ısrar ediyorlardı.
Henüz dört ay geçti sonuncu ve beşinci "ateşkes" kararının üzerinden. Bir yıllık ve toplumsal tabanı epeyce güçlü neredeyse ortak bir "demokrat mutabık" barış istencinin sanki yanıtı olan, bir ateşkes kararıydı ortaya çıkan 2006'nın sonbaharında. Bu yönüyle de kabulü ve ilanından sonra "ortağı" da çok yaygın oldu barış istencine karşılık düşen "ateşkes".
Ortağının ve tabanının geniş olması beraberinde "acaba ateşkesin süresiz olması daha münasip olmaz mı?" tartışması ile sorusunu da birlikte gündeme getirdi.
Elbette, süresiz bir ateşkes, kalıcı bir ateşkes herkes açısından hayati önemde bir beklentiydi. Ve halen de beklenen bu!
Ama şu da bir gerçek değil mi? Peki ateşkesi bu kadar ısrarla savunan, barışı isteyen ve 2006 biterken bir kez daha barış diyen biz aydınlar, hatta barış imzacıları acaba devamını getirmede ne kadar "ısrarcıyız"?
Kanımca "barış" konusunda, "ateşkes" konusunda; ilk istekli adımı atıyoruz. Ama sonra da rehavete kapılıyor, yeterince sahiplen(e)miyoruz. Eksiklik burada kilitleniyor. Hızlı ve kararlı bir talepler manzumesine ihtiyaç var.
Barış tarafgirleri, nasıl bir barış istediklerini somut istekleri ile ifade etmek zorundalar. Yoksa kuru ve sadece istek halinde kalmış "barış isteğinin" geçici tatmininin rehavetinin kime ve neye yarayacağı cidden tartışma konusudur.
Belki de bu somut talepler manzumesinin ve nasıl bir barış istendiğinin teferruatıyla birlikte tartışılacağı 13 -14 Ocak Ankara Barış Konferansı dikkatle izlenmesi gereken önemde...
Neler mi tartışılacak?
Öncelikle beklentiler var:
* Devlet kurumlarından, çatışmaları ve ölümü değil, yaşamı siyasetin merkezine alan bir açılım talep edilmekte. Çözümün sorumluluğunu, siyasi iradenin üstlenmesi istenmekte.
* Dağlardaki gençlerin toplumsal-kamusal hayata katılabilmelerini sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılması gerektiği vurgulanmakta. Bölgede askerlik yapan gençlerin hayatlarını kaybetmelerinin önünün alınması için de bu açılımın acilen gerekli olduğunun altı ısrarla çizilmekte.
* Temsilde adaleti sağlamak için yüzde 10 seçim barajının indirilmesi beklentisi var.
* Kürt kimliği, dili ve kültürünün, kamu yaşamının bütün alanlarına dahil olmasının önündeki yasal engeller kaldırılması mutlaka var.
* İfade ve örgütlenme özgürlüğünün eksiksiz sağlanması hâlâ önemini koruyan vurgu.
* Bölgelerarası ekonomik ve sosyal eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına yönelik beklentiler var. (ŞD/EÜ)