*Ozan Gündoğdu'nun fotofrafı BirGün'den alındı.
Seçim yaklaştıkça siyasetçileri her seçim arifesinde pazarda, esnaf lokantalarında, sokaklarda çok sık görmeye başlayan yurttaşlar, siyasetçilere şu soruyu soruyor: Ekonomi ne olacak?
Sorunun yanıtı, bizzat AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan ‘’Türkiye Yüzyılı’’ etkinliğinde geldi. Erdoğan, “Ekonomi anlamında dünya sıralamasında gayet iyi bir başarı yakaladık” dedi.
Bu etkinlikte dikkat çeken diğer konu ise ‘’muhalif’’ gazeteci olarak nitelendirdikleri gazetecilerin etkinliğe davet edilmesiydi.
Biz de ‘’Türkiye Yüzyılı’’ etkinliğini, AKP’nin seçim paketini ve ekonomi karnesini Türkiye’nin önemli isimlerinden Ekonomi ve Siyaset Yorumcusu Ozan Gündoğdu ile konuştuk.
“Bu kadar sağcılaştıktan sonra geri dönmek çok zor"
Erdoğan ‘’Türkiye Yüzyılı’’ etkinliği için “muhalif” olarak nitelendirdiği gazetecileri de davet etti. Bir kesim ‘Bayram değil seyran değil eniştem beni neden öptü’ diye yorumlarken bir kesim de daveti ‘’değerli’’ bulduğunu söyledi. Ne diyeceksiniz bu davete?
Şimdi Türkiye’nin müesses nizamı 1950’den itibaren merkez sağ ve sol partiler üzerine şekillendi. 1960’lar 1980’ler 1990’lar da böyleydi. 2000’li yıllarda da AKP’nin başardığı şey buydu.
Merkez sağı tam olarak bloke etmişti ve merkezin sağ tarafında kalan bütün partileri domine etmiş böylece %50’nin üzerinde bir oy oranına kavuşmuştu; fakat 2013’ten sonra merkezi boşaltmaya başladı, kitle partisi olmaktan çok ideoloji partisine dönüştü, islamcı genine geri çekildi. Şu an onun sancısını yaşıyor.
Merkez boş, merkezi doldurmaya çalışan İyi Parti, Deva Partisi, Gelecek Partisi gibi partiler üredi. Yeni sağ partilerin üremesi AKP’nin hoşuna giden bir şey değil. Sağda rekabet istemiyor AKP, sadece ben olmalıyım diyor. MHP’ yi de yanına aldı zaten, sağda Cumhur İttifakı olarak da sağı temsil eden biz varız diyor. Merkezi doldurmaya çalışan bir anlayış bir beklenti oluştu AKP’de.
Bunun için de Ertan Aydın diye yeni bir adam Erol Olçok ekibinden, biraz daha her yere boncuk dağıtmaya çalışan bir Halkla İlişkiler çalışması yapıyor, bu çalışmanın ilk ürünü "Türkiye Yüzyılı’’ çalışmasıydı. Fakat şöyle, bu aşamadan sonra Erdoğan’ın geri dönecek bir yolu yok. Yani bu proje merkez sağı ele geçirelim, biraz daha liberalleşelim biraz daha muhalif halk kesimlerine de duyura bilelim sesimizi bakış açısının artık ben mümkün olduğunu düşünüyorum. Bu kadar sağcılaştıktan sonra geri dönmek çok zor.
“Türkiye Yüzyılı projesi bir ay içinde patlar”
Neden?
2019 Mart’ında hiçbir sebep yokken İstanbul seçimini iptal ettirmişsin, bu bir niyet beyanıdır. Demokrasiyi tasfiye etmişsin, bu niyet beyanıdır. İçerde onlarca muhalif insan var, tümüyle hukuksuz davalarla içeride tutuluyorlar. En son Şebnem Korur Fincancı, ondan önce Gezi Davası…
İki kere berat etti gezi davasında yargılanan insanlar üçüncüde içeri alındılar. Şebnem Korur Fincancı 301’den yargılanması gerekiyorken işte evinde mermi bulduk kılıfıyla terör ve propagandadan yargılanıyor. Dolayısıyla bu işten geri dönüşü olmayacaktır, bu projede bir ay içerisinde patlayacak, Ertan Aydın’ın da görevine son verilecektir diye düşünüyorum.
Erdoğan’ın ‘’Türkiye Yüzyılı’’ etkinliğindeki konuşmaları beklentileri karşıladı mı?
Şimdi Türkiye yüzyılı deyince daha kısa vadede mevcut konjonktürel sorunların dışına çıkan politik bir dil kullanır diye düşünüyordum, hiç de öyle bir vizyon yok ortada.
Yine Kanal İstanbul dedi, Çanakkale Köprüsü dedi, Osmangazi Köprüsü dedi. Ortada vizyon deyince daha politik bir söyleme kavuşmasını bekledim açıkçası; fakat hiçbir şey yoktu, büyük bir hayal kırıklığıydı.
Belli ki çok para akıtılmış yani bundan 10 yıl önceki Erdoğan’la kıyaslıyorum, etkinlik çok daha profesyonel organize edilmiş çok daha teknolojik imkanlardan faydalanılmış ama içerik bomboş. Ne dedi şimdi Erdoğan? Türkiye Yüzyılı diyorsun, gelecek yüzyılı tasarlıyorum diyorsun, gelecek yüzyıla ilişkin Erdoğan’ın kafasında ne olduğuna dair tek bir şey duyabildik mi? Duyamadık.
Erdoğan, milli gelirimizi 238 milyar dolardan aldık bir trilyon dolar sınırına kadar getirdik. Satın alma paritesine göre ülkemizi dünyanın en büyük 11. Avrupa’nın da 4. Büyük ekonomisine çıkardık dedi. Ne diyeceksiniz?
Türkiye’nin ekonomisinin büyük olması, Avrupa’nın en büyük 4. Ekonomisi olması doğru bir veri, ancak bu verinin gerekçesi Türkiye’nin, Avrupa’nın en kalabalık nüfusuna sahip olması ile alakalı. 85 milyon resmi, göçmenlerle beraber 90 milyonun üzerinde insan yaşıyor. Dolayısıyla ekonomimizin büyük olması çok olağan.
Hindistan ekonomisi mesela dünyanın en büyük 4. Ekonomisi, şimdi Hindistan ekonomisi için çok sağlıklı bir ekonomi mi diyeceğiz? Burada önemli olan veriyi değerlendirirken önemli olan kişi başına düşen gelir.
İki kişilik aile düşünelim, iki kişilik ailenin cebine kırk bin TL para giriyor diğer tarafta da başka bir 12 kişilik aile var bu ailenin de cebine kırk bin TL para giriyor. Şimdi 12 kişilik aile bizim ekonomimiz sizinkinden büyük derse bu tuhaf olmaz mı? Olur. Ülkede para var; ama çok insanla bölüşüyoruz kafa başına bu sebeple de az para düşüyor.
Milli gelirimizi 1 trilyon dolar sınırına kadar getirdik dedi Cumhurbaşkanı. Bu ciddi bir rakam değil mi?
238 milyar dolardan 1 trilyon dolar sınırına getirme işi biraz şişirme, 700 küsur milyar dolar, %25 şişirme söz konusu. Burada iki şey söylemek gerekir muhakkak.
Birincisi, söz konusu gayri safi milli hasıla hesabı 2006 ve 2015’te iki kez revize edildi AKP döneminde. Bir gecede 5 bin dolardan 7 bin dolara çıktı kişi başına düşen milli gelir. İkinci revizyonda 7 bin dolar civarıydı 9 bin dolara çıktı. Yani kalem oynatmayla yaklaşık %40-45 kadar yukarı çıkmış bir milli gelir var hesap değişikliği yüzünden.
İkincisi, aynı dönemde bütün dünya büyüdü. Yani 2000’li yıllarda inanılmaz finansal serbestleşme ve dünyaya Avrupa Merkez Bankası ve Amerika Merkez Bankası’nın çok sert şekilde para pompaladığı bir dönem.
Veriyi nerden takip ederiz, Türkiye büyüdü de bu yıllarda elde ettiği gelir bazında dünya sıralaması değişmedi. 2002 yılında Türkiye’nin dünyanın en büyük 18. ekonomisiydi şimdi 20 küsurlarda. Ortada bu anlamda bir başarı yok. Bu 20 yıl boyunca ekonominin başında bu işlerden hiç anlamayan biri de olsaydı gene buna benzer bir tablo ortaya çıkardı büyüme cinsinden.
“2011 hem en hızlı büyüdüğümüz hem de en yüksek cari açık verdiğimiz yıl”
Ama 1980 yılından bu yana bakıldığında Türkiye ekonomi anlamında en iyi dönemlerini AKP döneminde yaşadı.3 yıl boyunca dünya ekonomi sıralamasında 16. Sırayı korudu. Bu başarı değil midir?
O yıllar 2010-2013 yıllarına tekabül eder. Yani en prime dönem. Şundan kaynaklanıyor: Dünya konjonktürüyle de ilgili 2008 yılı küresel finans krizinden sonra Amerika Merkez bankası FED şöyle bir strateji izledi, önce çevreyi daha sonra merkezi kurtaracağız. Türkiye gibi çevre ülkelere parasal genişlemeyle çok ciddi dolar aktı.
Bu dolarları o zamanlar Ben Bernanke (FED eski başkanı) ki bu yıl Nobel Ekonomi Ödülü aldı. Bernake şu vaatle bu stratejiyi benimsedi, çevre ülkeleri uyardı. Dedi ki; bu aşırı genişlemeci politika finans krizinin sancılarını bertaraf etmek için uyguladığımız bir politika, bunu normale döndüğü dönemde çevre ülkelerin önlem alması gerekir. Çünkü siz şu anda yarın yokmuş gibi borçlanıyorsunuz, yarın normale dönüldüğü zaman durgunluk krizi ile karşılaşırsınız.
Bunu 2009, 2010,2011,2012,2013’te de söyledi. Bu dönemde Türkiye yarın yokmuşçasına borçlandı, 2011 yılı Cumhuriyet Tarihinin en hızlı büyüdüğümüz yılı; ama aynı zamanda 2011 yılı Cumhuriyet Tarihi boyunca en yüksek cari açığın verildiği yıl. Çılgınlar gibi borçlanarak ve alınan borçları da inşaata yatırarak çok hızlı büyüdük.
Ama 2013 yılından sonra Ben Bernanke’nin uyarısı gerçekleşti, Bernanke artık para musluklarını kapatıyoruz, bu finans krizini iyileştirmek için önlemdi şu an da artık geri çekiyoruz dedi. Bunu da ne zaman söyledi 2013 Mayısında. Bu durgunluğu Erdoğan Gezi’ye bağladı, bütün iktisatçılar gibi ben Bernanke’nin konuşmasına bağladım.
AKP'nin seçim ekonomisi paketi arasında “müjde” ile duyurdukları sosyal konut projesi var. Katıldığınız bir programda parası olan için bankadan kredi çekmenin daha mantıklı olduğunu söylediniz. Biraz açar mısınız?
Şöyle, sosyal konut projesi taksit tutarı üç bin beş yüz TL örneğin, birçok taksit tutarı oluşturulabilir…
Üç bin beş yüz TL diye örnek veriyorum. Bankadan bugün iki milyon TL kredi çektiğim zaman kredi taksit tutarım otuz bin TL ye varıyor; fakat vaziyet şu, bankadan kredi çeken otuz bin TL ile başlıyor, sosyal konut üç bin beş yüz TL ile başlıyor, bankadan kredi çeken on yıl boyunca otuz bin TL ödüyor, sosyal konut memur maaşına gelen zam kadar her yıl değişecek. Şimdi enflasyonist bir ortam olursa eğer bu on yıl boyunca ki öyle olacağı ortada çünkü yüzde 84 şimdiki enflasyon, enflasyon yüzde 20 olsa ve memur maaşı her yıl yüzde 20 kadar artsa 8 yıl sonra siz otuz bin TL ödeyeceksiniz, yani eşitleniyoruz. Fakat siz yirmi yıl boyunca kredi ödeyeceksiniz sosyal konutta, ben 10 yıl boyunca otuz bin TL ödeyip kenara çekilecem.
Siz o otuz bin TL’nin üzerine her yıl yüzde 20 artacak şekilde ödemeye devam edeceksiniz. Eğer ki enflasyonist bir ortam olursa bu önümüzdeki 20 yıl,- ki gidişat bunu gösteriyor-, toplamda ödediğiniz para banka kredisine göre ödeyeceğiniz paranın 4-5 misli. Yani sosyal konutta 4-5 misli para ödeyebilirsiniz.
Sosyal konutun hiç avantajı yok mu?
Şöyle bir avantajı var, ilk başta ben otuz bin TL ödüyorum, siz üç bin beş yüz TL ile başlıyorsunuz. Şimdi otuz bin TL kim ödeyebilir.
“TOGG 400 km menzilli, aynı bataryayla artık 1000 km giden araçlar var”
Bir de TOGG var, Erdoğan’ında bizzat katıldığı yerli ve milli araç diye devasa bir tanıtım töreni düzenlendi. Vatandaşın alım gücü günbegün düşerken TOGG iç Pazarda yeterli ilgiyi görür mü? Ya da hedef dış Pazar mı?
Sanayi Bakanı’nın dediği kadarıyla C-SUV araçlarına benzer fiyatlar olacak. Nedir bu SUV araçlar: Honda Crv, Nissan Qashqai… bu araçların fiyatına baktığımızda aşağı yukarı 1 ila 1.5 milyon TL arası değişiyor. Şimdi bu tutarla TOGG’un piyasaya girdiğini varsayarsak iç pazarda beklendiği gibi talep göremez, dış pazarda da artık elektrikli otomobile yapılan yatırımlar çok yüksek. 2019 yılında değiliz artık, Volkswagen yılda 15 milyar Euro sadece araştırma geliştirmeye yatırıyor elektrikli araçlarda.
Şimdi büyük otomobil devleri bu alana çok sert şekilde girdiler ve TOGG projesi bunu beklemiyordu. Ayrıca teknoloji açısından TOGG’un çok önüne geçtiler. TOGG 400 km menzilli, aynı bataryayla artık 1000 km giden araç yapmaya başladılar. Bu sebeple TOGG iç pazarda talep görmeyecek, dışarda da rekabet edemeyecek.
TOGG için ilk etapta şu söylendi: Üretemezler, yapamazlar. Öyle şey olur mu? Verirsin parayı yaparsın ne olacak. Ama önemli olan pazarda tutunmak, TOOG’un önündeki riskte bu, pazar da tutunabilecek mi? Görünen o ki bence yanlış başlandığı için pazarda tutunamayacak.
Nedir bu yanlış?
Şimdi biz malları çeşitli şekillerde ayırabiliriz. Tüketim malı, yatırım malı, ham madde gibi. Bir de şöyle ayırabiliriz: Ücret malı, sermaye malı şeklinde. Mesela sermaye malı dediğimiz zaman fabrikadaki bir makine sermaye malıdır ya da sermayedarların alabileceği mallardır. Batı kapitalist ülkelerde otomobil ücret malıdır yani işçilerin, emekçilerin sahip olabildiği bir maldır; fakat Türkiye gibi yerli otomobil pazarı olmayan ülkelerde otomobil büyük ölçüde sermaye malı olarak kategorize edildi. İşçi sınıfı ve emekçi kesiminin otomobili olmaz. Emekçiler, işçiler işe toplu taşımayla ya da kamu araçlarıyla gider.
O yüzden Türkiye’nin kentleri de buna göre organize olur. Mesela Batı’da işçi sınıfı kent çeperlerinde yaşar, iş yerine aracıyla gider gelir. Amerika’da işçi sınıfını kentin çeperlerinde müstakil evler de yaşatıyorlar. Evlerin garajları var, bu bizde çok üst düzey geliri olanların yaşayabileceği bir şey.
Bu aslında otomobille ilgili. Bütün ulusal otomobil endüstrileri önce işçi sınıfına mal satarak büyümüşler. Mesela Ford, Ford’un araçları sert büyüme yıllarında lüks araç üretmedi. Evvela kitlesel, önce herkese araç satma üzerine bina edildi keza Volkswagen Almanya’nın otomobil devi işçi sınıfı araçları üzerine büyüdü.
Ne demek bu: Kullanışlı, işçi sınıfının gündelik hayatına uyumlu lüzumsuz konforlardan arınmış fiyatı da işçi sınıfının satın alabileceği düzeyde. Eğer öyle yaparsanız üretim kapasitenizi büyütür, çok fazla araç satar ve bu araca aynı zamanda pazarda hakim kılarsınız, bundan dolayı lüks değil işçi sınıfı araca ihtiyaç var.
Mesela nedir bu işçi sınıfı aracı: Ford’un Ford T modeli Volkswagen’in Woswos modelleri bunlar dönemin işçi sınıfı aracıydı. Şimdi bunun yerine tutup bir buçuk milyonluk araç yaparsanız iç pazarda pazarlarken zorlanır, dış pazarda da teknolojik imkanlarınız yeterli olmadığı için rekabet edemezsiniz.
“Türkiye’de herkes asgari ücretli”
Peki biraz da gerçeklerimize dönelim o zaman. Asgari ücretli, asgari ücret elli bin tl olsa bile geçinemiyoruz diyor nasıl yorumluyorsunuz?
Şimdi Türkiye’deki asgari ücret meselesinde başka bir mesele var. Asgari ücret tuzağı demek lazım buna.
Asgari ücret tuzağı ne demek?
Asgari ücret normal şartlarda çok marjinal düzeyde olmalı yüzde 1-2 yani işçilerin yüzde 1’i 2’si asgari ücret civarında para kazanmalı, zaten piyasa koşulları asgari ücretin üzerinde oluşmalı.
Fakat Türkiye de tablo biraz farklı neredeyse herkesin asgari ücretli olduğu bir tablo söz konusu, bu tablo devam ettiği sürece asgari ücret geçim sıkıntısı olmaya devam eder. Bunun nedeni açık, kimsede para yoksa esnafta da para yoktur, esnafta para yoksa yatırımcıda da para yoktur. Kimsede para olmayınca herkes asgari ücretli olunca piyasa sürekli bir durgunlukla karşı karşıya kalıyor. Bu durgunluğu aşmak için piyasaya para pompalamanız gerekiyor.
Düşük kredi, düşük faizli kredi. Mesela esnafa meslek kredisi gibi kredi çıkarıyorlar. Çarkın dönmesi için piyasaya para pompalıyorsunuz. Asgari ücreti istediğiniz kadar artırın yani isterseniz yüzde bir milyon zam yapın ertesi gün başımıza gelecek olan şey çok sert bir enflasyon olur.
Yüzde otuzluk yüzde kırklık asgari ücret zamları enflasyona neden olmuyor ama esnaf zorlanıyor. Bir kasap düşünün yanında iki çırağı olsun bir de kendisi. Kirayı ödeyecek, elektriği ödeyecek, doğal gazı ödeyecek sonra dönecek işçisinin parasını ödeyecek sonra dönecek bir de kendi iaşesini karşılayacak. Bir kasap dükkanıyla bu mümkün mü, değil. O yüzden asgari ücrete sert bir zam gelirse bu kasap iki işçisinden birini çıkarmak zorunda kalır.
Hükümet ekonomik olarak çok iyiyiz diyor; normalde asgari ücret yılda bir kez gündem olur, enflasyon doğrultusunda zam yapılırdı. Ama diğer tarafta aynı hükümet asgari ücreti bir yıl içinde 2 kez revize etti. Ekonomisi güçlü ülke bunu yapar mı?
İşte bunun temel nedeni herkesin bizde asgari ücretli olması. Yani düşünün asgari ücret dediğim anda memleketin ücretli çalışanın yarısını doğrudan ilgilendiriyor. Bir de enflasyonla ilgili mesele bu. Şimdi ben düşünüyorum acaba ocak ayında ne kadar zam alacağım.
Çünkü beklentim var. Enflasyon yüzde 84 olmuş. Sırf ikinci altı ayda enflasyon %20’nin üzerinde çıkacak. Şimdi patronum bana ne kadar zam yapacak, sürekli düşünüyorum. Batı ülkelerinde böyle bir dert yok; çünkü enflasyon zaten makul seviyede bu sene yüzde 10 oldu, yüzde 10’ dan fazla zam yaparak zaten karşılıyorlar.
Yüzde yüzde 10’ enflasyon döneminde kara kara şunu düşünmem acaba benim maaşım ne olacak? Ama enflasyon yüzde seksen olunca sürekli merak ettiğim bir konu. Haklı olarak düşünüyor vatandaş.
TIKLAYIN - "Ücretsiz İzin Dalgası Gelebilir, İşçiler Sendikalaşmalı"
Ozan Gündoğdu hakkında
2007 yılında İzmir Atatürk Lisesi'nden mezun olduktan sonra aynı yıl Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye bölümünde lisans eğitimine başladı.
2015'e kadar lisans eğitimini sürdürdü ve bu süre içinde çeşitli kitap ve dergilerde makaleleri yayımlandı. 2018 yılı Eylül ayından beri Birgün Gazetesi'nde ekonomi editörlüğü görevini sürdürüyor.
(ET/EMK)