*28 Temmuz'da Manavgat'ta başlayan ve Türkiye'nin farklı yerlerinde devam eden orman yangınları. Fotoğraflar: AA
"İklim krizinden en çok bu yüzden korkuyordum. Bu insanî maliyeti seyretmek zorunda kalmaktan. Videolara bakamıyorum, bu kadar acı fazla geliyor. Yoksulların çok daha fazla etkileneceğini biliyorduk. Pek çok canlının yok olacağını biliyorduk. Olana kadar bekledik."
"Korkuyorum içine sokulduğumuz bu durumdan. Çaresizlik ve umutsuzluk hissediyorum. İnsanlıktan da umudumu kestim. Bir tarafta birileri sürdürülebilirlik, ekoloji, çevre derken, bir tarafta petrol için yapılan bir savaşa taraf olunması..."
"Yangın çıkması halinde evdeki ve bahçedeki canları nasıl kurtarabileceğimin planlamasını yapıyorum. Acil durum planını her afet türü için yapar olduk. Yaşam kalitesi sıfır, güvenlik algısı sıfır, çaresizlik ve umutsuzluk 10000..." *
Günlerdir devam eden orman yangınları eko-anksiyete kavramını tekrar gündeme getirdi. İklim krizi, doğanın tahribatı, hayvanların ölmesi, türlerin yok oluşu, yeryüzünü yuvası olarak görenler için baş etmesi zor olaylar.
Akademisyen ve psikolog, Yakın İlişkiler'in kurucusu ve direktörü Dr. Gizem Sürenkök günlerdir süren yangınların insanlara yansımasını ve eko-anksiyeteyi anlattı.
Yaşanılabilir bir dünya bulamama korkusu
Eko-anksiyete ya da ekolojik kaygı nedir? Ne zamandan beri gündemimizde?
Eko-anksiyete, türlerin yok olmasından, kaynakların tükenmesinden ve gelecekte bir gün içerisinde yaşanılabilir bir dünya bulamamaktan duyulan kaygı anlamına geliyor. Bu kaygıya sahip kişiler doğanın katledilmesinden dolayı öfke, suçluluk, utanç, panik gibi duygular yaşayabiliyorlar. 2007 yılından beri bu konu hakkında araştırmalar yapılıyor olsa da giderek daha fazla gündeme geldiğini söyleyebiliriz.
"İklim krizi mental sağlığımızı etkiliyor"
İklim krizi küresel çaplı bir sorun ancak doğanın gördüğü tahribatı, felaketleri hepimiz aynı şekilde karşılamıyoruz sanırım. Bunun kişisel bir yönü de var mı? Ekolojik kaygı yaşayan bireyler nasıl etkileniyor, nasıl tepki veriyorlar?
Tabii, herkes bu felaketleri aynı şekilde karşılamıyor. Üzerinde yaşadığımız dünyayı bir yuva olarak algılayan insanların bu krizi daha yoğun, daha derinden yaşadığını söylemek mümkün. Aynı şekilde, kaygı duymaya daha meyilli olan insanların ekolojik kaygıyı da daha derin yaşadıklarını biliyoruz. İklim krizinin mental sağlığımızı etkileyen boyutu göz ardı edilemeyecek kadar büyük. Hüzün, mutsuzluk, öfke, kafa karışıklığı hissetmek; melankolik olmak, büyük bir kaybı yaşıyormuş duygusuna girmek, çaresiz ve umutsuz hissetmek, kendi geleceğimiz ve gelecek nesiller için endişelenmek ekolojik kaygı içerisinde tanımlanabilir.
"Belirsizlik kaygımızı artırıyor"
Bazı kişilerde travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, hafıza kaybı iklim krizi sonucu rastlanan durumlardan birkaçı. Stres seviyesinin sürekli yükselişte olması toplumsal bir soruna dönüşerek ilişkilerimizi de oldukça olumsuz etkiliyor. Toplum gitgide daha agresif bir yapıya sahip olurken şiddet unsuru daha çok öne çıkıyor. Hayatımız ve yaşadığımız alan üzerinde bir kontrole sahip olmadığımız düşüncesi belirsizlik hissini tetikliyor, belirsizlik de kaygımızı artırıyor. Bu kaygıyla geleceğe de olabilecek en olumsuz perspektiften bakıyoruz.
Bu ormanlar hepimizin değil miydi?
Özellikle son 8 gündür Türkiye'nin pek çok noktasında ve dünyada devam eden orman yangınlarını insanlar nasıl izliyor? Toplumda kaygılar arttı mı? Yoğun çabalar bir yana söndürülemeyen yangınlar karşısında insanların tutumu ne yönde sizce?
Yangınlar karşısında hissettiğimiz çaresizlik, yas ve kaygı gibi duygular biraz toplumsal olarak bir yanıt bulamamakla ilgili. Bu duyguları hisseden sadece biz miyiz? Bu ormanlar hepimizin değil miydi? Arkamızda yemyeşil dağlar, önümüzde deniz, kumsalların keyfini çıkarırken sen-ben ayrımı yapmıyorduk. Şimdi bütün bu kayıplar yaşanırken hepimizin birlikte organize hareket ettiği, devletin elindeki bütün imkanlarla desteklediği bir hareket bekliyoruz. Ama bu süreçte türlü sebeplerle bunu hissedemediğimiz zamanlar çok oldu. Bu da çaresizlik hissini artırıyor.
Bir sonraki sefer ne olacak korkusu
Adım adım ormanlar yanarken ve canlılar ölürken evimizde hiçbir şey yapamaz halde buna seyirci kalmak hem o anki durumun travmasını daha da şiddetli hale getiriyor hem de hepimize bir sonraki sefer ne olacak korkusunu yaşatıyor. Bu sebeple toplumsal kaygının arttığını dile getirebiliriz. Doğduğumuz, büyüdüğümüz, yaşadığımız yerler elimizden gidiyor. Çoğu zaman koca bir toplum içinde bir birey olarak yapabileceğimiz etkinin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini düşünebiliyor ve bu düşüncenin sonucunda bir nevi yas sürecine girebiliyoruz. Yani ekolojik kaygıyı da bırakın, ekolojik yas tutuyoruz.
Umudum kaygıyla birlikte farkındalığın da artması ama maalesef bunu her zaman gözlemleyemiyoruz. Aslında toplumca yaşadığımız bütün bu çaresizlik, umutsuzluk ve yas duygusuna en iyi gelecek olan şey en azından bir sonraki sefer için çok daha hazırlıklı olmak, yangınlar büyümeden müdahale etmek olacak olsa da yaşadıklarımızdan ders alma konusunda çok başarılı olmadığımızı da göz ardı edemiyorum.
Çocuk ve gençler
Gelecek kaygısı artık sadece kariyer, ekonomik yönlü değil sanırım... Özellikle genç ve çocuklarda yansıması nasıl oluyor?
Ekolojik kaygıdan bahsettiğimizde genelde iki ekstrem söz konusu: Ya "dünya elimizden kayıp gidiyor" duygusuyla yaşanan panik ya da "zaten yapabileceğim hiçbir şey yok, böyle gelmiş böyle gider" duygusuyla yaşanan boşvermişlik.
Bu konu ile ilgilenenler için en önemli mesele de bu iki ekstremin ortasında bir alanda insanları yapabilecekleri ile ilgili umutlu bir çabaya ikna edebilmek. Ancak umut ve motivasyon varsa yapabileceklerimiz için çaba gösteririz çünkü. Bu konuda farkındalık geliştirebilmiş gençler ve çocuklarda da şöyle düşünceler ve korkular olabiliyor: "Yaşlanmaya bile fırsatım olmadan iklim krizi sebebiyle hayatımı kaybedeceğim. Zaten yaşanabilir bir dünya olmayacak. Dünya yanarken ben niye okula gidiyorum?" Üstelik kendilerini bu korkularla ilgili yalnız da hissedebiliyorlar.
Eğer ben 50 sene sonrası için bugün adım atmaya başlamazsam iklim krizinin olumsuz etkilerini görmeden ölebilirim. Ama aynı şey çocuğum için geçerli değil. Bu anlamda yetişkinleri ikna etmeleri gerektiğini düşünmeleri de korkunç bir şey değil mi? Biz ne kadar bencilce, sadece bugünü ve kendi hayatımızı düşünerek, hayatımızı olabilecek en iyi şekilde geçirerek yaşarsak çocuklarımıza yaşanabilir bir dünya bırakmaktan o kadar uzaklaşıyoruz.
Sıcak havalarla agresyon arasındaki ilişki
Normalin çok üstünde seyreden, insan vücudunun kaldıramadığı hava sıcaklıkları insan psikolojisinde nasıl etkili?
Sıcak havalarla agresyon arasında bir ilişki olduğunu biliyoruz. Bu direkt olarak sıcak hava agresyona yol açar demek olmasa da insanların sıcak havalarda şiddet yönlü eylemler göstermeye daha meyilli oldukları anlamına geliyor. Özellikle sıcak ve kalabalık aynı anda üstümüze gelmeye başladığında kendimizi çok daha kötü hissedebiliyoruz. Daha yorgun olmak, kendimizi daha az kontrol edebilmek, dikkatin daha dağınık olması da yine sıcağın psikolojimize olan etkileri arasında.
*Haberin girişindeki anlatımlar Twitter'dan alınmıştır.
(AÖ)