*Bu haber Atölye BİA İletişim Platformu atolyebia.org'da yayınlandı.
İnsanların doğaya verdiği zararlar, yangın, sel, deprem, kasırga gibi afetler, iklim değişikliğinin olumsuz etkileri özellikle çocukları ve gençleri kaygılandırıyor. Ekolojik yıkım, insanların bedenlerinin yanı sıra ruh sağlığını da olumsuz etkiliyor. Buna ekolojik anksiyete veya ekolojik kaygı deniyor.
Psikolog Dr. Gizem Sürenkök eko-kaygının çaresizlik, kontrolü kaybetme hissi, depresyon gibi diğer anksiyetelere benzer belirtiler taşıdığını vurguluyor. Sürenkök’e göre ekolojik kaygı duyanlar sorunlar üzerinde bir kontrole sahip olmadıklarını hissetmeye ve bireysel eforlarının yetersiz olduğunu düşünmeye eğilimliler. Karar alıcıların, çözüm üretemediklerini ya da çözüm konusunda gönüllü olmadıklarını fark etmek ise eko-kaygıyı artıran bir diğer unsur.
Eko-kaygı yaşayanlara öneriler
Çocukların ekolojik kaygılarını giderebilmek öncelikle yetişkinlerin kendi endişelerinin üstesinden gelmesine bağlı. Bu noktada Sürenkök’ün kaygılı yetişkinlere iki önerisi var: Ekoloji mücadelesi veren bir topluluğun gönüllüsü olmak ve “ya hep ya hiç!” mantığından kurtulmak…
Psikolog Dr. Gizem Sürenkök şunları söylüyor:
“Kolektif bir çabanın parçası olmak ve sivil toplumda aktif rol almak, yetişkinlerdeki ekolojik kaygıyı gidermede fayda sağlıyor. Bunun yanı sıra bireysel olarak yapılanları hafife almamak gerekiyor. Hatalarımızdan öğrenip yarın daha iyisini yapabilirim demek ve bu düşünceyi bakım verdiğimiz çocuklara da aktarabilmek çok önemli.”
“Çocuklar doğayla bağ kurmalı”
Çocukların ekolojik kaygılarını gidermek için yetişkinlerin onlara umut vermesi gerektiğini belirten Dr. Sürenkök, çocuklara biyolojik çeşitliliği tanıtıp doğa sevgisi aşılamanın yararlı olacağı görüşünde:
“Çocukların doğayla bağ kurmasını sağlamak önemli. Çocuklar doğanın hep orada olduğunu, ihtiyaç anında bize iyi geleceğini, doğayla bir bütün olduğumuzu ve birlikte yaşayıp birlikte büyüdüğümüzü anladıklarında doğaya daha çok özen gösteriyorlar.”
“Kentin içerisindeki ormanlar çocuklarla birlikte gezilmeli. Çocuklar hayvanları görmeli, ağaçları tanımalı. Doğanın çocukların bilişsel yetenekleri geliştirmek ve duygu durumlarını düzenlemek gibi inanılmaz faydası var. Kentte yaşamak toprağa basmamak, çimlere dokunmamak ya da kuru yapraklarla oynamamak için mazeret değil. Kesinlikle kentle doğayı harmanlamamız lazım.”
Eko-kaygıyı mücadele motivasyonuna dönüştürmek
Duru Bardak, “İklim için Türkiye” adını taşıyan Türkiye'de iklim adaleti için mücadele eden liseli ve üniversiteli iklim aktivistlerinden oluşan bir topluluğun üyesi. İzlediği Youtube videoları, belgesel filmler ve çevre sorunlarına dair sosyal medya paylaşımları erken çocukluk döneminde eko-kaygı duymasına neden olan Duru Bardak, bu kaygının iklim aktivisti olmaya karar vermesinde rol oynadığını düşünüyor:
“İklimden daha önemli sorunlarımız olduğunu iddia edenler, aktivizme başlamama sebep oldu. Her gün doğaya yapılanları görmek içime oturuyordu. Bir eko-anksiyete atağı sonucunda bir şeyler yapmam gerektiğini anladım. Ama eko-kaygı sorumluluktan kaçmaya da sebep olabilir. Sel felaketi, müsilaj ya da kuraklık sebebiyle endişe duymak bazı insanları hiçbir şey yapmamaya itiyor. Bende ise bu kaygı mücadele etmeme yarayacak motivasyona dönüştü.”
Hayatını yaşamak ya da iklim adaleti* için harekete geçmek
Duru Bardak, eko-kaygının yanı sıra gelecek kaygısı yaşadığını da anlatıyor:
“İklim için mücadele etmek, eko-kaygımı azalttı. Ancak geçtiğimiz yıl özellikle pandemi, savaşlar ve ekonomik belirsizlik beni çok yordu. Şu an 19 yaşımdayım ve bir daha bu yaşları yaşayamayacağım hissi de başka bir kaygı kaynağına dönüştü. Ama hayatımızı yaşayalım demek, dünya için hiçbir şey yapmamalıyız demek olmamalı. Zor da olsa iklim için mücadele ile gündelik kaygılarım arasında bir denge kurmam gerektiğini düşünüyorum.”
Duru Bardak, çocuk aktivistlerin yaşadığı zorluklara da dikkat çekiyor:
“İdeal olanı, sürdürülebilir ve sorumluluğun birçok insan tarafından paylaşıldığı, ömür boyu süren bir aktivizmdir. O yüzden çok küçük yaştan kendimizi bu kadar yormamalı, perişan etmemeliyiz. İklim için mücadele etmek, çocukluğunu yaşayamamak demek olmamalı. Yetişkinlerin ‘Sizi destekliyoruz, arkanızdayız, ne tatlısınız!’ demesinden ziyade iklim adaletini sağlayacak bir şeyler yapıp, bize örnek olmasına ihtiyacımız var.”
“Betonlaşmış şehirlerde bile yeşil alanlar var”
“Eko-anksiyete çeken akranlarıma ya da benden küçüklere öncelikle bilinçlenmelerini öneririm. Daha çok kitap okuyup, çevre hakkındaki doğru belgeselleri izleyip doğada yürüyüşlere çıkabilirler. İstanbul özelinde konuşmak gerekirse parklara gidebilirler. Yıldız Parkı, Belgrad Ormanı, Atatürk Kent Ormanı... Aslında İstanbul gibi çok betonlaşmış şehirlerde bile yeşil alanlar var. Çoğunluğumuz farkında değiliz. Çoğu tehdit altındaki bu alanlara gitmek, bu alanlara yapılanları takip edip oraları savunmak için bir başlangıç olabilir. Mesela ben Atatürk Kent Ormanı diye bir yer olduğunu bilmiyordum. Nisan ayında bir kuş gözleme etkinliğine gittim. Bir baktım, kentin içerisinde kocaman bir orman var! Öyle yerlerin farkına varmalıyız.”
Çocuklarla şehir haritaları çıkaran inisiyatif: Şehir Dedektifi
“Şehir Dedektifi”, çocuğun sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşama hakkına odaklanan bir inisiyatif. Çocukların şehirle, şehirlerin çocukla iletişimini geliştirmek adına gözlemler yapıyor, belgeler oluşturuyor ve oyunlar üretiyor. Ana faaliyetlerinden biri ise çocukların katılımıyla çocuk dostu haritalar çıkarmak. Çocuklarla birlikte çocuklar için üretilen bu haritalar, kenti çocukların gözünden sunan alternatif yürüyüş güzergâhları oluşturuyor.
Çocukların mekânsal hakları
Şehir Dedektifi’nin yürütücülerinden olan şehir plancısı ve kent tarihçisi Gizem Kıygı, çalışmalarını şu sözlerle anlatıyor:
“Çocukların mekânsal hakları üzerine çalışıyoruz. Haritaları oluşturduğumuz atölyelere çocukların yanı sıra yerel yönetimler ve çocuklar için mekânlar tasarlayan kurumlar da katılıyor. Kentte gördüğümüz eksiklikleri de haritalara koymaya çalışıyoruz.”
“Çocuklar için Beyoğlu Haritası”, grubun ilk çocuk yayını. Şehir Dedektifi, bu haritayı üretirken Beyoğlu’nun beş farklı mahallesinden gelen çocuklarla atölye çalışmaları yaptı. Atölye katılımcısı çocuklar, zihinlerindeki Beyoğlu’nu anlattı. Oyun oynadıkları yerleri, sokakları yetişkinlere gezdirdiler. “Flora İstanbul” haritası fikri de bu gezintilerde filizlendi.
Kente bitkilerle, doğayla bakmak
Gizem Kıygı’ya göre çocuklar kent hakkı tanımı yaparken kendilerinden önce doğayı, hayvanları düşünüyor:
“Çocuklarla yaptığımız yürüyüş çalışmalarından öğrendiğimiz şeylerden biri, kentle kurdukları ilişkinin aslında yapılarla sınırlı olmaması. Çocukların her türlü canlıyla doğrudan bir ilişkileri var. Çocuklar çınar ağaçlarını, kaldırım çatlaklarının arasındaki otları, kedileri, köpekleri buluyor. Yaptığımız yürüyüşlerde çocuklara ‘kent hakkı nedir?’ diye sorduğumuzda çoğunlukla aldığımız cevaplardan biri, ‘temiz hava almak’ diğeriyse ‘hayvanların, ağaçların korunması’ydı. Yani çocuk, kendinden önce hayvanları, canlıları koruduğu bir kent hakkı tanımı yapıyor. Flora İstanbul haritasının çıkış noktası buydu. Kısıtlı çevresinde doğayı deneyimleyen çocuklara İstanbul genelinde bakın ne kadar orman var, aslında ne kadar fazla canlıyla kentimizi paylaşıyoruz diyebilmek.”
"Doğa ve kent birbirinin karşıtı değil"
“Çocuklarla ilgili herhangi bir konuda bir dönüşüm istiyorsak öğretmenleri, ebeveynleri ve karar alıcıları işin içine katmak zorundayız” diyen Kıygı’ya göre çocuk dostu bir kent, toplu ulaşımda, kentsel ekolojide, afette çocukların deneyimlerini hak temelli bir yerden tartışabilmeli:
“İklim krizinin somut etkilerini yaşadığımız bir dönemden geçiyoruz. Çocuklar yetişkinlerden ‘yangın’, iklim krizi’, ‘afet’ gibi kelimeler duyuyorlar. Pandemi gibi çok büyük bir süreçten geçiyoruz mesela. Çevre hakkında duyulan korku ve belirsizliğin üstesinden gelebilmek adına çocuklara doğanın kentten uzakta bir yerde olmadığını anlatmaya çalışıyoruz. Doğanın karşıtı kent, kentin karşıtı doğaymış gibi bir algı var. Flora İstanbul haritasına baktığımızda birçok türle birlikte yaşıyoruz. Diğer canlıların da bu kentte yaşayan diğer sakinler olduğunu daha fazla içselleştirerek anlatabilir ya da çocuklarla birlikte deneyimleyebilirsek çocuklar zaten çok duyarlılar çevre konusunda.”
_____________________
* İklim adaleti kavramı dezavantajlı grupların iklim krizinin etkilerini çok daha şiddetli biçimde hissedeceğini belirtmek amacıyla kullanılan bir terim. İklim kriziyle yakından ilgili diğer kavramlara İklim Haberciliği Ağı’nın “Gazeteciler için iklim terimleri” derlemesinden ulaşılabilir. (https://iklimhaberciligi.org/gazeteciler-icin-iklim-terimleri/ )
* Şehir Dedektifi’nin haritalarına bireysel olarak belirli bir ücret karşılığında ulaşılabiliyor. Ancak haritaların ilk basımı kırılgan gruplara mensup çocuklara ayrılıyor. Okullar ya da sivil toplum kuruluşları Şehir Dedektifi’i ile iletişime geçerek (https://www.instagram.com/sehirdedektifi/?hl=tr ) haritaların daha fazla çocuğa ulaşmasını sağlayacak ortaklıklar kurabilir.
* Psikolog Dr. Gizem Sürenkök ve Elif Bilge Bozan’ın kalema aldıkları eko-kaygı hakkındaki yazı https://yakiniliskiler.com/5019-Ekolojik-Kayg%C4%B1 sayfasından okunabilir.
(ÖK/SO/NÖ/AÖ)