“Ecinniler” kültür-edebiyat dergisi yayın hayatına Ocak 2020’de başladı. Dergi adını hem Dostoyevski’nin en sevilen siyasi romanlarından biri olan “Ecinniler”den alıyor hem de derginin yayın kurulunda olan üç ismin bir birine zaman zaman ““ecinnilendik” diye seslenmesinden.
Derginin bir özelliği de dosya konusu dışında, cinsiyet eşitliğini de gözetmesi. Derginin hemen he sayısında eşit sayıda kadın ve erkekten toplamda 12 şiir ve 6 öyküye yer veriliyor.
“Edebiyatın İnternetle İmtihanı” dosyası okurla buluşturan derginin üçüncü sayısı pandemiye atıf yapıyor, “Ekolojik edebiyat mümkün mü?” diye soruyor.
Dergiyi kuran üç kişiye gelirsek, Çağla Çinili, Gökhan Arslan ve Tunca Çaylant. “Ecinniler” ile “Ekolojik edebiyat mümkün mü?” sorusunun peşinden gittik..
“Ekoloji sorunu her bir insanı ilgilendiriyor”
Biz de size soralım, ekolojik edebiyat mümkün mü?
Gökhan Arslan: Aslında bu soruyu somamızın nedeni, ekolojik farkındalık yaratma noktasında edebiyatın da üstüne düşen yükümlülükler olduğunu hatırlatmak.
Gezegenimiz günden güne tükeniyor, insan dışı canlıların yaşam alanları yok ediliyor, çevreye verdiğimiz zararlar bize afet ve salgın hastalık olarak geri dönüyor. Bu bağlamda herkesin sorumluluk sahibi olması gerekiyor.
Bu mesele sadece aktivistlerin direnişiyle çözülebilecek bir mesele değil. Bu sorun dünya üzerinde yaşayan her bir insanı ilgilendiriyor.
Edebiyatçılar da bundan bağımsız değil elbette. Dolayısıyla edebiyatçılar da ellerindeki imkânları kullanarak dikkat çekmek, ekolojik bilinç yaratmak durumundalar.
Biz edebiyat odağında bunun mümkün olduğunu düşünüyoruz. Zaten sorunun kendisi olumlu bir çağrışımda bulunuyor. "Ekolojik Edebiyat Mümkün Değil mi?" diye sorsaydık bir umutsuzluk havası oluşurdu. Zaten sorunun şekliyle bunun mümkün olduğunu da vurgulamış olduk.
Peki bu soruyu sormak nereden aklınıza geldi?
Çağla Çinili: Dosya konularımıza gerçekten çok özenerek hazırlanıyoruz. Lise ve üniversite öğrencileri için kaynak, meraklılarına aydınlatıcı içerikler üretebilmek için dosya konusuna dair yetkin kişilerle iletişime geçiyor, o konuyu her yönüyle ve tekrara düşüp sıkıcılaşmadan ele almaya çalışıyoruz.
Tüm bunların sonunda ortaya çıkardığımız işi en iyi özetleyen, en kısa ve vurucu başlığı seçmeye çalışıyoruz. Bu dosyaya haftalarca isim bulamadık. “Ekoloji ve Edebiyat” diyerek büyük bir dertten kurtulmuş olabilirdik, evet ama bu sefer okuyucuyu dosyanın dışında bırakmış olurduk.
Biz okuyucuyu da dosyaya dâhil etmek istedik, zira cayır cayır yaşamakta olan hatta hepimizi ilk elden ilgilendiren bir meseleyi ele aldık. Bir akşam görüntülü toplantı yaparken “yahu amacımız ne?” diye sorduk, cevap olarak da aynı anda “ekolojik edebiyat mümkün mü onu tartışıyoruz” dedik. İsmi böyle bulmuş olduk.
“Ecinnilendik…”
Derginizin adına gelecek olursak, Ecinniler nereden aklınıza geldi?
Çağla Çinili: Bize en sık sorulan soru bu esasında, her seferinde de yanıtlamaktan keyif alıyoruz. Ecinniler, bilindiği gibi, Dostoyevski’nin en sevilen ve bilinen siyasi romanlarından biri. Gerek niteliği gerekse imgeleriyle çağımıza ayna tutuyor.
Bir diğer yandan yayın kurulu ekibi olmamız dışında çok derin bağları olan üç kişiyiz. Bolca gülüp eğlendiğimiz zamanlardan birinde Gökhan ve benim birkaç kez benzer rüyaları görmemiz üzerine, aramızda “ecinnilendik” diye dönen bir espri sonucu whatsapp grubumuzun adını Ecinniler koymuştuk. Dergi çıkarma fikri masaya dökülünce ikinci bir opsiyonu düşünmeksizin adımızın Ecinniler olmasında karar kıldık. Bir varlığa isim verdiğinizde varlığın o ismin özünü çektiğine, giderek isme benzediğine inanırım ben.
Zira var olan her şey, gerçekten de ismiyle müsemma. Ecinniler hem toplumsal bir buhran döneminde insanların yaşadığı genel buhranı hem görülmeyen fakat var olan diğerlerini hem de Dostoyevski’yi temsil ediyor bizim için. Yıllardır sakinlikten uzak yaşantılar sürdüğümüz bir memlekette, ısrarla görülmeyen yazar ve şairleri, ısrarla ele alınmayan konuları, ısrarla fark edilmeyen yanlışları ele almak için yola çıkan bir dergi olduk.
Derdimiz popüler olanı kırk birinci kez ısıtıp temcit pilavı gibi insanların önüne tekrar sürmek, tüketilir bir iş çıkarmak değil. Büyüklerimizin bir sözü vardır “evladiyelik” diye. Ecinniler’in derdi 1960’lardan 2050’lere kadar pek çok okuyucuya seslenmek. Bu bakımdan gerçekten “ecinniyiz”. Bu ismi çok seviyoruz. Bizimle ve yapmak istediğimiz işle gerçekten özdeşleşti.
Dergi, cinsiyet eşitliği gözetilerek yayına hazırlanıyor
Dergiyi tanıtır mısınız bize?
Tunca Çaylant: Ecinniler’de 1, 3, 5 gibi tek sayılarda edebiyatı bir kavramla beraber masaya yatırdığımız (edebiyat ve internet, ekolojik edebiyat vb.), 2, 4, 6 gibi çift sayılarda bir odak yazarın/şairin edebi üretimine ve yapıtlarına eğildiğimiz dosyalar yapıyoruz. Bu şekilde, dinamik bir yayın çizgisi oluşturmaya çalışıyoruz.
Her sayımızda, dosyanın dışında, cinsiyet eşitliğini de gözetmeye çalışarak eşit sayıda kadın ve erkekten toplamda 12 şiir ve 6 öyküye yer veriyoruz. Masal, deneme, mektup vd. türler ile çeviri şiirler, bağımsız edebi eser incelemeleri, makale türünde metinlerle de bir sayının içeriğini tamamlamış oluyoruz.
Üretilen edebiyat metinlerini açımlamaya yarayan inceleme yazıları, üzerine titizlikle çalışılan dosyalar ve nitelikli ürünlerle (şiir, öykü, deneme vd.) bir denge tutturmaya çalıştık bu zamana kadar ve hem yenilikçi hem de bütüncül bir edebiyat dergisi olmak gayesindeyiz.
“Ekolojik sorunlar edebiyatta bir ölçüye kadar yer buluyor”
Fotoğraf: Ecinnililer/Gökhan Arslan, Çağla Çinili, Tunca Çaylant
Türkiye edebiyatında ekoloji yeterince yer buluyor mu sizce?
Tunca Çaylant: Geçmişten bugüne edebiyatçılarımızın doğaya dönük bir yüzü olmuş, evet. Önceki dönem ürünlerine bakıldığında; Yaşar Kemal romanlarında, Refik Halid Karay öykülerinde doğa hassasiyeti görünür örneğin. Daha günümüze doğru geldiğimizde de Sema Kaygusuz, Elif Sofya, Latife Tekin, Hakan Bıçakcı, Buket Uzuner, Kemal Varol gibi yazar ve şairlerin metinlerinde ekolojik meseleler bir ölçüye kadar işlenmekte ve bu sorunlara dikkat çekilmeye çalışılmaktadır.
Ancak küresel iklim krizinin, nükleer felaketlerin, GDO’lu gıdaların, ekolojik yıkımın, yok olan türlerin, doğanın topyekûn bozulan dengesinin boyutunu ve ülkemiz özelinde Kuzey Ormanları’ndaki ağaç katliamını, Kanal İstanbul ve Akkuyu Nükleer Santrali gibi girişimleri düşününce, ekolojik meselelerin edebiyatımızda kolektif bir bilinçle ve yeteri kadar yer bulduğunu söylemek zor.
Yine de günden güne daha sert, yaşadığımız çağın dehşetini daha çok ortaya koyan, ekolojik problemlerin altını kalınca çizen eserlerin okuyucuyla buluştuğunu düşünüyorum ben kendi adıma ve bu anlamda karamsar değilim. COVID-19 pandemisinin de etkileri muazzam oldu. İçinden geçtiğimiz dönem de yakın gelecekte muhakkak farklı türlerdeki anlatılara arka plan olacak ve ekolojik farkındalığın yükselmesine katkıda bulunacaktır.
“Ekoeleştiri bizde akademi ile sınırlı”
Ekoloji yayıncılığı sadece kuramsal kitaplardan mı oluşuyor yoksa sizce daha edebi metinler de bu bağlamda yer alabilir mi?
Gökhan Arslan: Ekoloji ve ekoeleştiri dünyada olduğu kadar bizde de çok yeni. 70'lerde Batı'da tartışmaya açılan bu kavramlar, bizde ancak 2000'li yıllarla birlikte ve ekolojik felaketlerin artmasıyla gündeme geldi. Ekoeleştirinin şu an için daha çok akademi ile sınırlı olduğunu söyleyebiliriz.
Her ne kadar dilimize kazandırılmamış yüzlerce yapıt olsa da son zamanlarda konuya hem kuramsal açıdan yaklaşan hem de edebiyatın içinden bakan metinler üretiliyor. Tarihin herhangi bir döneminde üretilmiş herhangi bir metne ekolojik okumayla yaklaşmak elbette mümkün. Fakat bu eserlere daha çok klasik doğa yazını üzerinden yaklaşabiliyoruz. Özellikle son 30-40 yılda üretilen metinlere baktığımızda ise çevre sorunlarının, türcülüğün, iklim krizinin ve diğer ekolojik sorunların kitaplarda eskisine nazaran daha fazla yer kapladığını görüyoruz.
Sayısı her geçen gün artan bu çalışmalar kuşkusuz yaşadığımız dünya için çok önemli. Başta Yaşar Kemal, Halikarnas Balıkçısı, Latife Tekin, Oya Baydar, Deniz Gezgin, Ayhan Geçgin, Çiler İlhan, Sema Kaygusuz, Hakan Bıçakcı, Elif Sofya gibi edebiyatçıların ve Serpil Oppermann, Özlem Öğüt Yazıcıoğlu, Sezgin Toska, Ufuk Özdağ, Deniz Gündoğan İbrişim, Fatih Altuğ, Merve Şen ve Ezgi Hamzaçebi gibi akademisyenlerin ürettikleri metinler ekolojik farkındalık yaratma açısından çok kıymetliler.
“Pandemi, ekolojik farkındalığı yükseltmede kaldıraç olabilir”
Ekolojiye edebiyat okurunun ilgisi nasıl sizce? Okurun dikkatini çekiyor mu bu mesele?
Tunca Çaylant: Bu soruya iki önceki soruyla bağlantılı olarak cevap vermek mümkün diyebiliriz. Ekolojik meseleleri konu edinen kitapları bir ekoloji filtresiyle takip eden, arayan, bulan, okuyan bir okur kitlesinin olduğunu söylemek neredeyse imkânsız.
Ancak belli bir popülariteye ulaşmış yazarların kitaplarının ya da belli türlerdeki kitapların (kıyamet anlatıları, distopik romanlar vb.) içerisinde okurlar günden güne daha fazla ekolojik konularla temas ediyorlar. Ben bu gibi temasların günümüz pandemisinin de etkisiyle hızla artacağını ve bu durumun ekolojik farkındalığı yükseltmede kaldıraç görevi göreceğini düşünüyorum.
“Biz olmasak gezegen hızla iyileşirmiş”
Pandemi ile birlikte ekoloji önem kazandı. “Koronavirüs dünyanın savunma mekanizmasının kendisini iyileştirme çabası” da denebilir mi?
Çağla Çinili: Ekoloji pandemi ile beraber kesinlikle daha fazla önem kazandı lakin “koronavirüs dünyanın savunma mekanizmasının kendisini iyileştirme çabasıdır” demekten şahsen çekinirim.Zira böyle bir yorumda bulunmak için elimde yeterli siyasal veri yok. Bir yönüyle, evet, gezegenin yakasına kene gibi yapışmış toksik canlılar olduğumuzu bir kez daha görmüş olduk, 3 ayda kapanması hızlanan ozon deliğini, hızla azalan hava kirliliğini, Boğaz’da dans eden, Venedik Kanalı’nı basan yunusları, penceremin önüne her sabah uğramaya başlayan serçeleri düşününce.
Yani biz olmasak gezegen hızla iyileşebilirmiş onu gördük. Buna rağmen “pandemi gezegenin ürünü” demek ne kadar doğru bilemiyorum.Bu hastalığa dair uyarıları 2019 yılı başında yapan merciler olmuş ve biz bunu yeni fark ediyoruz. Hükümetlerin çoğu duyanı sinirden güldürecek şekilde geç ve tuhaf önlemler aldı, bu yüzden onlarca insan hayatını kaybetti. Kısacası pandeminin doğal yollarla başladığını varsaysak dahi yayılımının doğal olmadığını hayretler içinde izledik.
“Hiçbirimiz mükemmel hayatlar yaşamıyoruz”
Edebiyatın iyileştirici gücünden de söz etmek ister misiniz?
Çağla Çinili: Edebiyatın sağaltan bir yönü olduğu inkâr edilemez. Külliyen sağaltır da diyemeyiz ama dış dünyada ifade edemediğimiz, karşılığını bulamadığımız onlarca şey bilinç dışımızda soyut bir vaziyette yuvarlanıp dururken hem yazmak hem de yazılanı okumak tüm o soyut “şeylere” bir varlık kazandırıyor.
Anlaşılamadığı belki de ifade edilemediği için bizi hasta eden ne varsa bir alfabe ve bir dilin sunduğu imkânlar sayesinde anlam kazanabiliyor. Esasında evet, hastalığımız, içimizdeki o çıkmaz sokak, bir anlam kazanıyor. En temelde, yazma güdümüzün en derininde, anlaşılmak yahut anlam kazanmak için yazmıyor muyuz zaten?
Dışarıda bombalar patlarken, kıtalararası yangınlarda gezegenin en masum ve sevimli canlıları can verirken, darbe girişimleri olurken, çocuğunu doyuramayan ana babalar canlarına kıyarken, artık nefes almaktan bile korkarak maskelere sarılırken tüm bu distopik yaşantıya anlam katacak bir şeyler arıyoruz. Hiçbirimiz mükemmel hayatlar yaşamıyoruz ama gün sonunda mail kutumuza düşen, dergide yayımlanması için gönderilmiş bir şiir göğüs kafesimin içine bahar bastırabiliyor.
‘Şiir bana yalnız değilsin diyor’
O şiir o gün yaşadığım cehennemi anlatıyor çünkü bana yalnız değilsin diyor. Cehaletin zorla popüler kılındığı bir ülkede “kuramsal edebiyat” yazıları istediğimiz değerli yazarlarla sohbet etmek tam olarak çölde vaha.
Bizi seven ve takip eden okuyuculara, ailelerimize ve dostlarımıza “antroposen ne demek yahu” diye sordurabiliyorsak, “Tomris Uyar’ın Elele dergisinde yazdığını bilmiyordum, çok merak ettim neler yazdığını” dedirtebiliyorsak, “Bu şiir Can Yücel’in değilmiş, haberin olsun” diye çevrelerine bilgi vermelerini sağlayabiliyorsak biz zaten sağaltımı başarıyoruz. Bir diğer yönüyle insanın kendi kafasının içinden kaçıp bambaşka diyarlara seyahat edebilmesi hakikaten cezbedici bir fırsat. Edebiyat bu yüzden iyileştirici diyebiliriz.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Gökhan Arslan: Biz hazırlamış olduğumuz bu sayıyla, ekolojiyi ve ekoeleştiriyi akademinin de desteğini alarak bir edebiyat dergisinde tartışmak ve herkese ulaşmak istedik.
Sadece ekolojik sorunların değil, kadın cinayetlerinden çocuk istismarına, işçi ölümlerinden hayvan katliamlarına, ırkçılıktan homofobiye kadar, dünya üzerinde sorun teşkil eden her şeyin edebiyat vasıtasıyla tartışılmasını ve bu konularda farkındalık yaratılmasını istiyoruz. Dileriz, yapmış olduğumuz bu sayı yeterli ilgiyi görür ve başka mecraların da harekete geçmesinde bir aracı olur.
Ecinniler'in son sayısı hakkında Derginin bu sayısında dosya kapsamında Özlem Öğüt Yazıcıoğlu ile yapılan söyleşi ile Ezgi Hamzaçebi, Fatih Altuğ, Deniz Gündoğan İbrişim, Emrah Pelvanoğlu, Hakan Akdoğan, A. Barış Ağır, Irvin Cemil Schick, Fatma Yeşil, Fuat Sevimay, Merve Şen, Kaan Tanyeri ve Ezgi Örnek'in yazıları okunabilir. Dosya konusuyla bağlantılı bir diğer dikkat çekici metin ise Gökhan Arslan, Oğulcan Kütük, Asuman Susam, Çağla Çinili, Şakir Özüdoğru, Emel İrtem, Sevinç Çalhanoğlu, Tunca Çaylant, Cenk Kolçak, Didem Gülçin Erdem, Çayan Okuduci, Nilay Özer, Efe Murad, Emel Kaya, Neslihan Yalman ve Ekin Metin Sozüpek'in birlikte yazdığı ve montajı ve editörlüğü Nilay Özer tarafından yapılan "Kan Al İstanbul" kolektif şiiri. Bu sayının şiirlerinin altında Anıl Cihan, Barış Yıldırım, Çağla Meknuze, Kaan Koç, M. Utku Yeşilöz, Osman Erkan, Perihan Baykal, Şeyda Üzer, Tuba Bozkurt, Yiğit Ergün, Cemed Loma (Zehra Aktaş) ve Ziya Boz'un imzaları var. Gökçenur Ç. Benji Horvath'dan, Umut Yalım da Nagy Hajnal Csilla'dan birer şiir çevirdiler. Cihan Çakan, Eser Kuru, Fatih Kök, Meltem Dağcı, Merve Tarhan ve Şebnem Balevi 3. sayıya öyküleriyle konuk olan isimler. Derginin bu sayısı için Cumali Yardım, Hülya Çelik ve Uğur Deveci de incelemeler kaleme aldılar. |
(EMK)