Eko-anksiyete, çevresel sorunlar ve iklim krizi gibi ekolojik krizlerle ilgili kaygı, korku ve endişe hissi olarak tanımlanıyor. Bu duygu, kişilerin doğa, biyolojik çeşitlilik kaybı, çevre kirliliği, iklim felaketleri gibi tehditlerle ilgili geleceğe dair endişe duyması sonucu açığa çıkıyor.
Eko-anksiyete, genellikle doğanın ve çevrenin geleceği ile ilgili belirsizlikler ve tehditler nedeniyle bireylerde depresyon, kaygı bozuklukları ve stres gibi psikolojik belirtilere yol açabiliyor. Söz konusu kaygı, özellikle gençler ve iklim aktivistleri arasında yaygın.
Kavram, özellikle iklim krizi ve çevresel felaketlerin artan etkisiyle daha geniş bir tartışma alanına girdi. 2000'li yılların sonlarından itibaren, iklim krizi ve doğa tahribatı konularında artan bilimsel araştırmalar, kavramın akademik bir çerçevede tanımlanmasını sağladı. Eko-anksiyetenin literatürde daha belirgin şekilde ele alınması ise özellikle 2017-2018 yıllarında hız kazandı.
“Suçluluk, keder, umutsuzluk”
Altınbaş Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü’nde Araştırma Görevlisi Yunus Kara, eko-anksiyete kavramının tarihçesini ve gelişimini şöyle anlatıyor:
“Anksiyetenin biçimleri ve çeşitleri fazla olduğu için anksiyete kavramı, eko-anksiyetenin tanımlanması noktasında yanıltıcı olabilmektedir. Anksiyete kendini bir duygu olarak gösterebilmekte ve ekolojik duygulanım ile ilgili tutumlar, davranışlar ve ifadeler genellikle anksiyete benzeri tezahürler içermektedir. Ekolojik duygular, eko-anksiyete kavramına aracılık eden ve bu kavramla bağlantıları olan duygulardır. Bu duyguların tanımlanması ve fark edilmesi, eko-anksiyete kavramının daha iyi anlaşılmasını sağlayabilecektir. Ekoloji ile ilgili duyguları şöyle sıralamak mümkün: Suçluluk, keder, travma, umutsuzluk ve öfke.
“Psikoloji Derneği (APA) ve Eko-Amerika, Ruh Sağlığı ve Değişen İklimimiz tarafından yayınlanan raporda belirtilen ve Glenn Albrecht’in ifade ettiği tanımlar sıklıkla kullanılmaktadır. Bu tanımlar eko-anksiyetenin genel bir çerçevesini çizerek, gezegen ekosistemlerinin durumuna karşı geniş çaplı bir tepki olarak görülmektedir. Eko-anksiyeteye dair tanımlar; ‘çevresel felaketin kronik bir korkusu’ , ‘varoluşun ekolojik temellerinin çöküş sürecinde olduğuna dair genelleştirilmiş duygu(lar)’, ‘destek ortamlarıyla ilişkimiz hakkında spesifik olmayan endişe’ biçiminde ifade edilmektedir.
Endişe
“Bu tanımlardan anlaşılacağı üzere anksiyete, korku ve endişeyle yakından ilişkili, ancak yine de farklı bir şey olarak kabul edilmektedir. Standart tanımlarda korkunun daha somut bir tehditle ilişkili olduğu görülürken, anksiyete daha fazla belirsizlik içeren sıkıntılı bir durumdan kaynaklanmaktadır. İlgili tanımlardan hareketle, eko-anksiyeteyi, dünyanın ve içinde yaşayan tüm canlıların geleceğinden emin olamama ve iklim krizine bağlı olarak yaşanabilecek ekolojik felaketlerden endişe duyma durumu şeklinde tanımlamak mümkündür.
“Eko-anksiyetenin sonuçları, sosyo-kültürel faktörler, güç dinamikleri ve çevresel adalet sorunları tarafından çeşitli boyutlarda şekillenmektedir. COVID-19 pandemisi, iklim krizi ve gelecekteki gerçekleşebilecek diğer krizler, eko-anksiyetenin daha fazla görülmesine ve farklı anksiyete biçimleriyle iç içe geçmesine neden olabilir. İklim krizi de dahil olmak üzere ekolojik krizler, anksiyetenin klasik bileşenleri olan belirsizlik, öngörülemezlik ve kontrol edilemezlik duygularına neden olabilmektedir.”
“Mücadele etmek önemli”
Türetim Ekonomisi Derneği ve Change.org İklim Projesi’nden Nil Ormanlı ise zaman zaman kendisinin de yaşadığı eko-anksiyeteyi şöyle anlatıyor:
“İnsanların geleceğiyle ilgili duydukları endişe, eko-anksiyeteyi yansıtıyor. Dünyanın sonunun geldiği hissi kişilerde büyük bir çaresizlik yaratıyor. Büyük felaketler, orman yangınları veya diğer afetlerde bu anksiyete, insanları daha çok ele geçiriyor. Bence herkes bu kaygıyı bir ölçüde yaşıyor; ancak bu duyguyla mücadele edebilmek önemli. Söz konusu anksiyeteti ben de zaman zaman yaşıyorum ama işim gereği bunu bastırmaya çalışıyorum. Bu anlarda aklıma, ‘Bireysel olarak ne yapabilirim?’ sorusu geliyor.
“Hepimiz aynı anda bir şey yapamıyor olabiliriz; ama bir araya gelirsek çok şey yapabiliriz. Bu nedenle yaptığım hiçbir şeyi küçümsemiyorum. Çünkü bu küçük adımlar birleşerek büyük bir değişim yaratabilir. Evde oturup üzülmekle olmuyor; kime ulaşabiliyorsak taleplerimizi iletmemiz gerekiyor. O yüzden ben, daha çok olumlu haberlerle ilgilenmeye çalışıyorum. Ne yazık ki, genellikle olumsuz haberler önümüze çıkıyor; ancak bu dönemde elde edilen kazanımlar da var. Bunu insanlara da anlatmaya çalışıyorum.
“Örneğin Avdan köyünde tarım alanlarını kömür madenciliğine açan Cumhurbaşkanlığı'nın ‘Acele Kamulaştırma Kararı’nın iptali beni çok motive etti. Çanakkale’deki bir termik santralin iptali de önemliydi. Bir diğer örnek ise Türkiye’nin, dünya denizleri ve okyanuslarının korunmasında yeni bir devir açması beklenen Birleşmiş Milletler (BM) Açık Denizler Sözleşmesi’ni imzalamasıydı. Bu gibi örnekler, eko-anksiyetemi bastırmama yardımcı oluyor.”
Başa çıkma yöntemleri
Eko-anksiyete ile başa çıkmak için çeşitli yöntemler bulunuyor. İklim krizi gibi büyük ve karmaşık sorunlarla ilgili kaygı duymak doğal olsa da, bu duyguları bastırmak yerine farkındalıkla kabul etmek daha sağlıklı bir yaklaşım olabilir. Aynı zamanda, çevresel sorunlarla ilgili bilgi edinmek, endişelerin kaynağını anlamamızı sağlar.
Bu kaygılarla başa çıkabilmek için şunlara özen gösterilebilir:
- İklim krizi, çevresel felaketlerle ilgili bilgi alınan haber kaynaklarının güvenilir olmasına özen göstermek. Bilgi kirliliğinden olabildiğince kaçınmak.
- Sosyal medyada çevre felaketi senaryoları paylaşan hesapları takipten çıkarmak.
- Yaşanan çevresel felaketler hakkında beliren düşünce ve duyguların farkında olmak, onlara alan açmak.
- İklim krizi konusunda benzer duygular hisseden kişilerle bağlantı kurmak, duygu ve düşünceleri paylaşmak, sosyal bir destek almak.
- Beliren endişeden yola çıkarak bir eyleme geçmek. İklim krizinin önüne geçmek için küçük de olsa bireysel adımlar atmak. (TY)
Bu haber, Oslo Metropolitan Üniversitesi Gazetecilik ve Uluslararası Medya Merkezi (OsloMet-JMIC) finansal desteği ile üretilmiştir. Haberin içeriğinden yalnızca IPS İletişim Vakfı/bianet sorumludur ve hiçbir şekilde OsloMet-JMIC’in görüşlerini yansıtmamaktadır.