Yasak döşeklere ömrüm serilir
Ali derim dünya döner dilimde
Usul yaklaş çocuk kalbim kırılır
Çocuk uyur er uyanır koynumda
Duyulsun ki ibret olsun aşkımız
Eğretiyim bana yer yok düğünümde
Kırk düğüne bedel bir günahımız
Sezen Aksunun buruk bir sesle söylediği ve bestesi de kendisine ait olan Eğreti Gelin filminin müziği Emek Sinemasından, Beyoğlu sokaklarına taşıyor. Yaşak aşkın kahramanı Kostak Eminenin yüreğinden geçeni, Barış Pirhasanın söze döktüğü şarkı, salona giren seyirciyi bir melodramla karşı karşıya bırakacakmış havasını estirse de, filmin ortalarına doğru gala seyircisinden kıkırdamalar gelmeye başlıyor.
Evcilik mi, evlilik mi?
Kasabanın yeni cumhuriyetin önde gelen eşrafından, biri siyasi, diğeri de ticari geleceği parlak aileleri, evlilik çağına gelmiş kızla oğlanı evlendirmeye karar verirler. Liseyi bitirip, Ahilik törelerine göre peştamal kuşanıp, dokumacılık yapan babasının yerine geçecek olan Ali (Onur Ünsal), sözlüsü Neşe (Eylem Yıldız) ile evlenecektir. Oysa, oğlan on yedisinde, aklı bir karış havada ortaokul öğrencisidir. Kukladan oyuncaklarıyla oynamaktadır. Kızsa, ergenliğe yeni girmekte, cinselliğini keşfetme yolunda bir taze.
Anne İffet hanım (Müjde Ar), bohçacı Çenetoyla (Füsun Demirel) konuşarak oğlanın sorununa çözümünü bulur. Eve Eğreti Gelin gelecektir. Zaten dokumacı Belediye Başkanı babanın da (Fikret Hakan) eğreti gelini olmamış mıdır? 17 yaşındaki Ali ile çok farklı şeyler amaçlayan 35 yaşındaki Emine (Nurgül Yeşilçay) bir araya geldiğindeyse, olan olur, ailelerin kurduğu iğreti düzen bozulur.
Aşkın gözyaşları nerede?
Sonrası mı? Gelin gelir ve film başlar. Biraz döneme ait motifler, biraz islamiyetle ilgili öğreti, biraz komedi ve tutkulu bir aşk... Eee aşkın olduğu yerde tutku, tutkunun peşi sırada kan ve gözyaşı akmaz mı? Ancak gözyaşı yok. Atıf Yılmaz zaten aşkı, mutlu aşkları seven bir yönetmendir. Gözyaşı akıttırmayı sevmez seyircisine. Gelin görün ki, bol ışıkla bezenmiş görüntülerin, aşkın tutkulu atmosferini yaratmaktan çok uzak olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Atıf Yılmaz, Eğreti Gelin filminin senaryosunu yazarken, yasak bir aşkı anlatmayı hedeflediğini söylemiş olsa da, geçmişin bugüne yansıması, komik unsurları barındırıyor. Kostak Eminenin, eğreti gelin olarak gittiği Aliye, Kurandan yaptığı alıntılardaki, kadın erkek ilişkisi üzerine olan köhneleşmiş düşünceler, seyirciyi ister istemez güldürüyor.
Atmosfer eksikliği
1935in kasabasında, elektrik ne gezer. Ancak görüntü yönetmeni Kenan Ormanlar öyle bol ışık kullanmış ki, filmin olması gereken romantik atmosferi yaratılamamış. Senaryosunu özenle yazan ve ustalığını oya gibi işleyen Atıf Yılmazın ise tek handikapı, bir dolu badire atlattığı filmin montajında, bazı sahneleri kıyıp atamaması. Oysa, Alinin babasının silahını aldığı atelyedeki sahne ya da Belediye Başkanı olan baba Talat beyin (Fikret Hakan), bunu dünürüne söylediği sahnelerden birine kıyılmış olsaydı, filmin temposu ve seyircinin tansiyonu yükseltilebilirdi. Kostak Eminenin belediye başkanına emrivakiyle götürüldüğü, belalısının izlediği sahnede keza uzun.
Metin Akpınarın oyunculuğu sanıyorum Atıf hocayı bir ikilemde bırakmış Doğu ile Batı arasında sıkışmışlığın anlatıldığı, Çadır Tiyatrosundaki uzun ve yinelemeli Karagöz-Hacivat benzeri gösteri, gerici ve ilericiler arasındaki, günümüzde de süren mücadeleye bir gönderme olsa da, tadında bırakıldığında çok etkili olabilecek sahneler. Ancak Atıf beyin duygusallığı ağır basmış.
Oyunculuklara diyecek yok
Metin Akpınardan söz edince, oyunculuklara da bakmanın yeri gelmiş demektir. Asmalı Konak dizisinden sonra, dizinin filmiyle sinemaya geçiş yapan Nurgül Yeşilçay, oyunculuğa hayli ısınmış. Kendisini oldukça geliştirmiş olan genç oyuncunun, o güzelim yeşil gözlerini kullanmayı bilmemesi ve o gözlerde ışık görememek beni oldum olası hep rahatsız etmiştir.
Güzel göz kadar, bakmayı bilen gözün önemini anladığında Yeşilçay, bu eksikliğine de giderecek ve oyunculuğuna ruh katacaktır. Yine de Kostak Emine karakterinde olması gereken bezginlik, umutsuzluk ve gelecek korkusu, Nurgül Yeşilçayın gözlerini ilk kez anlamlı kılmış ve oyunculuğundaki çıtayı yükseltmiş.
İlk sinema deneyiminde Ali karakteriyle inanılmaz bir oyunculuk sergileyen Onur Ünsala ise Yolun açık olsundan başka ne denilebilir ki? Kaynana İffet rolündeki Müjde Ar ve Çeneto rolündeki Füsun Demirel ise oyunculuklarıın doruğunda iki isim. Öylesine alışveriş içindeler ki, karakterler adeta yaşıyor. Bu da sanırım Atıf Yılmazla yıllara dayanan birlikteliğin sonucu. Şevket Çoruha, Hep aynı oynuyor eleştirisi getirilirdi genelde ve bu düşünceye katılmamak elde değildi. Eğreti Gelinin belalısı Hasan rolünde bu kez, oyunculuğundaki tek düzeliği kırmış görünüyor. Gözleriyle konuştuğu, beğenilmeyen final sahnesi, belki de Şevket Çoruh için kabul edilebilir. Fikret Hakanı da anmadan geçemem. Usta oyuncu, Belediye Başkanı Talat bey rolünde, bir süredir sıkıldığını bildiğimiz, dizi oyunculuğundan sonra, ilk kez tadı damağımızda kalan bir oyunculuk sergiliyor.
Final zayıf
Kostak Emine ve Alinin çadır tiyatrosuyla kaçmaya karar verdiği istasyondaki final sahnesi beklentileri boşa çıkarıyor. Atıf Yılmazın çekim öncesi yazdığı üç ayrı finalden biri olan aşkın kazanması gala seyircisini memnun etmiyor. Kan ve gözyaşı görmeyen izleyicinin uğradığı hayal kırıklığı bir yana, benim hayal kırıklığım aşktan yana.
Mutlu sonla bitecek olan bir yasak aşk söz konusuysa, Atıf hocanın Kostak Emineyi, hapisten çıkmış belalısı Hasan (Şevket Çoruh)la samanlıkta halvet ettirmemesi gerekmez miydi? Aşk, imkansızlıklar manzumesiyse ve dünyanın en tatlı mutluluğuyla, en derin acısından oluşuyorsa, göz göre göre, aşkı zedeleyen bu sahneye ne buyrulur? Benim beklentim, lekelenen(!) böylesi bir aşktan sonra, finalde kan ve göz yaşı akmasından yanaydı. Ne demişler, Göz yaşarmayınca gönül yeşermez...
Son söz
Sanmayın ki söylenmiş bunca kelam Eğreti Gelinin kötü bir film olduğuna ilişkin. Mekan düzenlemelerinden oyunculuklara kadar usta işi bir yapım olan filmde, uzunluğu ve görüntülerdeki ışık dışında aksayan yan yok. Bol ışık kullanmasının yarattığı atmosfer eksikliğiyse, dizi alışkanlığı olan seyirciyi hiç rahatsız edecek gibi değil.
Atıf Yılmaz, tüm zorluklara karşın -benim bildiğim, belki bir gün anılarında kendisinin yazacağı- bir gala seyircisinin ifade ettiği gibi naif bir film çekmiş:Eğreti Gelin. (AD/BA)