1930'lu yıllardır. Yeni Türkiye Cumhuriyeti ilan edilmiş, Atatürk "muasır medeniyet" diyerek kültür devrimine girişmiş, yeni devletin imajının en belirgin makyajını 23 Ağustos 1925'te Kastamonu'da "şapka"yı işaret ederek yapmıştır.
Eski alışkanlıklardan kurtulmak o kadar kolay değildir. Belediye Başkanı Talat beyin evinde de, son demlerini yaşamakta olan bir gelenek, törensel bir havada günlük yaşama bu alışkanlıkların bir sonucu olarak sızmaktadır: "Eğreti Gelin"lik.
"İsimsiz kadınlar"
Atıf Yılmaz'ın, bugünlerde Kastamonu'da çekimlerine başlayacağı film ; işte böylesi bir geçiş ve yenileniş döneminin eskiye dair gelenekte filizlenen bir aşk öyküsünü anlatılıyor.
Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde bir tek Ege Bölgesinde, Denizli de yaşandığı iddia edilen "Eğreti Gelin" geleneği üzerine, Şükran Kozalı'nın yazdığı "İsimsiz Kadınlar" kitabındaki bir öyküden yola çıkan Atıf Yılmaz, Gül Dirican'la birlikte yazdığı senaryosunda, geçiş döneminin siyasi atmosferini yansıtmak niyetinde.
Yönetmenin korkusu
İlk kez 1951'de "Kanlı Feryat" filmiyle sinemaya giren Atıf Yılmaz, 80'nine merdiven dayamasına, yarım asıra yaklaşan sinemacılığına karşın hala heyecanını koruyor. İki toplantı arasında yaptığımız sohbetlerde, "Korkuyorum" diyor. Tıpkı Ömer Kavur gibi.
Bu korku bildiğiniz korkulardan değil. Başaramamaktan kaynaklanan hele hiç değil. Heyecanı hala korumakta olmanın, yeni bir dünya kurmanın, kişisel dünyanıza aldığınız bu yeni karakterlerle kuracağınız ilişkinin, beklentinin heyecanıyla ilgili.
Sevgilisiyle ilk kez buluşacak bir erkek ya da kadının duyduğu heyecanla karışık bir korku Atıf Yılmaz'ın hissettikleri. Onların, (Atıf Yılmaz ve Ömer Kavur tarzı yönetmenlerin) her dem taze kalan, tazelenen tek sevgilileri sinema. Onlar sete çıkarken, kamera arkasına geçerken, delikanlı heyecanıyla karışık korkuları yaşarlar.
Bir Atıf Yılmaz filmi
Atıf Yılmaz, Türkiye'de feminist söylemde film çeken, kadın sorunlarına eğilen bir yönetmen. Son filmi "Eylül Fırtınası"nı 1999 yılında çeken usta yönetmen Atıf Yılmaz, yeniden bir kadın öyküsü olan "Eğreti Gelin"le kamera arkasına geçiyor.
İki yıldır üzerinde çalıştığı bu senaryonun heyecanlandırdığı Atıf Yılmaz, "Bu öyküyü sinemalaştırmak benim için vazgeçilmiş bir uğraş oldu" diyor.
Gerçekte bir senaryo üzerinde iki yıl çalışmak uzun bir süre değildir. Bilen bilir. Atıf Yılmaz'a uzun gelen, yazım süreci değil, sete çıkma isteğinin dayanılmaz ağırlığı.
"Bu öykünün beni heyecanlandırmasının ve sinemalaştırma isteğimin bir çok nedeni var. Bunlardan biri Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarında, yani doğululuktan batılılığa geçiş sürecinde geçmesidir. Kılık kıyafet devrimi yapılmış, Arap harfleri yerini Latin harflerine bırakmış; dini ağırlıklı bir eğitim yerini çağdaş bir eğitime bırakmıştır. "
Kültür devrimi'nden AB kriterlerine
1930'lu yıllarda geçiyor "Eğreti Gelin"in öyküsü. Kültür Devrimi ertesidir. Yeni kurulan bir devletin imajı o gün nasıl "muasır medeniyet" üzerine oturtulmaya çalışılıyorsa, bugün de AB kriterleri doğrultusunda atılan adımlar vardır.
Atıf Yılmaz, dünün ve bugünün benzerliklerinin altını çizerken, böylesi bir öykünün eksenini yasak bir aşka, fantastik bir öyküye yaslıyor.
İkinci bir nedense doğu-batı çekişmesinin geri planında yaşanan ilginç ve yasak bir aşkı anlatmasıdır. Son nedenimse, öykünün şiirsel, yöresel özellikler taşıması, fantastik boyutu olan farklı bir dünya kurma olanağı vermesidir."
Gerçek "eğreti gelin"
Şükran Kozalı, yaşanmış bir öyküden yola çıkıyor. Kendi ailesinde, dayısının başından geçen bir olayı, mezarlık ziyareti sırasında annesinden öğrendiğini söylüyor.
Dayı öleli çok olmuştur. Müslümanlıkta gelenek olduğu üzere bir bayram arifesinde yapılan mezarlık ziyaretinde, dayının mezarı başındaki yabancı kadın dikkatlerini çeker. Anne, yıllar öncesinden çıkıp gelen bu hayalet kadını tanır: "Emine," der.
Anne-kız bekler. Emine, sevgiyle mezarın üstündeki otları ayıklar, mırıl mırıl konuşur. Yüzünde yılların izi, gözlerindeyse yitirilmiş gençlik aşkının hüznüyle sessiz sedasız mezarlıktan ayrılan Emine'nin öyküsü, önce Şükran Kozalı'ya, ardından da Atıf Yılmaz'a esin kaynağı olur.
Eğreti ve yasak aşk
Kozalı'nın ifadesine göre bir tek Denizli'de yaşanan bu gelenek; zengin ailelerin, ergen oğullarını, kadın bedeniyle tanıştırdıkları, evliliğe hazırladıkları bir süreç. Filmin öyküsü ayrı. Gerçekte ise Emine'nin öyküsü mezarlığa kadar uzanan acılı, yasak bir aşktır.
Yazar'ın dayısına getirilen "Eğreti Gelin" Emine'dir. Denizli'nin meşhur gelinlerindendir. Hali vakti yerinde her aile Emine gibi bir "Eğreti Gelin" almak dileğindedir.
Zira Emine, gittiği evin ergeni kadar, evin hanımına da yol yordam öğretmektedir. Evin bir kızı, gerçek bir gelini gibi iş görmekte, tembellik etmemektedir.
Ancak son "Eğreti Gelin"liğinde gönül ferman dinlemez. Evin ergenine aşık olan Emine, ailenin karşı çıkması üzerine sokağa atılır. Bu olaydan sonra kimse onu "Eğreti Gelin" olarak istemez olur.
"Eğreti Gelin"i olduğu eski bir erkeği tarafından ölünceye kadar bakılan Emine, bu aşkını hiç unutmaz ve yaşadığı sürece mezarını hep ziyaret eder. İşte dayısının mezarı başında gördüğü Emine'nin bu öyküsü "Eğreti Gelin" filminin senaryosuna konu olur.
"Eğreti Gelin" koşulları
Eğreti Gelin"liğin yazıya dökülmemiş, sözlü koşulları vardır:
Bir kere istendiğinde gidecektir. Direnmeyecektir. Ancak bu süre ailenin kararıyla uzun ya da kısa olacaktır. (ama kendisi gitmek isteyemez)
Aşık olmayacak, gebe kalmayacaktır.
"Eğreti Gelin", kasabada bohçacılık- aracılık yapan bir kadın aracılığıyla bulunup, koşullarda anlaşılınca ergen oğlun evinde hazırlanan bir odaya yerleşir.
"Gelinliğin gelip geçici" olsun dileğiyle oğlan evine yerleşen "Eğreti Gelin" ailenin bir ferdidir artık. Saygı ve sevgi görür.
Eğreti Gelin"liğin de kendince bir raconu, ahlakı vardır.Eğer bir evde iki ergen oğul varsa, iki ayrı "Eğreti Gelin" zorunludur.Hiç bir eğreti gelin, kendi ergeni dışındaki bir oğlanı ayartamaz.
Son "Eğreti Gelin"ler
Yazar Şükran Kozalı, annesinden duyduğu Eğreti Gelin Emine'nin öyküsünü, film çekilmeden bağımsız bir kitap, roman halinde yazar. Bu yeni romanda bir tek Emine'nin öyküsü yoktur. Artık bitmiş tükenmiş bir geleneğin son temsilcileri; Yörük Güzeli Gülnaz, Yenihisarlı Gül Hüsniye, Ladik kız ve bohçacı Çeneto'nun da öyküleri anlatılır.
Kuşkusuz başka eğreti gelinler de vardır. Ancak şöhret olan, isimleri dilden dile dolaşan kitapta adı geçen her eğreti gelinin farklı bir özelliği vardır. Bu isimlerden kimi "Eğreti Gelin" gittikleri eve ihanet edince kötü yola düşmüştür, kimiyse yıllar sonra gelini oldukları erkeklerin bakımı altına girmiştir.
Dünden bugüne değişmeyen şey, kadın bedeninin hala cinsel bir meta olarak görülmesi ve kullanılmasıdır. (AD/EK)