Madde 9: (...) Ortaokul ve liselerde, Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamberimizin hayatı, isteğe bağlı seçmeli ders olarak okutulur. Bu okullarda okutulacak diğer seçmeli dersler ile imam-hatip ortaokulları ve diğer ortaokullar için oluşturulacak program seçenekleri Bakanlıkça belirlenir.
Türkiye günlerdir İlköğretim ve Eğitim Kanunu'nun bu dokuzuncu maddesini tartışıyor.
Ama ne kadar tartışılsa da, kanunlaşma aşamasında yeterince -hatta hiç- tartışılmayan İlköğretim ve Eğitim Kanunu bir türlü açıklığa kavuşamıyor.
Açık Radyo'da zaman zaman eğitim programları da yapan siyasi analist ve ekonomist Ali Bilge bianet'e, kimseyi hiç ilgilendirmeyen bir konuymuş gibi bir tavırla "oldu, bitti" denilen reformun ne anlama geldiğini anlattı.
Devletin seçimlerinden oluşan seçmeli dersler
Durum şu:
Zorunlu din eğitimi dersi duruyor.
Bunun yanına bir de seçmeli olarak "okulun içinde abdest almak" gibi ritüeller gerektiren Kur'an-ı Kerim dersi koyuluyor.
Alevilere, Musevilere, Hıristiyanlara, Ateistlere ve diğerlerine de bu dersleri "seçmemek" kalıyor.
Muhammed Peygamber'in hayatını öğrenmek isteyenler için devlet kapıları açıyor. Ancak İsa Peygamber ya da Musa Peygamber için dersimiz "henüz yok."
Dinler felsefesi ya da tarihi de, devletin seçimlerinden oluşan "seçmeliler" arasında sayılmıyor.
Yani Türkiye, yine son derece laik (Türkiye tipi laik) bir durumla karşı karşıya. Özgürleşmesi gereken bir din, giderek daha çok devlet kontrolü altına alınıyor.
Laikliğe yeni bir halka mı?
Ali Bilge, eğitimde yapılan değişiklikleri şöyle yorumladı:
"Türkiye'deki laiklik tipi, 'Türkiye tipi laiklik' olarak adlandırılır. Din devlet tarafından kontrol edilir, düzenlenir. Örneğin Fransa'da Diyanet İşleri Başkanlığı yoktur. Dinin özgürleşmesi, devletten ayrılması gerekirken şimdi problemli laikliğe yeni bir halka daha ekleniyor.
Ne diyordu Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)? 'Ben devlet partisi değilim.' Ama bir devlet partisi olarak bu kanunu çıkardı. Dini, devlete daha çok bağladı. Hem de Diyanet İşleri üzerinden bile değil, Eğitim Bakanlığı üzerinden.
Bu değişikle, otoriter laikliğin izleri silinmeyecek. Zorunlu din dersi 12 Eylül'le geldi. Şimdi eğitimi 12 Eylül'süzleştirmeyecek; eğitimi yalnızca 28 Şubat'sızlaştıracak.
Din eğitiminin liberalleşmesi için başka bir noktadan tartışmak gerekirdi. AKP bunu yapmadı. Bugün yapılan 1924 Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve 12 eylül mantığının bir çıktısıdır.
Yani ne demektir?
'Ben bu işe devletin içerisinden bakıyorum' demektir.
Alevi dersleri niye konulmadı?
Muhalefetin durumu da farklı değil. Cumhuriyet ve Halk Partisi'nin (CHP) başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Alevi. Ama 'Alevi dersleri niye konulmadı?' diyemedi. Çünkü o da devlet içerisinden, 'devlet gibi' bakıyor.
Eğitim reformu çok ciddi bir konu ve içeriği kadar AKP'nin getiriş biçimi, takdimi de son derece başarısızdı. Bu değişikten etkilenecek kamuoyuna yeterince bilgi verilmedi.
Önce Anayasa yapılmalıydı
Sıralama olarak da hatalıydı. Türkiye'de sivil anayasa gündemde.Yeni Anayasa yapmanın iki temel başlığı var. Bir tanesi Kürt sorununun başını çektiği etnik mesele, diğeri din, devlet ve toplum ilişkileriyle ilgili sorunlar.
Sivil bir anayasa yapacaksak böyle bir reform yapmadan önce bizim anayasayı yapmamız gerekiyordu. Çünkü düzenleme temel alınacak yasaya göre yapılır. Kaynağını oradan alarak diğer yasalara geçilir.
Oysa şu durumda yapılanlar yalnızca liderin aklı, duyguları ve çevresiyle yapılıyor. Ne partinin geneli, ne Bakanlar Kurulu, ne meclis gurubu, ne muhalefet dahil olabiliyor. Bu eğitim reformu ne partinin genel merkeziyle, ne ilgili organlarla, ne bakanlar kuruluyla yeterince tartışıldı.
Gerekli ön hazırlık yapılmadan sürpriz bir şekilde yapıldı. Açık Radyo'da yapılan programlarda eğitim dosyalarını açıyoruz. Bu yüzden eğitim programındaki bütün dökümanlara baktım. Ne Eğitim Bakanlığı'nın raporunda, ne bütçede, ne de Dünya Bankası'yla bakanlığın çalışmasında 2012 reformuna dair bir bilgi, çalışma vardı.
Din, nasıl özgürleşir?
Milyonlarca kişiyi ilgilendiren bir düzenlemenin kamuoyunda tatmin edici, saygın bir tartışmayla yapılması gerekirdi ama sanki kaldırımlara taş döşeniyormuşçasına tartışılmadan yapıldı. Bu derslerin kimler tarafından ve nasıl bir müfredatla birlikte verileceği konusunda da ciddi bir belirsizlik var.
Dinin özgürleşmesi, dinin devlet dışına çıkmasıyla mümkün olabilir; din eğitiminin de devletin dışında olması gerekir. Dine devlet içinden yaklaşmak Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan bir süreçti. Bu anlamda bir çelişki söz konusu. AKP kitlesi de bu durumdan tatmin olmayacaktır." (IC)