örtülü kadınlara getirilen kısıtlamaların esasen, genel olarak kadınlara yönelik kısıtlamaların bir parçası olduğunu, islamcılığın gelişmesini engellemek falan bir yana, tam aksine islamcılara siyaset yapabilecekleri bir tema sağlayarak örgütlenmelerini güçlendirdiğini düşünüyorum. ancak türkiye'de kadınların birincil sorunu örtünmeyle ilgili kısıtlamalar değil, kadınlara yönelik erkek şiddeti.
ama bu tür bir gündem, her şeyi varolan siyaset çerçevesinde düşünmeye alışık olanların ilgisini çekmiyor, türban yasağıyla ilgili partiler arası çekişmeler, mgk'yla itişmeler (bence de itişilmesi gereken bir kurumdur ama o ayrı bir konu) falan varken, insan kendisinin de bir parçası olduğu erkekler topluluğunu suçlayacak şeylerle uğraşmak ister mi, memleket yönetimi gibi ulvi bir işe müdahale etmek varken aile içi sorunlar addedilen bir konuyla meşgul olabilir mi hiç?
bu tavrı anlayışla karşılıyor ama yine de hatırlatmak istiyorum; türban yasağı yüzünden üniversiteyi bırakmak zorunda kalan, mesleğini yapamayan kadınların sayısından daha fazla sayıda kadın erkeklerin şiddetine maruz kalıyor; öldürülüyor, yaralanıyor, dayak yiyor, tacize ve tecavüze uğruyor. başından bu tür bir şey geçmemiş bir tane bile kadın yok.
öte yandan yine azımsanmayacak sayıda kadın aile ve çevre baskısı yüzünden örtünmek zorunda kalıyor, bunların sayısının türban mağdurlarından az ya da çok olup olmadığını da bilemiyoruz.
öte yandan, daha önce de defalarca yazdığım bir şeyi tekrar etmek istiyorum; örtünmek bir hak ve tercihtir. ama bir özgürlük olduğunu söylemek, ne siyasi, ne felsefi anlamda mümkün değil, cinsiyet ayrımını güçlendirdiğini, erkeklerin kadınlar üzerindeki denetimini ifade ettiğini görmemek de zor.
türban yasağının kaldırılmasının birkaç başka taleple desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. bunlardan birincisi çok geniş bir kadın kesimini ilgilendirmekte. bu da imam nikâhının resmen kabul edilmesidir. böylece erkeklerin istedikleri kadar kadınla, imam nikahıyla evlenmeleri ve imam nikahıyla evli kadınların yasal haklarından mahrum olmaları engellenecektir.
bir başka talep imam-hatip liselerinin meslek lisesi statüsünde olmaları, kadınlar imam olamadığına göre bu okullara sadece erkeklerin alınması ve böylece çok daha az sayıda öğrenciye eğitim verecekleri için sayılarının azaltılmasıdır. nasıl ki, "ben hemşirelik yapmayı düşünmüyorum, zaten mümkün de değil ama hasta bakımını öğrenmek istiyorum," dese bile, bir erkek öğrenci hemşirelik okullarına alınmamaktaysa imam hatip okullarına kız öğrenci alınmamalı.
şu haliyle imam hatip liseleri gayri resmi dini eğitim kurumu işlevi görüyor. belki tam olarak ifade edememişimdir diye vurgulamak istiyorum, din eğitimiyle dini eğitim farklı; din eğitimi ilahiyat fakültelerinde -ve yine gayri resmi bir biçimde kuran kursları vb. kurumlarda- veriliyor. ama temel eğitim tâbir edebileceğimiz ilköğrenim ve lise eğitimi laik olmalı. din eğitimi de ibadethanelerde verilmeli; zaten imamlar da devlet memuru değil mi? (gerçi müslüman ve sünni olmayan vatandaşların, vergileriyle imamların maaşlarını ödemeleri de ayrı bir konu...)
ayrıca, kız öğrencilerin eğitimden daha fazla faydalanmaları için önlemler alınmalı. üniversiteye giriş sınavlarında kız öğrencilere öncelik tanınmalı, her düzey öğrenimde, sadece kızların yararlanacağı burs programları hazırlanmalı, böylece kadınları eğitimden mahrum bırakan toplumsal kurallar, gelenekler ve adetler kompanse edilmeli.
benzer önlemler işe alınma konusunda da konulmalı. şimdi biliyorsunuz, tam aksi söz konusu, örneğin geçtiğimiz günlerde dsi genel müdürü veysel eroğlu'nun dsi bünyesinde görevlendirilecek inşaat mühendislerinin niçin erkek olması gerektiği konusunda yaptığı açıklama basında yer aldı. her işyerinde belirli miktarda kadın istihdam edilmesi zorunluluğu olmalı, benzer bir uygulama bedensel engelliler ve hükümlüler için var. (hatta geçtiğimiz günlerde pop star programının yapımcısı fatih aksoy, geçmişte cinayet işlemiş olan bayhan gürhan'ı savunmak amacıyla bu uygulamayı hatırlattı. sanırım, bayhan'ı da dmc bünyesinde hükümlü kotasından istihdam etmeyi planlıyorlar!)
istihdamda kadınlara öncelik tanınması, ücretli çalışmaları konusunda karşılarına çıkartılan binbir engele rağmen, çok az da olsa önlerini açacaktır. bütün bunları savunmayanlar, türban yasağına karşı çıkarken kadınların kamusal alanda yer almalarını savunduklarını iddia ettiklerinde, çok özür diliyorum, samimiyetlerine inanamıyorum. savundukları yanlıştır demiyorum. ama zaten bazen, üzüm yemek maksadıyla girilmemiş bağlarda dövülen bağcılar, dayağı başka sebeplerle hak etmiş olurlar. bağcı dayak yemeyi hak etmiştir, dövenin de ellerine sağlık, ama o kadar.
nikâh meselesi üzerine
tkp'nin yayın organı olan komünist dergisi, geçtiğimiz günlerde zina tartışmasını ele almış. ele alıyorlar demem lafın gelişi. zina yasağı ya da zina kavramıyla ilgili görüşlerini öğrenemiyoruz tkp'lilerin bu sayıda. daha ziyade, akp'nin ab'ye üye olmak uğruna nasıl zina konusundaki hassasiyetlerinden vazgeçtiği, kısacası nasıl ikiyüzlü olduğuna ilişkin değerlendirmeler var. Bir de islamcı basının bu konuda yazıp çizdikleri.
o arada yeni şafak yazarı ahmet taşdelen'den yaptıkları bir alıntıda benim adıma rastlamışlar. Bundan haberim tabii ki yoktu, meğer ahmet taşdelen benim gazetem.net'te çıkan bir yazımdan alıntı yapmış.
komünistçiler söylediklerimi eleştirmeye bile gerek görmemişler; "feministin düşkünü böyle üşür kış günü" diye afili ve kafiyeli bir başlık atıp beni "teşhir etmişler". söz konusu yazı aşağıda. tkp'lilerin bana ithaf ettikleri kutu da... ben en son bölümü tam olarak anlamadım ama bu vesileyle birkaç şey söylemek istiyorum.
birincisi, bütün insanlığı kurtarma iddiasındaki bir partinin, zina konusunda görüşünün olmaması, olmaz. ikincisi, sol bir parti zina konusundaki bütün bu yaygaranın biraz da kısa bir süre önce ortaya çıkan yolsuzlukları unutturmaya yönelik olduğuna değinir. neyse. ben asıl şu imam nikâhının resmileştirilmesi meselesine değinmek istiyorum.
ahmet taşgetiren haklı. "halkımız", bir kadını bir erkeğin emrine veren her türden düzenlemeyi, her türden nikâhı meşru görüyor. bu nikâhın, kadına bu hizmetleri karşılığında belirli haklar sağlayan resmi nikâh olmaması "halkımız"ı fazla ilgilendirmiyor. benim de ilgimi işin bu yanı çekiyor.
ahmet taşgetiren'in yanlış bildiği ya da bilerek çarpıttığı bir husus var. babanın, çocuğun kendisinin olduğunu kabul etmesi halinde evlilik dışı dünyaya gelen çocukların nüfusa kaydedilmeleriyle ilgili bir sorun yok. nüfus kağıdınıza bakın, anne ve babanızın evli olduğuna ilişkin bir ibare var mı, yok. bir nüfus kağıdının sahibinin anne ve babasının evli olup olmadığını sırf nüfus kağıdına bakarak anlamak mümkün değil. bir erkek, noterden bir kağıt getirmek suretiyle evli olmadığı bir kadının doğurduğu çocuğa kendi soyadını verebiliyor. baba hanesine de tabiatıyla onun adı yazılıyor. bir çocuğun babalığını üstlenen bir erkek yoksa, çocuğa annenin soyadı veriliyor ve baba adı hanesine annenin bildirdiği ad yazılıyor. çünkü mesele baba adında değil, mirasta. yani imam nikâhı altında doğan nesebi belirsiz addedilen çocuklar falan yok. en azından uzun bir süredir, mesela 15 yıl.
evlilik, bir kadını bir erkeğin emrine veren kurumdur. başka da bir şey değildir ve evliliğin iyisinin kötüsünün olmadığını bilmek için feminist olmaya gerek yoktur, engels okumak yeter. ama tkp'nin programında evliliğin yasaklanmasından, evlilik dışı ilişkinin teşvikinden falan bahsedilmemekte. hatta sevgi temelinde evlilik gibi bazı ifadeler de var tkp programında. meseleyi kadınların eviçindeki emeğiyle değil miras meselesiyle bağlantılı ele alıyorlar. çoğu sol parti gibi. oysa üretim araçlarının özel mülkiyetinin ortadan kalkması özel mülkiyetin ve dolayısıyla mirasın tamamen ortadan kalkması anlamına gelmez. (örneğin benim sevdiğim bir çift küpem var ve bunu kızıma miras bırakmak isteyebilirim. ya da sosyalizmde de insanın mülkiyetinde bir ev olabilir... gibi) öte yandan insanlar evleniyor, aralarındaki ilişkiyi bir biçimde resmileştirmek istiyorlar çünkü meşru sayılan bu. yani olayın çocukların nesebiyle doğrudan bir ilişkisi yok. hele şu dna testleri çağında.
bir evliliğin dini bir kurum aracılığıyla mı, yoksa "laik devlet" aracılığıyla mı resmileştirildiği bizim açımızdan çok fazla bir önem taşımamakta. dini nikâh bugün erkeğe resmi nikâha göre daha fazla hak tanımakta ama bu konjonktürel bir durum. ancak imam nikâhının, kilise nikâhından da, belediye nikâhından da büyük farkı var. bunlardan birincisi, imam nikâhının, resmi nikâhın evli kadına sağladığı hakları sağlamaması. (evli kadının mecburiyetleri yasalardan daha güçlü olan toplumsal baskı ve geleneklerle belirlendiği için o açıdan imam nikahıyla resmi nikâh fazla fark etmemekte.) ikincisi en az bunun kadar önemli. imam nikâhının, erkeklerin çokeşliliğinin bir aracı olması.
imam nikâhını yasaklamanın mümkün ve gerekli olmadığını düşünüyorum. ama imam nikâhının resmi olarak kabul görmesi, bir yandan imam nikâhlı kadınlara yasal haklar sağlayacak. öte yandan, imam nikahıyla bile olsa, bir defa evlenen erkeğin ikinci defa evlenmesi yasal olarak mümkün olmayacak.
bu yasaları tanımayan, kendi din adamlarına kendi yasadışı nikâhlarını kıydıran bir kesim muhakkak ki olacaktır ama din adamlarının ezici bir çoğunluğu evli birine nikâh kıyma riskini göze almayacaktır. muhakkak ki o zaman da, islamın erkeklere tanıdığı birden fazla eş alma hakkını korumaya çalışan din adamları çıkacak ama bu biçimde kıyılan nikâhların meşruiyetinde büyük bir azalma olacak. bunun erkeklerin çokeşliliğine büyük darbe vuracağını ve en önemlisi bunun meşruiyetini ortadan kaldıracağını düşünüyorum. imam nikâhını resmileştirmenin demin ifade ettiğim, imam nikahıyla evlenmiş kadınlara yasal halar sağlaması da işin cabası.
şunu da söylemeden geçmeyeyim, benim açımdan imam nikâhı meselesi dinci gericiliğe karşı mücadeleyle ilgili değil, kadınların haklarını korumayla ilgili bir konu. bizler, her türden nikâhın, evliliğin ortadan kalkacağı bir dünyayı hedefliyoruz. nitekim, bugün de birçok feminist nikâhlanmayı reddediyor, toplumun genel hukukunun dışında, onu aşan bir hayat kurmaya çalışıyor kendine. aynı şekilde, bunun tam aksine, varolan hukukun gerisinde bir hayat kurmaya çalışan, varolan medeni kanunu tanımayan müslümanlar da olacaktır. ama resmi ve ortak hukukun ancak dini nikâhla evlenebilen ya da bunu tercih eden kadınların haklarını da koruyacak şekilde genişletilmesi, onları yok saymaktan daha doğru geliyor bana.
Feministin düşkünü, üşür böyle kış günü
"Halk, ilginçtir," "imam nikahı" diye bilinen bir akidle birlikte yaşayan insanlara "zina ediyorlar" gözüyle bakmıyor. Oysa resmi bakış, bu insanları da "nikahsız birleşme" halinde algılıyor. Bu da, resmi bakışla halkın değer yargıları arasındaki farklılaşmanın başka bir örneği.
"Binlerce imam nikahlı evli çiftler ve onların, devletçe 'nesepleri sahih kabul edilmeyen' çocukları. Devlet bunu düzeltmek için imam nikahını da hukukun içine alacak yerde, zaman zaman af kanunları çıkararak sıkıntıyı giderme yolunu tercih etmiştir. Bana göre bu kanun da değişmeli, şehirlerde müftülere, köylerde imamlara evlenme akdi yaptırma ve aydetme yetkisi verilmelidir.
Sayın Ayşe Düzkan'ın da (gazetem.net, 24 Ocak 2004) bu görüşte olması benim için ilgi çekicidir: 'Türban yasağının kaldırılmasının birkaç başka taleple desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunlardan birincisi çok geniş bir kadın kesimini ilgilendirmekte; bu da imam nikahının resmen kabul edilmesidir. Böylece erkeklerin istedikleri kadar kadınla, imam nikahıyla evlenmeleri ve imam nikahıyla evli kadınların yasal haklarından mahrum olmaları engellenecektir.'" (Ahmet Taşgetiren, Yeni Şafak yazarı)
Bizim için de ilgi çekici, çok boyutlu bir mücadelenin ürünü olarak ortaya çıkabilecek bir aydınlanmanın böyle şipşaklarla ikame edilmesi. "Vergi oranlarını düşürürsek, vergi kaçırılmaz, daha fazla vergi toplarız" diyen uyanık işadamı Besim Tibuk ile uyanık "imam" Ahmet Taşgetiren arasındaki benzerlik de cabası. (AD/BB)