İçişleri Bakanı, her üç cinayet olayından sonra, aynı söylem biçimiyle olayları "nefretle kınadı". Zaten sadece "nefretle" kınamakla yetiniyor. Kamuoyu, gerçek suç faillerinin yakalanması konusunda bir gayrete ya da gerçeklerin ortaya çıktığına tanık olamadığından, "değişmeyen" İçişleri Bakanının cinayetleri "nefretle" kınadığına dair değişmeyen beyanatlarını artık hayretle ve kızgınlıkla karşılıyor.
Irk, din veya inanca dayalı her türlü hoşgörüsüzlüğün, ayrımcılığın ve kin ve nefret söyleminin ortadan kaldırılması için kabul edilen uluslararası belgelerin tarihleri insanlığın acılarıyla doludur. 1945 Birleşmiş Milletler Şartı, 1948 İnsan Hakları Beyannamesi, 1965 Her Türlü Irk Ayrımcılığının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşmesi, 1966 Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi, Din ve İnanca Dayalı Her Türlü Hoşgörüsüzlüğün ve Ayrımcılığın Tasfiye Edilmesine Dair Bildiri...12 Aralık 1997 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen 52/122 no'lu her türlü inanç hoşgörüsüzlüğünün kaldırılmasına dair karar çok yenidir aslında.
Avrupa Komisyonu, ulusal düzenlemelerde ırkçılığa ve ırk ayrımcılığıyla mücadeleye dair Irkçılık ve Hoşgörüsüzlük karşıtı 7 no'lu Genel Siyasi Kararı ile "nefret söylemi"ni yasakladı. 13 Aralık 2002 tarihinde Avrupa Konseyi Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe karşı Avrupa Komisyonu (ECRI), ırkçılık ve ırk ayrımcılığı ile etkili olarak mücadele etmek amacıyla, Konseye üye devletlerinin ulusal düzenlemelerinde yer almasını düşündüğü ilkeler/tanımlarla ilgili bir tavsiye kararını kabul etti. Tavsiye Kararına göre;
"1. Bu Kararın amacı bakımından aşağıdaki tanımlar uygulanacaktır:
(a) "Irkçılık", renk, dil,din, milliyet veya ulusal veya etnik köken gibi bir esasın kişiyi veya bir grup insanı hor görmeyi haklı çıkaran inanç, veya kişinin veya bir grup insanın üstünlük mefhumu inancı anlamına gelmektedir.
(b) "Doğrudan ırk ayrımcılığı" ırk, renk, dil, din, milliyet veya ulusal veya etnik köken temeline dayalı hiçbir afaki ve makul gerekçesi olmayan her türlü farklı muamele anlamına gelmektedir. Meşru bir amaç gütmüyorsa veya kullanılan vasıta ile amaç arasında makul bir orantısallık ilişkisi bulunmuyorsa farklı muamelenin hiçbir objektif ve makul gerekçesi yoktur.
(c) "Dolaylı ırk ayrımcılığı"; bir hüküm, kriter veya uygulama veya dezavantajlar gibi görünüşte nötr bir faktöre, objektif ve makul bir gerekçesi bulundukça, ırk, renk, dil, din, milliyet veya ulusal veya etnik kimlik temelinde belli bir gruba mensup kişiler tarafından kolaylıkla uyulamayabilecek durumları ifade etmektedir. Meşru bir amaç güdüyorsa veya kullanılan vasıta ile gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantısallık ilişkisi bulunuyorsa, bu ikincisi söz konusu olacaktır."
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de 30.10.1997 tarihinde "kin ve nefret söylemi"ne dair Tavsiye Kararını -No. R (97) 20- ve ekini kabul etmiştir. Tavsiyenin ekine göre; "nefret söylemi" teriminin "ırkçı nefreti, yabancı düşmanlığını, Yahudi düşmanlığını veya hoşgörüsüzlüğe dayalı her türlü nefreti yayan, teşvik eden, yükselten ve mazur gösteren her türlü ifade biçimini kapsayacak şekilde anlaşılması" gerektiğini bildirmektedir.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, katliamı yüzkarası olarak kınarken, kanlı saldırının dine, vatan ve millete ihanet olduğunu söylüyor. Bardakoğlu; "Elbette bir dinin mensubu kendi dininin kitabını alacak, satacak, dağıtacak" diyor. Başka bir şey daha söylüyor: "Biz, bırakın başka dinleri, ateistlerin (inançsızların) bile kendi tercihine saygılı olmayı öğrenmek zorundayız". Soru soruyorlar "Misyonerlik faaliyetleri Türkiye için bir tehlike oluşturuyor mu?" Bardakoğlu'nun yanıtı net: "Hayır, bu konuları gereğinden fazla abartarak kamuoyunun tansiyonunu yükseltmemek gerekiyor. Biz her farklı dine mensup insanın inanç ve din özgürlüğü içinde kendi dinlerinin gereklerini yerine getirmesine öteden beri sıcak bakmışızdır. En tabii haklarıdır. İnsanlar kendi dinlerini özgürce yaşayacaklar, anlatacaklar..."(Milliyet.21.04.2007.sayfa.22) Bardakoğlu'nun söyleminde "nefret" yok. Hoşgörüsüzlük yok..Tam aksine...
"Vatan için cinayet işlediklerini " söyleyenlerin "cinayeti" üzerine yorum yapanlardan birisi ise Bardakoğlu'nun tam aksine şöyle söylemiş: "Misyonerlik terör örgütünden daha tehlikeli"...(Milliyet 19.04.2007). Bu nasıl bir ifade biçimi?.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 9. maddesindeki din özgürlüğü ve 10 uncu maddedeki ifade özgürlüğü bazı durumlarda sınırlandırılabilir. Hatta 10. maddesinin 2. fıkrasında yer alan "başkalarının şöhret ve haklarının" korunması amacına karşılık gelen sınırlandırmalarla "ifade özgürlüğü" de kısıtlanabilir. Bu kısıtlamanın "demokratik toplumda gerekli olup olmadığı" AİHM'nin çok sıkı denetimi altındadır. İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli unsuru ve toplumun ilerlemesi, bireylerin kendilerini geliştirmeleri için temel koşullarından biridir.
10.maddenin 2. fıkrasına göre, ifade özgürlüğü yalnızca lehte olduğu kabul edilen veya zararsız ya da ilgilenmeye değmez görülen "bilgi" veya "düşünceler" için değil, kırıcı, rahatsız ya da şok edici türden bilgi veya düşünceler için de uygulanır. Ancak, ifade özgürlüğünün kullanılması, bu hakkı kullananlara ödev ve yükümlülükler de getirir. Bunlar arasında; dini fikir ve inançlar bağlamında da, kuşkusuz başkalarına karşı nedensiz yere saldırgan bir üslupla veya başkalarının haklarının çiğnenmesine yol açan ve dolayısıyla; herhangi bir toplumsal tartışmaya katkıda bulunmayan ifadelerden kaçınmak gerekir. Bu ifade özgürlüğü hakkını kullananlar için bir görev ve bir yükümlülüktür.
Bu yüzden ifade biçiminize dikkat edin. Malatya'da işlenen faşist ve ırkçı bir cinayetin ardından edilen sözlerle "nefret söylemleri" çoğaltılmamalıdır. Irkçı nefreti, yabancı düşmanlığını veya hoşgörüsüzlüğe dayalı her türlü nefreti yayan, teşvik eden, yükselten ve mazur gösteren her türlü ifade biçimini terk edin. Aksi takdirde, mazur göstermeye çalıştığınız her cinayet; "vatan için işlendiği" söylenen cinayetleri çoğaltacaktır.
Artık çocuklardan katil yaratan bir ülke olmaktan kurtulmak için, nefret söylemlerinizi kesin ve susun. Katillerin kazanmadığı bir ülkede yaşamak hepimizin hakkıdır. 83. yılını kutladığımız 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramında, ülkemizde 15 yaş altındaki yaklaşık 5,6 milyon çocuk yoksulluk içinde yaşıyor. 770 bin çocuk işçi olarak çalışırken bin bebekten 29'u bir yaşını doldurmadan, 37'si beş yaşından önce ölüyor...Milli Egemenlik ve Çocuk bayramınız kutlu olsun... (Fİ/TK)