* Manşet fotoğrafları: Murat Bayram, Selay Dalaklı
Haberin İngilizcesi için tıklayın
"Basın yönetenlere değil, yönetilenlere hizmet eder."
Polonya'nın Wyborcza gazetesinden Aleksandra Sobczak medyadaki nefret dili, dezenformasyon ve propagandaya karşı gazetecilerin verebileceği editoryal tepkileri paylaştığı sunumuna bu sözlerle başlıyor.
Bu sözleri esasında ABD Yüksek Mahkemesi yargıcı Hugo Black, 1971 yılında bugün "Pentagon Belgeleri" olarak bilinen Savunma Bakanlığı Vietnam Görev Gücü Raporu'nu ilk sayfasından okurlarına duyuran The New York Times gazetesi ile ABD arasındaki dava sırasında söylüyor.
bianet Genel Yayın Yönetmeni Nazan Özcan'ın koordinatörlüğünde Türkiye'den altı editör olarak bizler ise bu sözleri Batı Balkanlar ve Türkiye'den editörleri 13-16 Ekim'de Karadağ'ın Njivice kentinde bir araya getiren ve medyaya olan güveni yeniden tesis etme konusunda editörlerin rolüne odaklanan "Güven için Editörler" başlıklı forumda duyuyoruz.
Editörler arasında deneyim paylaşımını amaçlayan forum Güney Doğu Avrupa Medya Profesyonelleşmesi Ağı'nın (SEENPM) "Direnç: Batı Balkanlar ve Türkiye'de Nefret Propagandası ve Bilgi Kirliliğinin Önlenmesi, Medya Özgürlüğünün Yeniden Tesisi İçin Sivil Toplum Hareketi" projesi kapsamında gerçekleştirilen etkinliklerden yalnızca bir tanesi.
Tüm bu etkinliklerin ise ortak bir amacı var: Arnavutluk, Bosna Hersek, Kosova, Karadağ, Kuzey Makedonya, Sırbistan ve Türkiye medyasındaki nefret dili, dezenformasyon ve propagandayı çeşitli araştırma ve raporlarla ortaya koymak ve bu sorunlara çözüm aramak.
Foruma Türkiye'den katılanlarKoordinatör: Nazan Özcan (Yayın Yönetmeni, bianet) Editörler: Pınar Tarcan (bianet); Selay Dalaklı (bianet); Murat Bayram (Botan International); Murat Bay (sendika.org); Gözde Çağrı Özköse (Mezopotamya Ajansı); Eren Topuz (Gazete Duvar) |
"Marjinal olan artık onlar"
Forumun ilk günü... Batı Balkanlar ve Türkiye'den gelen 30'dan fazla editör olarak uzunca bir masanın etrafında toplanıyoruz.
SEENPM İcra Direktörü Tihomir Loza'nın kısa açılış konuşmasının ardından Mediacentar Sarajevo'dan medya araştırma uzmanı Anida Sokol'un Direnç projesi kapsamında paylaştığı bilgileri dinliyoruz.
Projenin amacının nefret söylemine karşı koymak ve bu söylemler karşısında medya okuryazarlığını teşvik etmek olduğunun altını bir kez daha çizen Anida Sokol nefret ve propaganda medyasının Batı Balkanlar ve Türkiye'de pek çok fazla örneği olduğunu vurguluyor.
Buna göre, nefret ve propaganda medyası bu ülkelerde "marjinal" olmak şöyle dursun, "sistematik bir şekilde sürdürülüyor."
Hal böyle olunca da profesyonel medya kuruluşlarının yaşam alanı gittikçe daralıyor; söz konusu kuruluşlar gelirlerini ve ekonomik sürdürülebilirliklerini sağlayabilmek adına her geçen gün biraz daha fazla mücadele etmek zorunda kalıyor. Profesyonel medya kuruluşlarının bu durumunu Sokol kısaca "Marjinal olan artık onlar" sözleriyle özetliyor.
Mülteciler, muhalefet, gazeteciler: "Tehdit"
* Anida Sokol. (Fotoğraf: Murat Bayram)
Medyadaki nefret söylemini ele alan araştırmalardan da bilgiler paylaşan Sokol'a göre, bu raporlar proje kapsamındaki ülkelerde özellikle üç grubun nefret söylemine maruz bırakıldığını ortaya koyuyor: Mülteciler/ göçmenler, siyasi muhalefet ve gazeteciler.
Söz konusu mülteciler ve gazeteciler olduğunda ise nefret söylemleri daha da birbirine benzemeye başlıyor: "Onlar birer tehdit."
Örneğin, gazeteciler siyasi iktidarı eleştiren haberler yaptığında ya da yolsuzluk iddialarının üzerine gittiğinde "dışarıdan fonlanan yabancı paralı askerler" olmaktan "vatan hainliğine" kadar geniş bir yelpazede pek çok suçlamayla karşı karşıya kalabiliyor.
Belki de daha da kötüsü, ortaya kısaca "hedef olarak meslektaşlar" şeklinde özetleyebileceğimiz bir durum çıkıyor.
Sokol'a göre, bu noktada özellikle bir şeyi hatırlamakta fayda var: Siyasi iktidarlar da medyadaki nefret söylemlerini kınamayarak bu durumun normalleşmesine katkıda bulunuyor.
Peki, tüm bu söylemler kamuoyunu nasıl etkiliyor? Batı Balkanlar ve Türkiye kamuoyu bu konuda da ortaklaşıyor: İnsanlar kendi destekledikleri gruplar olumlu bir şekilde resmedildiğinde medyaya güvenme eğilimi gösteriyor; aksi durumda ise güvensizlik başlıyor.
Çoğunluğun doğruluk kontrolü yapan mecraların varlığından bihaber olduğunu söyleyen medya araştırma uzmanı Anida Sokol insanların bir nevi "balonun" içinde yaşadığını, yani haber almak için çoğunlukla kendi görüşlerine yakın mecralara başvurduğunu ifade ediyor.
Dahası, medyaya güvensizlik bir hayli yüksek olsa da katılımcılara özellikle hangi medya kuruluşlarının haberlerine güvenmedikleri sorulduğunda çoğunlukla belli bir isim ver(e)miyorlar.
Peki ya devlet dezenformasyon yaptığında?
* Aleksandra Sobczak (Fotoğraf: Murat Bayram)
Direnç projesinin bugüne kadar ortaya koyduğu verilere dair tartışmanın ardından Varşova merkezli Gazeta Wyborcza Yardımcı Genel Yayın Yönetmeni Aleksandra Sobczak'ın "Nefret, dezenformasyon ve propaganda: Pratik editoryal tepkiler" başlıklı sunumunu izliyoruz.
Kamu yayıncılığı yapan mecraların tarafsızlığını ve bağımsızlığını adım adım kaybedişinden bir "medya imparatorluğu" kurmaya çalışan hükümete yakın petrol şirketine varana kadar Sobczak'ın Polonya ile ilgili verdiği pek çok bilgi bize de fazlasıyla tanıdık geliyor.
Sobczak'ın paylaştığı anekdotlardan özellikle bir tanesi dezenformasyonun hükümet (veya devlet) eliyle nasıl üretilip yayılabileceğini hepimiz için hayli çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.
Polonya İçişleri ve İdare Bakanı Mariusz Kamiński ve Milli Savunma Bakanı Mariusz Błaszczak Eylül 2021'de "mülteci krizi" ile ilgili ortak bir basın toplantısı düzenliyor. Toplantının ana fikri ise şu: "Hem bir ineğe tecavüz etmiş hem de Polonya'ya girmek istiyor, öyle mi?"
Mülteciler hakkında nefret söylemi ve ayrımcılık yayan bu ifade aynı zamanda bir videoyla da destekleniyor. Fakat Wyborcza gazetesinin de sonrasında haberleştirdiği üzere, söz konusu videonun mültecilerle uzaktan yakından herhangi bir ilgisi bulunmuyor. Aksine, videonun bir porno sitesinde yıllardır yayında olduğu ortaya çıkıyor.
Peki ne yaparsak bu nefret söylemi ve dezenformasyona karşı çıkabiliriz? Bunun panzehiri ne olsa gerek?
Aleksandra Sobczak bu soruların cevabını üç ana başlık altında topluyor: Veri gazeteciliği, araştırmacı gazetecilik ve işbirliği.
Sobczak'a göre, veri gazeteciliği konuya bakışı biraz daha mantıklı ve sakin kılarken, medya kuruluşları arasında kurulacak işbirlikleri yapılan haberlerin daha geniş kitlelere ulaşmasına yardımcı olabilir.
Araştırmacı gazetecilik - özellikle eleştirel basının baskı altında olduğu ülkelerde - halen masraflı bir uğraş olsa da Gazeta Wyborcza'nın yaptığı gibi çeşitli fonlar yaratarak gazetecileri desteklemek de mümkün.
"Sosis ve siyasetin nasıl yapıldığını bilen..."
* Pınar Tarcan. (Fotoğraf: Murad Bay)
"Güven için Editörler" forumunun kapsamı Batı Balkanlar ve Türkiye olduğundan, sunumların konusu da kaçınılmaz olarak editoryal bağımsızlığın karşı karşıya kaldığı yeni ve eski zorluklara geliyor.
Forumun birinci gününün ikinci oturumunda kürsüde "Otoriter bir rejim hakkında haber yapmak" başlıklı sunumuyla bianet'in dış haberler, azınlık hakları ve iklim krizi editörü Pınar Tarcan var.
Almanya'nın ilk şansölyesi Otto von Bismarck'ın "Sosis ve siyasetin nasıl yapıldığını bilen geceleri rahat uyuyamaz" sözüne atıfla başladığı konuşmasında Tarcan, bianet'in 2001'den bu yana yayınladığı BİA Medya Gözlem Raporlarından veriler paylaşarak Türkiye'deki ifade ve basın özgürlüğü ihlallerinin ulaştığı boyutu çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.
TIKLAYIN - Medya Gözlem Veritabanı
Tarcan özellikle bianet'in "Dilek Doğan'ın Vurulmasını Kameraya Çeken Polis: 'Özel Harekat Yanlışlıkla Vurdu'" başlıklı haberine getirilen erişim engeli üzerinden yargı organlarının Türkiye'deki eleştirel medyaya müdahalelerini örneklendiriyor.
Gazetecilerin maruz kaldığı tehdit, şiddet ve saldırılar da bu bağlamda Tarcan'ın Türkiye ile ilgili paylaştığı bilgiler arasında...
TIKLAYIN - Yasalar ve sosisler
Editoryal bağımsızlığın karşı karşıya kaldığı zorlukların ele alındığı bu oturumun sonundaki tartışma bölümünde klix.ba haber sitesinin Genel Yayın Yönetmeni Semir Hambo'dan sadece kullanıcı yorumlarını izlemek için bir kişiyi işe aldıklarını da öğreniyoruz.
Bosna Hersek merkezli sitenin bu adımı özellikle sosyal medyada ve haber altı yorumlarda yapılan nefret söylemi ve ayrımcılığın daha geniş kitlelere yayılmasını engellemek için etkili görünüyor.
Medyada kadın varlığı: "Beklenenden kötü"
Gazetecilerin medyadaki nefret söylemi, propaganda ve dezenformasyon hakkında fikir alışverişi yaptığı bir etkinlikte toplumsal cinsiyet konusuna değinilmemesi sanırım düşünülemezdi. "Güven için Editörler" forumunun bir sonraki konusu da toplumsal cinsiyet...
İlk olarak, British Council'in "Media for All" (Herkes için medya) projesinin ekip lideri Larisa Halilović'i dinliyoruz.
Video konferans ile foruma bağlanan Halilović bizlerle Batı Balkan ülkelerinde yapılan ve kadınların medyadaki deneyimlerini ele alan araştırmanın sonuçlarını paylaşıyor. Söz konusu araştırma bizim de Türkiye'de aşina olduğumuz bir durumu ortaya koyuyor.
Sonuçların "beklediklerinden daha kötü" olduğunu vurgulayan Halilović'in paylaştığı bilgilere göre, Batı Balkanlardaki medya kuruluşlarının sahiplik yapılarına bakıldığında bu kuruluşların yüzde 70'inin sahibinin erkekler, yüzde 30'unun sahibinin ise kadınlar olduğu görülüyor.
Daha alt yönetici kademelerinde bu uçurum biraz daha kapanırken (yüzde 60 erkekler, yüzde 40 kadınlar), editör düzeyinde bakıldığında yüzde 55 erkeklerin, yüzde 45 kadınların olduğu anlaşılıyor.
Peki ya kadınların haberlerdeki temsiliyeti?
Araştırma sonuçları bu ülkelerde yayınlanan haberlerin yaklaşık üçte birinin kadınları konu aldığını, beşte birinin ise kadınları nesneleştirerek haberleştirdiğini gösteriyor. Doğrudan doğruya toplumsal cinsiyet haklarına eğilen haberlerin oranı ise sadece yüzde 7'de kalıyor.
Halilović'in de altını çizdiği üzere, "Media for All" projesi sadece raporlama yapmakla yetinmiyor. Aynı zamanda kadın gazeteciler için hibeler, eğitimler ve danışmanlık (mentoring) da sağlıyor.
Örneğin, pilot uygulaması 24 Şubat - 14 Nisan 2021'de gerçekleştirilen danışmanlık programı kapsamında altı Balkan ülkesinden gazetecilik kariyerinin başındaki kadınlara sektörde deneyimli kadın gazeteciler altı hafta boyunca danışmanlık ediyor, bu sayede genç gazeteci kadınlar profesyonel olarak kendilerini geliştirme fırsatı buluyor.
Tanıdık bir resim: Erkekler kürtajı tartışıyor
Larisa Halilović'in ardından yine Polonyalı gazeteci Aleksandra Sobczak'ı dinliyoruz. Sobczak bu sefer İstanbul Sözleşmesi'nin tartışmaya açıldığı, kürtajın yasaklandığı, LGBTİ+ haklarının her geçen gün biraz daha ihlal edildiği Polonya'da özellikle kadınların haberlerde daha görünür olması için ne gibi yollara başvurduklarını anlatıyor.
Kürtaj konusunun Polonya televizyonlarında sadece erkek konuşmacıların katıldığı açık oturumlarda tartışıldığına değinerek biz Türkiyeli gazeteciler için de bir hayli tanıdık bir resim çizen Sobczak özetle şu üç yoldan bahsediyor: Haber fotoğraflarında cinsiyet eşitliğine dikkat etmek, sadece erkeklerin katıldığı etkinlikleri takip etmemek ve sadece erkek uzmanlardan görüş alınan makaleleri yayınlamayı reddetmek.
Sobczak'ın önerilerinin ardından Bosna Hersek'in N1 TV kanalından Ivana Erić'in hatırlattığı bir olay ise bizlere bir ülkede kadın hareketinin güçlü olmasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Gazetecilikte dayanışmanın eksik olduğunu söyleyen Erić buna örnek olarak geçtiğimiz haftalarda Saraybosna'da düzenlenen bir toplantı sırasında kadın bir gazetecinin saldırıya uğrayıp salondan dışarı çıkarıldığını anlatıyor ve soruyor: "Neden bu olayın ardından sadece tek bir kişi salonu terk etti? Sizlerin ülkesinde de durum böyle mi?"
Toplantı salonundaki pek çok gazeteci kendi ülkelerinde de benzer bir durumun olduğunu söyleyedursun biz Türkiye'den gelen gazeteciler olarak benzer bir durumda Türkiye'deki tepkinin - haklı olarak - çok daha sert ve görünür olacağında hemfikir kalıyoruz.
Yapıcı gazetecilikten barış gazeteciliğine
* Selay Dalaklı. (Fotoğraf: Murat Bayram)
Forumun ikinci günü... Nüfusu 600 binden biraz daha fazla olan Karadağ'ın adını hiç inkar etmeyen yemyeşil dağlarına bakıp temiz havayı içimize çekerek toplantı salonuna doğru yürüyoruz.
Bir yandan da ister istemez kendimize soruyoruz: Bu ormanlar, bu deniz, bu yemyeşil doğa eğer Türkiye'de olmuş olsaydı hala burada duruyor olabilir miydi? Yoksa çoktan bir "çılgın projeye" kurban gitmiş miydi? Sanırım hepimiz az çok cevabı biliyoruz...
Forumun ikinci günü Deutsche Welle'nin (DW) Almanya'nın Bonn şehrindeki Bosna/ Hırvatistan/ Sırbistan departmanından Aida Sofić Salihbegović'in yapıcı gazetecilik sunumuyla başlıyor.
Yapıcı gazetecilik nispeten yeni bir kavram ve DW bu alanda öncü yayın kuruluşlarından biri. Yapıcı gazeteciliğin en öne çıkan özellikleri ise var olan sorunlara çözüm odaklı bir açıdan yaklaşması ve toplumda kutuplaşmayı değil, diyalog ve tartışmayı öncelemesi.
Biz de bianet olarak bu konuya Türkiye'de barış gazeteciliğini anlatarak katkıda bulunuyoruz. bianet'in Barış Gazeteciliği Elkitabı'nda da ifade edildiği üzere, barış gazeteciliği her türlü gerilim, çatışma ve çoklu karşıtlıkların şiddet kışkırtıcılığı yapmadan, adil bir barışın sağlanması ve sürdürülmesi yönünde ve "öteki" merkezli bir etik çerçevesinde haberleştirilmesi demek. Bu da bu iki gazetecilik metodunu birbiriyle bir hayli yakın kılıyor.
Dahası, bianet'in barış gazeteciliği deneyimi hak ve özgürlüklere yönelik baskı ve ihlallerin giderek arttığı bir bağlamda yapıcı gazeteciliğin nasıl mümkün kılınabileceği hakkında da bir fikir veriyor.
TIKLAYIN - Yapıcı gazetecilikten barış gazeteciliğine
Forumun ardından kısa bir gezi
* Fotoğraflar: Selay Dalaklı - bianet
SEENPM'in Direnç projesi kapsamında düzenlenen "Güven için Editörler" forumunun sunumlara ayrılan ikinci gününü Balkan Araştırmacı Gazetecilik Ağı (BIRN) Genel Yayın Yönetmeni Marija Ristić'in "Editoryal sınır ötesi işbirliği" konulu sunumu ile tamamlıyoruz.
Şimdi sırada Kotor'a yapacağımız gezi var. 13 binden biraz daha fazla kişinin yaşadığı bu küçük sahil kasabası öğrendiğimize göre 1979 yılından bu yana UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde bulunuyor. Kasabanın kale içine girdiğimizde bu durumun sebebini hemen anlıyoruz.
Şimdi bir yandan kasabanın doğa ve tarihle iç içe geçmiş dar sokaklarını ve nispeten geniş meydanlarını geziyoruz, bir yandan da iki gündür Batı Balkan ülkelerindeki gazetecilerin anlattığı sorunları hatırlayarak bir gün Türkiye'nin de gazeteciler ve gazetecilik için daha huzurlu ve güvenli bir ülke olup olmayacağını sorgulamaktan kendimizi alamıyoruz.
Öyle olacağını umuyoruz...
Resilience / Direnç projesi hakkında"DİRENÇ: Batı Balkanlar ve Türkiye'de Nefret Propagandası ve Bilgi Kirliliğinin Önlenmesi, Medya Özgürlüğünün Yeniden Tesisi İçin Sivil Toplum Hareketi/ RESILIENCE: Civil society action to reaffirm media freedom and counter disinformation and hateful propaganda in the Western Balkans and Turkey" projesi kapsamında Batı Balkanlar'daki medya geliştirme örgütleri ve Türkiye'den IPS İletişim Vakfı/bianet güçlerini birleştirdi. Üç yıllık bir proje olan "Direnç" projesi Güney Doğu Avrupa Medya Profesyonelleşmesi Ağı (SEENPM) ve Orta ve Güney Doğu Avrupa'daki Medya Geliştirme Örgütleri Ağı tarafından koordine ediliyor ve Arnavutluk Medya Enstitüsü (Tiran), Mediacentar Vakfı (Sarajevo), Kosovo 2.0 (Priştine), Karadağ Medya Enstitüsü (Podgorica), Makedonya Medya Enstitüsü (Üsküp), Novi Sad Gazetecilik Okulu (Novi Sad), Barış Ensitüsü (Ljubljana) ve bianet'in (İstanbul) partnerliğinde uygulamaya konuluyor. Proje AB tarafından finanse ediliyor. |
(SD)