Binlerce mezar. Hepsinin başında Türkiye bayrağı var. Ve çoğunlukla güllerden oluşan çiçekler. İstanbul'un en yoğun trafiğinin olduğu yerlerden biri olmasına rağmen içerisi çok sessiz.
Edirnekapı Şehitliği'ndeyim. Kürt açılımın buradaki insanlara nasıl yansıdığını öğrenmek, sohbet edecek birilerini bulmak için mezar taşlarının arasında dolaşıyorum.
İki asker, bir dilek: barış
Neredeyse hiç insanın olmadığı mezarlıkta oğlunun mezarı başında elindeki Yasin-i Şerif'i okuyan bir kadın görüyorum. Yakınında bir banka oturuyorum. İki asker karşımdaki oturuyorlar. Önce ateş istiyor, ardından "başınız sağ olsun" diyorum gayri ihtiyari. "Bizim yakınımız yok" diyor önce. Sonra "ama" diyerek devam ediyor:
"Buradaki herkes vatan için öldü. Biz de askeriz ve onlara borçluyuz. Her bulduğumuz fırsatta gelir ruhlarına El Fatiha okuruz."
Asker olmaktan konuşuyoruz. Sonrası malum; Kürt açılımı. "Barıştan söz ediliyor. Siz asker olarak ne düşünüyorsunuz" diyorum. Biri anlatmaya başlıyor, soruyu sormamı beklermiş gibi:
"Asker olmak zor. Hele Doğu'da, Güneydoğu'da daha zor. Bu yüzden annelerin, babaların çocuklarında akıllarının kalmaması için bile bu hadise bitmek zorunda. Ben tabii ki barıştan yanayım."
Diğer katılıyor bize:
"Savaş isterim diyenin hiç canı yanmamıştır bence. Yoksa bu acıyı yaşayan hiç kimse savaş sürsün, barış olmasın demez."
İki askerin ağzından barışa dair cümleler duymak, hele hele şehitlikte, insanı umutlandırıyor.
Anneler anlaştığı yerde başkasına söz düşer mi?
Biz konuşurken az evvel mezar başında dua okuyan kadın yanımıza geliyor. Konuştuğumuz şeyleri duymuş olacak ki söyleyecek cümleleri var. "Anneler barıştı. Diyarbakır'da gördük. Annelerin barıştığı bir yerde başkasına söz düşer mi?" diyor.
Oğlunu "görev başında" kaybetmiş. "Acım çok büyük. Ne yapsam geçmiyor. Her isyan edeceğim tutuyor, Allah'tan diyorum, sakinleşiyorum."
Ne düşündüğünü sormak istiyorum. Kürt sorunu, açılım, barış, savaş... Çekiniyorum. Ama o anlatıyor beni konuşturmadan:
"Çok kızdım, çok ağladım, çok beddua ettim teröristlere, ailelerine. Ama sonra o da bir can, onunki de ben gibi ana dedim. Sonra bitsin dedim. Artık ben gibi, diğer analar gibi ağlamasın kimse dedim. Kızgınlığım da geçiyor yavaş yavaş. Kinim de yok."
Şehitliğin boş olmasından şikayet ediyor sonra. İnsanların ilgisizliğinden. "Herkes bu askerlerin onlar için öldüğünü unutuyor" diyor.
Gerçekten anneler barışırsa yolumuz aydınlanır mı diye düşünmekten alamıyorum.
Mezar taşları öfke, kızgınlık, özlem, acı, hasret dolu
Kadının ve askerlerin yanından kalkıp yürümeye devam ediyorum. Mezar taşlarında PKK'ye lanet, vatan uğruna ölmenin yüceltildiği dizeler var. En çok da ölenlerin arkasında kalanların iç burkan cümleleri dokunuyor.
Yarım kalmış ilişkilerin burukluğu mezar taşlarına yansımış. Özlem, hasret, kızgınlık, sevgi, aşk... Çamlar, çınarlar...
Birkaç dakika yürüdükten sonra başka bir bankta sigara içen iki kadınla karşılaşıyorum. Fotoğraf makinem boynumda olduğu için "gazeteci misin?" diye soruyorlar. "Haber mi yapacaksın?"
Askerlere söyleyemediğim mesleğimi söylemiş bulunuyorum: "Evet" diyorum, "hükümetin Kürt açılımı" konu.
"Nasıl olacak bilmiyorum. Bu kadar kan, revan... Unutmak da zor ama başka da çare mi var. öl, öl nereye kadar" diyor ve bunları da haberde kullanmamı istiyor.
"Diğer arkadaşı burada yatanları gördükçe bitmeli diyorum. Bütün öfkem, kızgınlığım bu gençleri gördükçe sakinleşiyor. Yazık diyorum. Bu kadar insanı bir hiç uğruna öldürdüler. Ölmelerine izin verdiler."
Taksici kaseti başa sarıyor: Bu açılım Amerikan oyunu
Önce minibüs, ardından da şehitlikteki barışçıl havayı görüp, kendimi iyi hissederek ofise dönmek için durağa geliyorum. Bir taksiye biniyorum erken gidebilmek için.
Taksiciyle merhabalaşıyoruz. Havaydı, suydu iki kelam edip yola devam etmek istiyorum. Şoför, "Konuşmanızdan bu konularla ilgileneceğinizi düşündüm" diyerek radyonun sesini açıyor. Kürt açılımın tartışıldığı bir program. Spiker konuklarıyla gündeme dair şeyleri konuşuyor. Taksici Gaziosmanpaşa ve Edirnekapı Şehitliği'ndeki manzaranın aksine esen bir rüzgarla konuşmaya başlıyor. Buz gibi bir cümleyle: "Bu iş yaş. Kürtler intikamcı. Kinle geliyorlar. Önce haklarını alacaklar, sonra devlet isteyecekler."
Kaseti başa almak gibi sanki. Yıllar önceki klişelere geri dönüyoruz. Taksici konuşmaya pek hevesli. "Konuşması güzel" birini bulduğundan olsa gerek devam o hakim ezberi üstüme boca ediyor:
"AKP vatan toprağını satışa çıkardı. İsrail'e para karşılığı, Kürtlere ABD istediği için dağıtıyor. Yakında Yunanlılara, Ermenilere, Araplara da açılırlar."
"Barışın konuşuluyor olmasından memnun değil misiniz?" diye soruyorum. "Bunlar tiyatro. Arkasında neler var görmüyorlar."
Sohbetin başına dönüyorum. Kürtlerin kindar olmasına. "Neden böyle düşünüyorsunuz?" diyorum. "Örnekle" anlatıyor:
"Okulda Kürt çocukları oğlumu dövüyorlar. Çocuk bu sıcakta montla oturuyor sınıfta."
"Bunun nedeni cidden oğlunuzun Türk olması mı?"
"Elbette. Türk olduğunu öğrendiklerinde dövmeye başlamışlar."
"Peki, çocuğunuz onlara kötü bir şey yapmış olabilir mi? Mesela defterini düşürmüş, oynarken itmiş?"
"Yok yok, sen Türksün deyip vuruyorlarmış."
Dayanamayıp, "Peki, savaşı sizin oğlunuzla arkadaşları arasındaki bu itişme yüzünden mi sürdürsünler diyorsunuz?" diyecek oluyorum. "Bu mesele çocuk oyuncağı değil" diyor.
"Ben hadise çok büyük. Arkasında neler var diyorum. Kürtlere güvenmek konusunda tedbirli olmak lazım. Ne yapacakları belli olmaz."
"Bunca yıllık kızgınlık, yaşananlar. İnsanları asit kuyularına attılar. Faili meçhuller, köy boşaltmalar... Kürtlerin kızgınlığına da hak vermek gerekmez mi? en azından bu kızgınlığı anlamaya çalışmak?"
"Türkiye bir şey yapmadı ki. Küçük grupların işiydi. Ama Kürtler çocuklardan kadınlarına hareket ediyorlar. Düşmanlık yapıyorlar."
Konuştukça daralıyorum. Neden konuştuğumuzu anlamak neredeyse imkansız. Her şeyin "konuşmamım güzel olduğu için" başlamış olması da ayrıca canımı sıkıyor. Sussak keşke diyorum içimden. Taksicinin ise niyeti yok. Konuştukça konuşuyor...Okulda, işte, TV'de, gazetelerde yıllarca duyduğumuz ne varsa sanki kendisi bulmuş gibi sürdürüyor. İkimizin arasında geçen şey iletişim mi emin olamıyorum.
Barış; zor ama mümkün
Taksim'e gitmek için bindiğim taksiden Aksaray'da iniyorum. Taksici, "sen oku, daha fazla araştır, öğren" diyerek "öğüt" veriyor. Kırık bir gülümsemeyle hayırlı işler diyorum.
Dün (13 Ağustos) Güngören'den başlayıp, sırasıyla Gaziosmanpaşa, Edirnekapı Şehitliği'nde dolaşırken gördüklerim belli ki hükümetin ve DTP'nin yaptığı açıklamalar hızlı bir şekilde hayata sirayet etmiş. İnsanlar kızgınlıklarını unutmaya başlamış, daha önce hiç kurmadıkları cümleler kurmaya koyulmuşlar. Bunun için gözle görünen bir çaba var. Umutlanmamak elde mi? Tabii ki çok heyecan verici durumlar bunlar.
Ancak Taksicinin anlattıkları fotoğrafın bu kadar tozpembe olmadığını da gösteriyor. Yakın tarihi acıyla, kanla, kıyımla, yangınlarla örülmüş bir toplumun neredeyse hiç bilmediği barışı örgütlemesi ve pratiğe dökmesi bugünden yarına olacak bir iş değil.(BÇ)