"Balkan Savaşları'ndan sonra belirginleşen milliyetçi paradigma, kurtuluşu milli iktisat ve homojenleştirme politikalarında buldu.
"Bu politikalar, özellikle Hıristiyan karşıtı bir hal aldı ve bu tarihten Cumhuriyet'in ilanına kadar olan süreçte Ermeni ve Rum halkları 'tehcir', 'katliam', 'mübadele' gibi metotlarla tasfiye edildiler ve mülksüzleştirildiler.
"Müslüman-Türkler de ilkel birikimlerini bu iki Hıristiyan halk üzerinden gerçekleştirdi.
"Ancak sadece Müslüman Türkler değil, Yahudiler de bu iki halkın tasfiyesinden fayda sağladı. Ermeniler ve Rumlar, tasfiye olmadan önce, Anadolu'da olduğu gibi Edirne'de de yerel ticaretin tartışmasız hâkimiydiler.
Halkların tasfiyesi
"Bu iki halkın tasfiyesi sonucunda Anadolu'da, Trakya'da ve özelinde Edirne ticaretinde bir boşluk meydana geldi. Milli iktisat politikalarıyla bu beklenti bu boşluğun Müslüman-Türkler tarafından doldurulmasıydı.
"Oysa bu boşluk Yahudi tüccar-esnaf tarafından dolduruldu. Yaşanan bu hayal kırıklığı Türkiye'de ve özellikle Türkiye'de ve özellikle iktisadi temellerde yoğunlaşmış bir Yahudi karşıtlığını ortaya çıkardı."
Yukarıda aktardığımız bu bölüm, İletişim Yayınları'ndan çıkan, İlkay Öz'ün yazdığı "Mülksüzleştirme ve Türkleştirme-Edirne Örneği" kitabından. Bu cümleler, kitabın meramını da özetler nitelikte.
Öz, İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde halen doktorasını yapan genç bir siyaset bilimci.
Edirne'de mülksüzleştirme ve Türkleştirme meselesine ilgi duymasını ise, Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde yüksek lisans yaptığı sırada Prof. Dr. Füsun Üstel'in bir derste 1934 Trakya Olayları'ndan bahsetmesi sağlamış.
Yani kitap, Öz'ün doğup büyüdüğü Edirne'de, kendi varlığından önce kimlerin var olduğunu merak etmesiyle ortaya çıkmış.
Yerel gazetelerde ve tapu kayıtlarında 60 yılın izini süren bu kitap, sunduğu bilgiler itibariyle de bir tür gerçekle yüzleşme.
Bir asır önceki Edirne'nin nüfus yapısı
Zira arşiv gösteriyor ki, 1915 yılının Şark Yıllığı'na göre Edirne'de toplam 83 bin kişi yaşıyordu ve bunların 40 bin 437'si Türk, 23 bin 342'si Yunan ve Bulgar, 15 bin 420'si Yahudi, 3 bin 300'u Ermeni ve 500'ü Katolik'ti. Bugün ise Doğu Trakya'da bu halkların varlığından neredeyse söz edilemiyor.
İlkay Öz, kitabını şöyle anlatıyor:
"O zamana kadar 1934 Trakya Olayları'nı duymuştum. Duysam bile galiba önemsememiştim. Füsun Üstel, bir derste binlerce Yahudi'nin Trakya'dan kovulmasından ve ardından mallarına, işyerlerine, dükkanlarına Türk ve Müslüman ahali tarafından el konulmasından bahsetmişti.
"Bu olayların 1934'te olduğunu duyunca aklımda bir soru işareti doğdu. Çünkü ailemin mandırasının kuruluş tarihi 1935'ti. Yani olayların hemen sonrası.
"Acaba ailemin mal varlığı, Yahudilerin bırakıp gitmek zorunda kaldığı mal mülk sonucu mu gerçekleşmişti? Özetle bu araştırma kişisel bir serüven olarak yola çıktı.
Türklük Sözleşmesi'nin ihlali
"Barış Ünlü'nün o Türklük Sözleşmesi kavramını kullanırsak ben Türklüğün imtiyazlarını reddedip kişisel bir sorgulamaya çıkarak sözleşmeyi ihlal etmiş oluyorum.
"Hem Edirneliliğimi hem de Türklüğümü sorgulatacak bir duruma getiriyorum. Çalışmayı hazırlarken de sonrasında da Edirne'yi ve Türkiye'yi kötülemek üzerinden tepkiler aldım.
"Kendimi bir Marksist olarak addediyorum, bunu aslında onun için de sorguladım. Karl Marx'ın ilkel birikim denilen kavramı aslında...
"Bir malın, bir mülkün ilk ortaya çıkışını kişisel olarak sorguladım ama bu aslında kapitalizmle de ilintili bir süreç. Sadece Edirne örneği olarak ailemle kesişti.
"Benim ailem de Bulgaristan göçmeni. 1920'lerde Bulgaristan'dan göç ediyorlar. Orada aslında karşılıklı bir mülksüzleştirme ve ötekileştirme söz konusu.
"Ailemi yerinden edip Edirne'ye göç ettiriyorlar ve oradaki mülklerine Bulgaristan devleti el koyuyor. Devletler için kapitalist birikimle ötekileştirme denen süreçler iç içe geçiyor.
"Yahudilerin katkıları hissediliyor"
"Yahudi toplumunun Trakya'ya çok büyük katkıları var. Yemeklerinden kültürüne, kadınların özgür bir şekilde sokakta dolaşmasından sosyal hayata karışmasına kadar Yahudilerin Cumhuriyetin ilk dönemlerine kadar Edirne'ye çok büyük katkısı oluyor.
"Hâlâ da hissediyoruz bence o katkıyı, diğer kentlere oranla daha özgür, daha demokratik, daha sosyal, daha seküler bir şehir olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar Yahudi, Rum, Ermeni toplumundan kalan değerler olabilir.
"Bu Müslümanlaştırma-Türkleştirme süreci olmasaydı kapitalizm kendisine başka ötekiler bulurdu. Ötekiler ya köylüler, ya gecekondu mahallesinde yaşayanlar ya da topraklarından edilen işçiler olurdu.
Kapitalizm ve ötekileştirme
"Ama kapitalizm, bir şekilde ötekileştirme üzerinden mülksüzleştirme ve bunun üzerinden de sermayesine artı değer üretmeyi seviyor. Yani başka şekillerde de olsa biz mülksüzleştirmeyi görürdük.
"Bugün baskı ve otoritenin sonuna kadar hissedildiği karanlık dönemlerden geçiyoruz. Ama hâlâ direnenler varsa umut bir yerlerde saklıdır. Sadece o umudu çoğaltmak gerekiyor."
(DŞ/PT)