İlk sunuşu Suriye Kürlerinden yazar Tengezarê Marini yaptı. Edebiyat eleştiride "kritik" kelimesinin diğer dillerdeki yeri ve kökenine değindi. Frankfurt Okulu gibi çeşitli edebiyat okullarından örnekler verdi. Daha sonra özellikle Suriye Kürtlerindeki edebiyat eleştirisinin durumunu anlattı. Suriye'deki Kürt edebiyat dergilerinden örnekler verdiği konuşmasında 1920-30'lu yıllardaki Karman Bedirxan'ın yönettiği Hawar dergisine de değindi.
Daha sonra söz alan Mehmet Can Doğan ise; Türk edebiyatında eleştiri üzerinde durarak "Tanzimat'tan önce eleştiri yok" vurgusunu yaparak "1896'da Serveti Fünunla eleştirinin başladığını" ekledi. O tarihlerde eleştirmenin, değerli ile değersizi ayırmak için var olduğu kaygısının egemen olduğunu da ekledi. Sonra devamla Türk edebiyatında asıl atılımın "milli edebiyatla" başladığını vurgulayarak, cumhuriyet döneminde ulus devletle eleştirinin yerleşmeye başladığını ekledi.
"O dönem cumhuriyetin kurucu kadroları arasında epeyce edebiyatçı vardı. Ama hemen tümü de kendilerini kültür adamı olarak kabul ederlerdi. Onlardan en önemlisi de Ahmet Hamdi Tanpınar'dı" dedi. Sonraları Berna Moran, Akşit Göktürk,Jale Parla, Yıldız Ecevit ve Gürsel Aytaç isimlerinden de söz etmek gerektiğini vurguladı. "Günümüzde değerler lümpenlikle çok kültürlülük arasında gidip geliyor, eleştiri adına da çok fazla söyleyecek bir şey yok" diyerek sunuşunu tamamladı.
Daha sonra söz alan Radikal Gazetesi yazarlarından Zeki Coşkun ise, belki de edebiyat adına gerçek hesaplaşmanın yapılabileceği bir sunuş yaptı. Mehmet Can Doğan'ın sözlerine Nurullah Ataç'la Fethi Naci'nin de eklenmesinin iyi olacağıyla sözlerine başladı. Ve daha çok "şimdiyi konuşmak" istediğini belirtti. Bugün için Pazar dünyasının şöyle bir mantık geliştirdiğini "Size sunulan bir ürünü sevmeyebilirsininiz, ama bunu yüksek sesle eleştirme hakkınız yok. Mesela bugünlerde G.O.R.A filmi vizyonda İstanbul'da bu filmi beğenmeyenler dövülüyor. Peki o halde hazır Diyarbakır'a gelmişken bir Diyarbakır türküsü ile girelim. Bilirsiniz türkü der ki 'Diyarbakır şad akar/Urfa Mardin'e bakar'. Sormak lazım o halde edebiyat nereye bakar? Edebiyat pazara bakar. Pazar da eleştiriyi reddeder. Pazar soruyu sevmez. Pazar sunulanın kabullenilmesini ister. Bu aslında iktidar bakışıdır. Tanrıca ve peygamberce bir bakıştır. Edebiyatın Tanrısı piyasadır" diyerek konuşmasını tamamladı.
Daha sonra Kürt Dil Enstitüsü, Dicle-Fırat Kültür merkezi ve Büyükşehir Belediyesi Tiyatro salonlarında günün diğer etkinlikleri peş peşe sıralandı. "İran'da Kürt Edebiyatı", "Fars Edebiyatı", "Yaralı Kent Beyrut'tan Bir Sada" ve "Ortaçağa Ermeni Edebiyatında Kürtler" panelleri izleyici ile buluştu.
Günün ilgi gören iki tek kişilik söyleşisi ise, belediyenin tiyatro salonunda art arda geldi. İlki gazeteci-yazar Ece Temelkuran'ın "Dilin Şiddeti-Şiddetin Dili" söyleşisiydi.
"Edebiyat, tereddüdü sever, mütereddit insanların işidir edebiyat" sözleri ile başladığı konuşmasını, "birbirlerini öldürmemeleri gerektiğini söylemek zorundayız, çocukları öldürmeyin demek gibi" ile sürdürdü. "Ortada savaş dönerken söz maalesef çok talihsiz kalıyor. Edebiyatın gerektirdiği geniş zamanlar çok daraltıldı. Mesela söz kuran edebiyat yapan insanlar politik olarak göreve çağrıldı."
Daha sonra dil ve dilin özgürleşmesine değinen Temelkuran, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Dilin özgürleşmesi için savaşın yaralarının tamiri gerek. Ana dili Kürtçe olanların savaşta artık kullanılmayıp unutulan sözcükleri yeniden düşünmeleri gerek. Savaş nedeniyle dile giren inceliksiz, tuhaf sözcüklerin ayıklanması gerek. Ve Kürtlerin kalbi nereden kırıldı bunları da bilmemiz gerek. Medyada sarışın darbe Türkçe'si ile aşırı politik Kürtçe birbirine karıştı."
"Anadili Kürtçe olanlar eksik Türkçe konuşurlar. Bu doğaldır. Ama artık ana dili Türkçe olanlar da eksik Türkçe konuşuyorlar. Artık sözün uyanmasının vakti geldi."
Yoğun ilgiyle karşılanan Ece Temelkuran'a soru değil de belki de en anlamlı tepki, salondaki bir dinleyiciden geldi;" Amerika'daki ikiz kulelere tepki gösteriliyor ama Kızıltepe'deki ikiz kulelere duyarsız kalınıyorsa o zaman dillerimizin lâl olması mı gerekir!"
Ve günün en çok izleyici alan söyleşisi neredeyse kapalı devre sinevizyon yayını ile de izlenebilen Şair Yılmaz Odabaşı'nın şiirlerinden örneklerle de sunduğu "Şehrin anılarında, anıların şehrinde şair" söyleşisiydi. Çok duygusal ve içten bir sunuş yapan; aynı zamanda da hem kendiyle, hem de şehri Diyarbakır ve Diyarbakırlılarla hesaplaşan Odabaşı, iki saat süren söyleşisinin sonunda "Herkes ait olduğu yerde durmalı, ben işte buradayım" diyerek sözlerini tamamladı.
Edebiyat Günleri'nin üçüncü gün etkinlik programı şöyle:
2 Aralık Perşembe- 3. Gün
Panel: "Çeviri ve Edebiyat"
Hasan Anamur, Metin Fındıkçı, Kawa Nemir
Yer: Büyükşehir belediyesi Tiyatro salonu
Saat: 10:00
Söyleşi: "Dilimiz, dillerimiz ve edebiyat"
Nemciye Alpay, Mehmet Çetin
Yer : DSM
Saat : 12.30
Panel: "Ortadoğu'da edebiyat ve etkileşimi"
Sarkis Seropyan, Lokman Deriki, Mehmedali Barış Birer, Gabriel Akyüz.
Yer: Büyükşehir belediyesi tiyatro salonu
Saat: 13.30
Söyleşi: "Bu ülkede kaç edebiyat var"
Gökhan Cengizhan,Hayri Kako Yetik
Yer: Diyarbakır sanat Merkezi
Saat: 16.00
Söyleşi: "Edebiyatta Kurmaca ve yazarın arka sokakları"
Buket Uzuner
Yer: Büyükşehir belediyesi tiyatro salonu
Saat: 17.30
Şiir Dinletisi
Halil İbrahim Özcan, Hicri İzgören, Haydar Ergülen, Mustafa Köz, Kemal Varol
Yer: Büyükşehir belediyesi Tiyatro salonu
Saat: 19.30 (ŞD/BB)