"Gölcük 50. Yıl SSK Hastanesi'nin başhekimiydim. Hastaneye geldim. Manzara çok kötüydü, hastanenin bahçesinde yaralı insanlar, feryat eden, bağıran çağıran insanlar vardı. Personelden kimse yoktu. Acilin kapısını açıp bir vesile ile eczanenin camlarını kırıp ilaç aldım. Sakinleştirici dağıttım..."
Dr. Burhan Çeçen, 20 yıl önce 17 Ağustos'ta yaşadıklarını böyle aktarıyor. Dr. Çeçen, o sabah bitmek bilmeyen 45 saniyede neler yaşadığını ve sonrasını bianet'le paylaştı:
"45 saniye 45 yıl gibi geldi"
"Gölcük Değirmendere’de Yüzbaşılar sahilinde beş katlı bir apartmanın dördüncü katında oturuyordum. Deprem olduğu saatte uykudaydık eşimle. İnce bir sarsıntı ile uyandık. Biraz daha uzadı, biraz daha uzadı. Sarsıntılar biraz daha kabalaştı, derken uçakta hava boşluğuna düşer gibi bir his yaşadık. Sonradan öğrendiğimiz kadarı ile 45 saniye sürmüştü ama o 45 saniye bizim için 45 yıl gibiydi. Öleceğimize inanmıştık, yapacak da bir şey yoktu. Ölümü bekliyorduk.
"Gökyüzü alev rengindeydi"
Sarsıntılar durduğunda biz de uçakta hava boşluğundan düşer gibi bir his yaşadıktan sonra rahatlamıştık. Ancak her yer karanlıktı. Kalktığımda gardırop üstümüzdeydi. Beni fazla sıkıştırmamıştı ben çıktım. Gardırop yatağın üzerine devrilmişti, eşim de sıkışmıştı. Oradan çıkartabildim onu. Camdan dışarı baktığımızda dışarıda gökyüzü kızıl bir renkti. Alev rengindeydi.
"Yandaki apartmanda yangın çıkmıştı"
Komşu apartmandan feryatlar geliyordu. Yakınımızda altında fırın olan bir apartmandan yangın çıkmıştı. Camdan içeri yoğun duvarlar girmekteydi. Oda karanlıktı, neyin ne olduğunu bilmiyorduk. Eşime bir yerde durmasını söyledim ve onu terk etmeyeceğimi geri döneceğime söz vererek balkon kapısından öteki odaya geçtim. Çünkü yattığımız odanın kapısı açılmıyordu. Arkasına enkaz yığılmıştı. Balkon kapısından öteki odaya geçtiğimde karanlıkta el yordamı ile kapıya yöneldim. Ancak o kapıda açılmıyordu.
Camdan aşağı baktığımda insanları gördüm, onların da çok yapacak bir şeyi yoktu. Geri döndüm eşimi aldım salona geldim. Hadi gidelim dedim. Çelik kapı, açılmıyordu. Eşim, bak burada bir delik var dedi. Kapının yanı yıkılmıştı orada hakikaten bir delik vardı. Oradan sürünerek geçtim. Prova yaptım, sonra döndüm eşimi çıkarttım, ben de peşinden çıktım. Merdivenlere yöneldik, bir kat aşağı indiğimizde merdiven de bitmişti, yoktu. Alttan iki kat birleşmişti, merdiven de üçüncü kat seviyesinde bitmişti.
"Perdeleri uç uca bağlayarak indik"
Belki komşularımıza bir yardımımız olur diye komşunun kapısına yöneldik. Çaldık kapıyı, bir türlü açmıyorlar. Bağırdık. Bir kat alttaydık ama nasıl çıkacağımızı bilmiyorduk. Eşimin aklına bir şey geldi. Perdeleri uç uca bağlayarak bir urgan şekline getirdik. Onu balkon demirine bağladık. İnanılması güç ama oradan sarkarak aşağı inebildik, başka bir komşunun 90 yaşında yatalak annesi dahil.
Bu arada ben o refleksle bilinçsiz olarak cep telefonu, sigara, çakmak gibi şeyleri elimde tutmuştum. Onlarla o şekilde nasıl aşağı indiğimi bilmiyorum.
Aşağı indiğimizde, çaresiz , yaşlı insanlar vardı. Cep telefonumu aldığım için çok mutluydum. O insanlar yakınlarına haber vermek için benden rica ettiler. Genellikle yaşlı kimsesiz insanlardı, yakınları yoktu yanlarında. Birkaç tane İstanbul’a telefon ettiğimi hatırlıyorum. Sonra da kendi yakınlarımı aradım. Bu arada da telefonlar da çekmez oldu, şebeke gitti. Böylece iletişimimiz de kopmuştu.
"Gölcük yoktu, her yer enkazdı"
Aşağı inmeden önce, sanki dünyanın yıkıldığını, yakınlarımızın hepsinin öldüğünü, dünyada yapayalnız kalmış gibi bir his oluşmuştu bende. Ama aşağı indiğimde insanları gördüm, bu depremin Gölcük’te olduğunu öğrendim. Arabayla Gölcük’e gitmek istedim. Ama apartmanlar yıkılmış, sokaklar kapanmıştı. Araba geçebilecek gibi değildi.
Bu kez garnizonun içinden yürüyerek Gölcük'e gelmeyi düşündüm. Sonradan astsubay olduğunu öğrendiğim birisi bana kapıdan çıkarken “Aklına mukayyet ol, Gölcük yok” dedi. Çok korkmuştum. Hakikaten garnizonun kapısından çıktığımda Gölcük yoktu, her yer enkazdı.
"Ağır yaralıları tedavi etmem mümkün değildi"
Gölcük 50. Yıl SSK Hastanesi'nin baş hekimiydim. Hastaneye geldim. Manzara çok kötüydü, hastanenin bahçesinde yaralı insanlar, feryat eden, bağıran çağıran insanlar vardı. Personelden kimse yoktu. Gece bekçisi de deprem korkusundan terk etmişti orayı, kaçmıştı.
Acilin kapısını açıp bir vesile ile eczanenin camlarını kırıp ilaç aldım. Genellikle sakinleştirici ilaç istediler bizden, o ilaçlardan o kişilere dağıttım. Ufak tefek yaralılardan orada pansuman yaptım. Bu sefer daha ağır yaralılar da vardı. Onları orada tedavi etmem mümkün değildi. O arada hastaneye birkaç çalışan da gelmişti. Ambulansla onları Gölcük’teki diğer hastanelere nakline çalıştım.
Sokakta insanlar marketlerin camını kırarak, kapısını açarak insanların orada yiyecek temin ettiklerini hastanenin bahçesinde yediklerini gördüm. Bu arada vakit ilerleyip öğle saatlerini de geçmişti. Civar ilçelerden, bilhassa İznik’ten kamyonetlerle meyve ekmek su yardımları sokakta dağıtılıyordu.
"Anksiyete, stres bozukluğu iki katına çıktı"
Ertesi gün Gölcük’ün içinde çok sayıda iş makinesi ile enkaz altından kurtarma çalışmaları yapıldığına şahit oldum. Aradan birkaç gün geçtikten sonra yurtdışından olduğunu söyleyen hekimler geldi hastaneye, Pakistan’dan mesela.
Hastaneye serum, içecek gibi şeyler de getirmişlerdi. Yapacak bir yardım olup olmadığını sordular, kendilerine teşekkür ettim. O arada bizim personel ve doktorların çoğu da gelmişti. Normal faaliyetimize, normal olmasa da birazcık faaliyetimize devam edebiliyorduk.
Gölcük'te deprem sonrası psikolojik rahatsızlık duyduğunu söyleyip hastaneye gelen çok fazla insan oldu. Neredeyse iki katı. Anksiyete, stres bozukluğu gibi pek çok teşhis konuldu. Elimizden geldiğince herkese yardımcı olmaya, tedavi etmeye çalıştık.
Ancak öncesinde dediğim gibi hastane imkanları herkese yetmiyordu. Doktor açığı vardı. Rahatsızlığı ilerlemiş ve tedavi olmak isteyen kişilerin bazı özel ilaçlara ihtiyacı oluyordu. Bunları biz yazamıyorduk. Bizim önceliğimiz can kaybını önlemek, yaralıları iyileştirmekti. Uzun bir süre de psikiyatri gibi alanlarda eksiklik vardı. Öncesinde dediğim gibi bölgeye gönüllü olarak gelen Türk ve yabancı hekimlerin sağladığı psikolojik destek sayesinde, psikolojik rahatsızlık çeken hastalara bir eksik de olsa bir şekilde tedavi sunmaya çalıştık.
"Denizsiz yaşayamam dedim, Gölcük'ü terk etmedim"
Bir hafta sokakta yatıp kalktıktan sonra artık bir eve yerleşmemiz gerektiğini, her nedense ev de bulamayacağımızı, bütün evlerin yıkıldığını azaldığını korkusu ile gittim Karamürsel’den ev kiraladım. Sokakta yatmaktan bıkmıştım. O evde sahile sıfırdı, ne yazık ki orası da ikinci kattı. Evde yatıyordum, sokaktan nefret etmiştim. O arada insanlar çadır kurup sahilde yatıyorlardı.
Benim evin ışıklarını görünce amma cesaretli adam evde yatıyor şeklinde konuşuyorlardı. Benim de o ara içimden şöyle geçiyordu, deprem felaketi denizden geldi bunlar deniz kenarında çadır kurmuşlar, bir deprem olsa hayati tehlikeleri var diye düşünüyordum. Meğerse onlar da tam tersini düşünüyormuş.
Depremden bir hafta sonra TRT televizyonundan bir ekip geldi, bir doktorun depremden sonra 24 saat nasıl yaşadığını kısa bir film çekeceklermiş, beni seçmişlerdi. Onlara yaşadıklarımı anlattıktan sonra Karamürsel’deki evime götürdüm onları, orada da çekim yapmak istediler. Evde bana şu soruyu yönelttiler, felaket denizden geldi, görüyoruz ki yine deniz kenarında bir ev kiralamışsın. Neden?
Ben de denizi çok sevdiğimi söyledim, denizsiz yaşayamayacağımı söyledim. Gölcük’ü terk etmeyeceğimi söyledim."